Eskiden deniz kıyısındaki kum ocaklarına gitmeye bayılırdım. Kınalıada’nın Yalova’ya bakan Çöp İskelesi kıyısı ve Zeytinburnu sık sık ziyaret ettiğim yerlerdi. İmralı adasının etrafından taranan kumların döküldüğü, Yeşilköy sahilindeki yığma plajlar da uğrak yerlerimdi.
Derinlerden düşüncesizce kazınan ve kıyıya aynı düşüncesizlikle boşaltılan kumları eşelemek, deniz kabuğu toplamanın en zahmetsiz yoluydu benim için. Çürüyen canlıların kokusu gelirdi burnuma kumu karıştırırken. Koku ne kadar ağır olursa ganimet o kadar bol olurdu...
***
Batıkların, kayalıkların, resiflerin curcunasıyla kıyaslayınca kumun altı boş gibi gelir insana. Çoğumuz sadece üzerinde gördüklerimizle değerlendiririz kumluğu; altına gizlenmiş olabilecek yaşamlar aklımıza bile gelmez. Tepelerinde dolanırken pür dikkat bizi izleyenler olduğunun farkına varmayız çoğu zaman.
Oysa kumun gözleri vardır. Issızlığı aldatıcıdır; çaktırmadan gözaltında tutar, bir an olsun gözden kaçırmaz üzerinde gezinen gölgeyi...
Kum, dipte yatanlar için görünmezlik sağlayan bir örtüdür. Kimi şöyle bir üzerine çekmekle yetinir örtüyü, kimi iyice altına girer. Bazen rengiyle uyum sağlamak bile yeterlidir kumun üzerinde gözden kaybolmak için.
Dip balıkları kumun rengine uyum sağlamakta o kadar ustalaşmışlardır ki burun buruna gelmedikçe farkına varmazsınız dipte kıpırdamadan yatan dil balığının, üzgün balığının...
Örtünün iyice altına saklanmak isteyenler, mesela bazı kayabalığı türleri hiç üşenmez, kumda delikler açarlar. İnce uzun kayabalığı diklemesine yerleştiği delikten kafasını çıkarır, ortalığı kolaçan eder, tehlike sinyali almasıyla delikte gözden kaybolması bir olur.
Sığınacak bir kovuğun bulunmadığı düz zeminde delikler açarak hayatta kalma şansını arttırır. Ta ki onun gibi kumda yuvalanan, kumun altında olan bitenin farkında olan bir avcı, mesela bir deniz kartalı gelene kadar...
Deniz kartalı, hassas duyularıyla yerini belirlediği avını kumun dışına çıkarmak için, kocaman kanatları andıran yüzgeçleriyle dibi eşeler ve örtünün altından çıkanları yıldırım hızıyla mideye indirir. Görünmezlik örtüsünün kefene dönüşmesi an meselesidir...
***
Kıyıları doldurmak ve denizin dibini kazımak...
Hangisi işimize geliyorsa, sonuçlarını çok fazla düşünmeden hemen yapıyoruz. Denizi doldurmak için kamyon kamyon moloz boşaltıyoruz çaresizce bakan gözlerin üzerine. Dipten kazıdığımız tonlarca kumu aynı gözler yine çaresizlik içinde izliyorlar. İster dolduralım, ister kazıyalım, her seferinde deniz yaşamı üzerine ağır bir darbe indiriyoruz.
Kumun gözlerini kör ediyoruz her seferinde!
28 Eylül 2012 Cuma
26 Eylül 2012 Çarşamba
BÜYÜDÜKÇE ADI DEĞİŞİR LÜFER’İN...
Boğazın en kıymetlisidir lüfer, İstanbul’un sembol balığıdır. Yerküre’de taa Atlas Okyanusu’ndan Karadeniz’e kadar uçsuz bucaksız bir coğrafyada kol gezmesine rağmen, o en çok boğaza yakışır.
Akın balığıdır, durmayı sevmez. Çok yırtıcıdır, amansız bir avcıdır. Sabırla, inatla takip ettiği avlarının, hamsi, istavrit ve sardalye sürülerinin peşi sıra yaşar bitmek bilmeyen yolculuğunda.
Lüfer, etine düşkün olduğu balıkları takip eder, balıkçılar da onu. Onun gelişiyle yüzü güler balıkçının. Onun yokluğunda, isterse yedi denizin balıklarıyla donanmış olsun, tezgâh yine de boş kalır, eksiktir.
***
Balıkbilimcileri lüferi Pomatomus saltator olarak adlandırırlar. Oysa, geçimini bu kıymetli balıktan sağlayan balıkçı da, pazarda görünmesini dört gözle bekleyen meraklısı da, tıpkı bir insanın hayatındaki evreleri adlandırır gibi çeşitli isimler verirler aynı balığın farklı boylarına...
Larva dönemini atlatıp gerçek bir balık görüntüsü aldığında adı ‘defne yaprağı’dır; boyu 10 cm’yi geçmeyen defne yaprağının 40-50 tanesi ancak 1 kilo gelir! Uzunluğu 11 ila 15 cm arasındayken ‘çinekop’tur ve daha üreyebilme olgunluğuna erişmemiştir; bu nedenle lüferin neslini korumak için çinekopa el sürmemek gerekir. Derken ‘kaba çinekop’ olur, 15 cm’den biraz daha büyük olan kaba çinekop dahi avlanmamalıdır. ‘Sarı kanat’ olduğunda artık 17 ila 20 cm uzunluğunda bir delikanlıdır. Balıkçıların bir tane tutmak için kar kış, yağmur çamur demeden şafağa kadar sabırla bekledikleri, zokanın en parlağını, yemin en tazesini özenle hazırladıkları ‘lüfer’ ise, uzunluğu 21 ila 30 cm arasında değişen çok yaman bir balıktır. Şansı yaver giden, ağa oltaya takılmadan hayatta kalmayı başaran lüferlerin daha büyüklerine ‘kofana’ denir. Artık o boğazın külhanbeyidir. Denizlerimizde güneye indikçe daha büyüklerine, hatta yarım metre sınırını biraz olsun geçenlerine bile rastlanır.
***
Başından kuyruğuna kadar amansız bir avcının karşıkonulmaz gücünü taşır. Keskin dişleriyle bir köpekbalığıdır o ve güçlü kuyruğuyla bir kılıçbalığıdır. Hızlı yüzer ve hızla ıssırır. Oltada can havliyle çırpınırken fırsatını bulursa, dikkatsiz bir balıkçının parmağından giderayak küçük bir ısırık almayı da ihmal etmez.
En küçüğünden en büyüğüne çok yakışıklı balıktır lüfer. Özene bezene yaratılmıştır. Pullarının ışıltısı gümüşbalığını kıskandırır. Onun derinlerdeki ilerleyişine yüzmek denmez, sanki gümüşten bir ışık selidir çevik hareketlerle giderken, yaşamın ışığıdır.
Akın balığıdır, durmayı sevmez. Çok yırtıcıdır, amansız bir avcıdır. Sabırla, inatla takip ettiği avlarının, hamsi, istavrit ve sardalye sürülerinin peşi sıra yaşar bitmek bilmeyen yolculuğunda.
Lüfer, etine düşkün olduğu balıkları takip eder, balıkçılar da onu. Onun gelişiyle yüzü güler balıkçının. Onun yokluğunda, isterse yedi denizin balıklarıyla donanmış olsun, tezgâh yine de boş kalır, eksiktir.
***
Balıkbilimcileri lüferi Pomatomus saltator olarak adlandırırlar. Oysa, geçimini bu kıymetli balıktan sağlayan balıkçı da, pazarda görünmesini dört gözle bekleyen meraklısı da, tıpkı bir insanın hayatındaki evreleri adlandırır gibi çeşitli isimler verirler aynı balığın farklı boylarına...
Larva dönemini atlatıp gerçek bir balık görüntüsü aldığında adı ‘defne yaprağı’dır; boyu 10 cm’yi geçmeyen defne yaprağının 40-50 tanesi ancak 1 kilo gelir! Uzunluğu 11 ila 15 cm arasındayken ‘çinekop’tur ve daha üreyebilme olgunluğuna erişmemiştir; bu nedenle lüferin neslini korumak için çinekopa el sürmemek gerekir. Derken ‘kaba çinekop’ olur, 15 cm’den biraz daha büyük olan kaba çinekop dahi avlanmamalıdır. ‘Sarı kanat’ olduğunda artık 17 ila 20 cm uzunluğunda bir delikanlıdır. Balıkçıların bir tane tutmak için kar kış, yağmur çamur demeden şafağa kadar sabırla bekledikleri, zokanın en parlağını, yemin en tazesini özenle hazırladıkları ‘lüfer’ ise, uzunluğu 21 ila 30 cm arasında değişen çok yaman bir balıktır. Şansı yaver giden, ağa oltaya takılmadan hayatta kalmayı başaran lüferlerin daha büyüklerine ‘kofana’ denir. Artık o boğazın külhanbeyidir. Denizlerimizde güneye indikçe daha büyüklerine, hatta yarım metre sınırını biraz olsun geçenlerine bile rastlanır.
***
Başından kuyruğuna kadar amansız bir avcının karşıkonulmaz gücünü taşır. Keskin dişleriyle bir köpekbalığıdır o ve güçlü kuyruğuyla bir kılıçbalığıdır. Hızlı yüzer ve hızla ıssırır. Oltada can havliyle çırpınırken fırsatını bulursa, dikkatsiz bir balıkçının parmağından giderayak küçük bir ısırık almayı da ihmal etmez.
En küçüğünden en büyüğüne çok yakışıklı balıktır lüfer. Özene bezene yaratılmıştır. Pullarının ışıltısı gümüşbalığını kıskandırır. Onun derinlerdeki ilerleyişine yüzmek denmez, sanki gümüşten bir ışık selidir çevik hareketlerle giderken, yaşamın ışığıdır.
21 Eylül 2012 Cuma
RAHATINA DÜŞKÜNDÜR PİSİ BALIĞI...
İşte yüzmekten çok dipte yatan, adeta yüzmeye üşenen bir balık. Değim yerindeyse balıklar aleminin en ehlikeyiflerinden...
Rahatına düşkün pisi balığının sakinliği sizi yanıltmasın, o her an tetiktedir, en küçük tehlike karşısında kaçmaya hazırdır. Eğer ürkerse önce uyarı kabilinden şöyle bir kıpırdanır, olmadı biraz uzaklaşır. Baktı canı tehlikede, yattığı yerden yıldırım hızıyla fırladığı gibi gözden kaybolur gider. Yere konar konmaz hemen dibe gömmeye başlar yassı bedenini. O da diğer yassı balıklar gibi gizlenme ustasıdır.
***
Pisi balığı sol tarafı üzerine yatarak yaşamını sürdürür. Gözleri vücudun sağına göç ettikleri için sol tarafı kördür. Balığın sırtı olarak gördüğünüz aslında onun sağ tarafıdır. Dil ve kalkan balıklarında da görülen bir özelliktir, yaşamın erken evrelerinde yaşanan gözlerin göçü...
Derisinde göze çarpan kiremit rengi benekler, sırt ve anüs yüzgeçlerinin üzerinde iyice belirginleşir. Bu benekler sayesinde, denizlerimizde yaşayan diğer yassı balık türlerinden kolayca ayrılır pisi balığı.
***
Denizlerimizde iki türü vardır; biri gerçek pisi balığı yani Pleuronectes platessa’dır, diğeri dere pisisi yani Platichthys flesus’tur. Adı sizi yanıltmasın ikinci pisi balığı dere ağızlarında da, acı sulu lagünlerde de yaşayabilir ama ağırlıklı olarak o da deniz balığıdır. Vücudun yanları boyunca uzanan sırt ve anüs yüzgeçlerine paralel küçük diken sıraları dere pisisinin en önemli ayırdedici özelliğidir. Aynı diken sırası yan çizgi boyunca da göze çarpar. Gerçek pisi balığında diken sıraları bulunmaz.
***
Acaba pisi balığı boğazda eskiden de bugün olduğu kadar seyrek miydi, yoksa sonradan mı azaldı?
Neredeyse hemen her dalışta kalkan ve dil balığı görmeye alıştığım boğazda pisi balığına birkaç sene önceye kadar pek rastlamazdım. Her ne hikmetse bu sene pisi balığı da şeytanın bacağını kırdı. Yaz başından beri hemen her dalışta bir tane bile olsa pisi balığı görebiliyorum.
Şükürler olsun terketmemiş buraları!
Bu yıl Paşabahçe Koyu’nda Beykoz İskelesi’nin biraz açığındaki ilk rastlaşmamızın ardından, son olarak geçen pazar Ortaköy’de karşılaştık kendileriyle.
Bendeniz o sırada deko yaparken kendisi gözucuyla beni izlemekteymiş. Gözlü taraftaki göğüs yüzgecini dikleştirince farkettim onu. Yoksa üzerinden geçip gitmem işten bile değildi.
Bir anda tepesine çullanan üç tane dalgıcın arka arkaya patlayan flaşlarına iyi tahammül etti doğrusu. En sonunda “yeter bu kadar” der gibi yamacın derinlerine doğru kayıp gitti.
Gitti dediysem öyle çok uzaklaşmamıştır, biraz öteye gidip bulduğu ilk sakin yere yerleşmiştir. Hani yorgun olmasam peşine düşerdim. Ve emin olun elimle koymuş gibi az ötede kuma gömülmeye çalışırken bulurdum.
Başta da söyledim ya, pisi balığının mizacında yoktur öyle uzuuuun uzun yüzmek...
Rahatına düşkün pisi balığının sakinliği sizi yanıltmasın, o her an tetiktedir, en küçük tehlike karşısında kaçmaya hazırdır. Eğer ürkerse önce uyarı kabilinden şöyle bir kıpırdanır, olmadı biraz uzaklaşır. Baktı canı tehlikede, yattığı yerden yıldırım hızıyla fırladığı gibi gözden kaybolur gider. Yere konar konmaz hemen dibe gömmeye başlar yassı bedenini. O da diğer yassı balıklar gibi gizlenme ustasıdır.
***
Pisi balığı sol tarafı üzerine yatarak yaşamını sürdürür. Gözleri vücudun sağına göç ettikleri için sol tarafı kördür. Balığın sırtı olarak gördüğünüz aslında onun sağ tarafıdır. Dil ve kalkan balıklarında da görülen bir özelliktir, yaşamın erken evrelerinde yaşanan gözlerin göçü...
Derisinde göze çarpan kiremit rengi benekler, sırt ve anüs yüzgeçlerinin üzerinde iyice belirginleşir. Bu benekler sayesinde, denizlerimizde yaşayan diğer yassı balık türlerinden kolayca ayrılır pisi balığı.
***
Denizlerimizde iki türü vardır; biri gerçek pisi balığı yani Pleuronectes platessa’dır, diğeri dere pisisi yani Platichthys flesus’tur. Adı sizi yanıltmasın ikinci pisi balığı dere ağızlarında da, acı sulu lagünlerde de yaşayabilir ama ağırlıklı olarak o da deniz balığıdır. Vücudun yanları boyunca uzanan sırt ve anüs yüzgeçlerine paralel küçük diken sıraları dere pisisinin en önemli ayırdedici özelliğidir. Aynı diken sırası yan çizgi boyunca da göze çarpar. Gerçek pisi balığında diken sıraları bulunmaz.
***
Acaba pisi balığı boğazda eskiden de bugün olduğu kadar seyrek miydi, yoksa sonradan mı azaldı?
Neredeyse hemen her dalışta kalkan ve dil balığı görmeye alıştığım boğazda pisi balığına birkaç sene önceye kadar pek rastlamazdım. Her ne hikmetse bu sene pisi balığı da şeytanın bacağını kırdı. Yaz başından beri hemen her dalışta bir tane bile olsa pisi balığı görebiliyorum.
Şükürler olsun terketmemiş buraları!
Bu yıl Paşabahçe Koyu’nda Beykoz İskelesi’nin biraz açığındaki ilk rastlaşmamızın ardından, son olarak geçen pazar Ortaköy’de karşılaştık kendileriyle.
Bendeniz o sırada deko yaparken kendisi gözucuyla beni izlemekteymiş. Gözlü taraftaki göğüs yüzgecini dikleştirince farkettim onu. Yoksa üzerinden geçip gitmem işten bile değildi.
Bir anda tepesine çullanan üç tane dalgıcın arka arkaya patlayan flaşlarına iyi tahammül etti doğrusu. En sonunda “yeter bu kadar” der gibi yamacın derinlerine doğru kayıp gitti.
Gitti dediysem öyle çok uzaklaşmamıştır, biraz öteye gidip bulduğu ilk sakin yere yerleşmiştir. Hani yorgun olmasam peşine düşerdim. Ve emin olun elimle koymuş gibi az ötede kuma gömülmeye çalışırken bulurdum.
Başta da söyledim ya, pisi balığının mizacında yoktur öyle uzuuuun uzun yüzmek...
20 Eylül 2012 Perşembe
MEZGİT; KEYİFLİ VE ZAHMETSİZ...
Pazarın tanıdık simalarındandır mezgit. İri olanları tablada yanyana uslu uslu yatarken, boyu bir parmaktan biraz daha uzun olanlar cıvık bir çamur öbeği gibi bekleşirler. Daima ıslak ve kaygandır mezgit, tam bir kesekâğıdı düşmanıdır. Daha pazardan eve gitmeden kâğıdı vıcık vıcık eder eritir. Poşetin icat olmadığı zamanlarda filenin gözlerinden sağa sola saçıldığı çok olmuştur farkına varmadan, kedi payı misali...
Dip balığıdır mezgit, orta suyla pek işi olmaz. Gündüzleri pek ortalarda görünmez. Dibin karmaşasına kolayca karışan renkleri sayesinde farketmesi de zordur aslında. Sular karardıkça o da hareketlenir, dipten biraz da olsa yükselir telaş içinde yem ararken. Yine de tedbiri elden bırakmaz, dipten çok uzaklaşmaz.
Gecenin içinden çıkan ışıklara karşı da çok ürkektir. Aniden üzerine gelen aydınlığın karşısında biraz bocalarsa da kendisini toparlaması çok uzun sürmez. Bu kısa şaşkınlık anlarında mezgitin fotoğrafını çektiniz çektiniz, yoksa kaçan pozun ardından söylenir durursunuz.
Şöyle gözucuyla incelediğinizde bile kolayca farkedersiniz bu kıvrak balığın etine hakim olan yumuşaklığı. İpek dantelleri andıran yüzgeçlerini açtığında seyrine doyum olmaz. Tezgâhta kahverengi çamuru andıran mezgit, suyun altında pembeye çalan rengiyle bambaşka bir balık olup çıkar.
Genelde Karadeniz balığı olarak anılsa da o aynı zamanda hem boğaz çocuğudur, hem de Marmara’nın sadık sakinlerindendir. Ne zaman Paşabahçe Koyu’nda ya da Kartal’da dalsam, şöyle 20-25 m civarına gelince kumluğun üzerinde üçer beşer karşıma çıkarlar.
Dip oltasıyla birkaç saat içinde kovalar dolusu yakalandıklarını bildiğim yerlerde bugüne kadar hiç kalabalık bir mezgit sürüsüne denk gelmemiş olmam hep garibime gitmiştir. Belki de etrafta sadece yem olduğunda biraraya toplanıp sonra dağılıyorlardır. Olamaz mı?
Birine balığı sevdirmenin en keyifli, en zahmetsiz, tadına en kolay alışılan yollarından biridir mezgit tava. Susamla kaplı çıtır francalanın arasına serilen soğan ve roka yatağının üzerine yatırılan nar gibi kızarmış mezgitlere hayır diyebilene daha rastlamadım.
Denizden çıkan en karşı konulmaz kapgötür lezzetlerdendir yarım ekmek arası mezgit tava, evde, ofiste, deniz kıyısında...
Dip balığıdır mezgit, orta suyla pek işi olmaz. Gündüzleri pek ortalarda görünmez. Dibin karmaşasına kolayca karışan renkleri sayesinde farketmesi de zordur aslında. Sular karardıkça o da hareketlenir, dipten biraz da olsa yükselir telaş içinde yem ararken. Yine de tedbiri elden bırakmaz, dipten çok uzaklaşmaz.
Gecenin içinden çıkan ışıklara karşı da çok ürkektir. Aniden üzerine gelen aydınlığın karşısında biraz bocalarsa da kendisini toparlaması çok uzun sürmez. Bu kısa şaşkınlık anlarında mezgitin fotoğrafını çektiniz çektiniz, yoksa kaçan pozun ardından söylenir durursunuz.
Şöyle gözucuyla incelediğinizde bile kolayca farkedersiniz bu kıvrak balığın etine hakim olan yumuşaklığı. İpek dantelleri andıran yüzgeçlerini açtığında seyrine doyum olmaz. Tezgâhta kahverengi çamuru andıran mezgit, suyun altında pembeye çalan rengiyle bambaşka bir balık olup çıkar.
Genelde Karadeniz balığı olarak anılsa da o aynı zamanda hem boğaz çocuğudur, hem de Marmara’nın sadık sakinlerindendir. Ne zaman Paşabahçe Koyu’nda ya da Kartal’da dalsam, şöyle 20-25 m civarına gelince kumluğun üzerinde üçer beşer karşıma çıkarlar.
Dip oltasıyla birkaç saat içinde kovalar dolusu yakalandıklarını bildiğim yerlerde bugüne kadar hiç kalabalık bir mezgit sürüsüne denk gelmemiş olmam hep garibime gitmiştir. Belki de etrafta sadece yem olduğunda biraraya toplanıp sonra dağılıyorlardır. Olamaz mı?
Birine balığı sevdirmenin en keyifli, en zahmetsiz, tadına en kolay alışılan yollarından biridir mezgit tava. Susamla kaplı çıtır francalanın arasına serilen soğan ve roka yatağının üzerine yatırılan nar gibi kızarmış mezgitlere hayır diyebilene daha rastlamadım.
Denizden çıkan en karşı konulmaz kapgötür lezzetlerdendir yarım ekmek arası mezgit tava, evde, ofiste, deniz kıyısında...
10 Eylül 2012 Pazartesi
DERİNLERDEKİ IŞIK TANELERİ...
Hep telaşlıdır gümüş balığı. Gece gündüz bitmek bilmez enerjisi. Bedenindeki her enerji kırıntısını harekete ve ışığa çevirmek için yaşar sanki. Durmak ve solgunlaşmak, gümüş balığının kitabında yazmaz. Yüzlercesi, binlercesi biraraya gelmeye görsünler, sürekli dalgalanan bir ışık perdesi gibi gözünüzün önünden geçip giderler...
***
Gece denizinde bir görünen bir kaybolan, ama her an çevrenizde dolanan kıpır kıpır bir ışık oyunudur gümüş balığı. Şafak vaktine kadar süren sihirli bir oyundur bu. Gün aydınlanınca sihir kaybolur ve oyun biter. Karanlığın tılsımı sona erince ışık yeniden ete ve kemiğe bürünür.
Karanlık sularda gecenin arkasına saklanmış kendi başına buyruk birer ışık tanesiyken, gün aydınlanınca sürünün koruyucu kalabalığına karışarak hayatta kalmaya çalışırlar. Görünmeyen bir elin ustaca yönettiği, kalem gibi ince, kıvrak ve zarif gümüş balıkları sanki tek vücut olurlar gündüz denizinde.
***
Balıkçılar gümüş balığına aterina da derler. Dilimize yunancadan miras kalmıştır bu kelime. Gümüş balığının farklı çeşitlerini adlandırmak için verilmiş olan tür isimleri de hep bu kelimeyle başlar. Denizlerimizde yaşayan iki türünden biri Atherina boyeri’dir diğeri ise A. hepsetus ya da çamuka balığıdır. Ara sıra acı sulara, lagünlere hatta akarsuların denizle kaynaştıkları suyun nispeten tatlandığı yerlere bile girdikleri olur.
Boyu 20 cm’ye kadar büyüyebilen gümüş balığı kısa ömürlüdür. 2 yılı geçmeyen parlak bir yaşamın sonunda denizin karanlığında bir yıldız gibi kayıp gider yerini bir başka ışık tanesi doldursun diye...
***
Eğer gümüş balığının derisine yakından bakarsanız, doğayı yaratan sabrın ve çabanın özenli izlerini görürsünüz. Balığın derisini örten narin pulların birbirleri üzerine geldikleri yerlere işaret eden çapraz çizgilerde en küçük düzensizlik bile bulamazsınız.
İnsanın müdahale etmediği tabiatın kusursuz bir resmidir gümüş balığının bedenini örten desenler.
Pullardan başka bir de yapışkan bir sıvı kaplar gümüş balığının derisini. Bu cıvık örtüyle cilanmış olan pullar ışığın her dokunuşunda, gümüş bir ayna gibi parlar derinlerde. Bu haliyle bir balık değil de, derinlerdeki hayatı yansıtan bir ayna gibidir. Dalgaların altındaki herbir yaşam gümüş balığının bedeninde bir yansıma bulur.
***
Gece denizinde bir görünen bir kaybolan, ama her an çevrenizde dolanan kıpır kıpır bir ışık oyunudur gümüş balığı. Şafak vaktine kadar süren sihirli bir oyundur bu. Gün aydınlanınca sihir kaybolur ve oyun biter. Karanlığın tılsımı sona erince ışık yeniden ete ve kemiğe bürünür.
Karanlık sularda gecenin arkasına saklanmış kendi başına buyruk birer ışık tanesiyken, gün aydınlanınca sürünün koruyucu kalabalığına karışarak hayatta kalmaya çalışırlar. Görünmeyen bir elin ustaca yönettiği, kalem gibi ince, kıvrak ve zarif gümüş balıkları sanki tek vücut olurlar gündüz denizinde.
***
Balıkçılar gümüş balığına aterina da derler. Dilimize yunancadan miras kalmıştır bu kelime. Gümüş balığının farklı çeşitlerini adlandırmak için verilmiş olan tür isimleri de hep bu kelimeyle başlar. Denizlerimizde yaşayan iki türünden biri Atherina boyeri’dir diğeri ise A. hepsetus ya da çamuka balığıdır. Ara sıra acı sulara, lagünlere hatta akarsuların denizle kaynaştıkları suyun nispeten tatlandığı yerlere bile girdikleri olur.
Boyu 20 cm’ye kadar büyüyebilen gümüş balığı kısa ömürlüdür. 2 yılı geçmeyen parlak bir yaşamın sonunda denizin karanlığında bir yıldız gibi kayıp gider yerini bir başka ışık tanesi doldursun diye...
***
Eğer gümüş balığının derisine yakından bakarsanız, doğayı yaratan sabrın ve çabanın özenli izlerini görürsünüz. Balığın derisini örten narin pulların birbirleri üzerine geldikleri yerlere işaret eden çapraz çizgilerde en küçük düzensizlik bile bulamazsınız.
İnsanın müdahale etmediği tabiatın kusursuz bir resmidir gümüş balığının bedenini örten desenler.
Pullardan başka bir de yapışkan bir sıvı kaplar gümüş balığının derisini. Bu cıvık örtüyle cilanmış olan pullar ışığın her dokunuşunda, gümüş bir ayna gibi parlar derinlerde. Bu haliyle bir balık değil de, derinlerdeki hayatı yansıtan bir ayna gibidir. Dalgaların altındaki herbir yaşam gümüş balığının bedeninde bir yansıma bulur.