26 Mart 2013 Salı

GERÇEK BEN...


O kadar çok denedim ki denize sırtımı dönmeyi, derin karanlığı aklımdan silip atmayı...

Olsa olsa kıyıda bir çay içmeyi, sadece yazdan yaza yüzmeyi ya da deniz kıyısına sırf aylak aylak dolanmak için gitmeyi çok denedim...

Olmadı, yapamadım şükürler olsun!

***

Hani pencereleri çatırdatan sert lodoslar vardır ya, ha şimdi ha birazdan camı çerçeveyi koparıp atacak diye
yüreğini hoplatır insanın...

İşte ben o havalarda çok tedirgin olurum. Gece boyunca gözüme uyku girmez çoğu zaman ama sebebi ne cam çerçevedir ne de evin çatısı...

Balıkçıları düşünürüm, onlar için endişelenirim gece boyunca!

Ekmek tekneleri ne haldedir? Acımasız dalgaların dövdüğü kıyılarda acaba kaçı geceyi sapasağlam
atlatabilecektir?

Şimdi denizde olan var mıdır acaba? Dalgalarla boğuşanların Allah yardımcısı olsun...

Fırtınayla uğuldayan gecelerde deniz sanki sahili değil evimin duvarlarını döver. Yatağından taşar ve evimin kıyısına gelir...

Başkalarını tedirgin eden fırtına bana kim olduğumu hatırlatır!

Çalışmak zorunda olduğum işin hayatımda sadece gelip geçici bir duraklama olduğunu hatırlatır tekrar tekrar...

Fırtına ninni gibi gelir kulağıma. Yatak odası bir zamanlar keyifle deliksiz uykular çektiğim küf kokan kamara
olur çıkar şafak sökene kadar...

***

Onlarla tanışalı yıllar oldu. Kimi hâlâ hayatta, kimi çoktan öldü gitti. Hepsinin bende çok emeği var, hepsinden bir şeyler öğrendim denizi tanımaya, deniz insanı olmaya çalışırken...

Bana dalgıçlığın yolunu açan ustam nargileci Adnan (Aşır) yıllar önce basınç odasında kaybetti hayatını.

Emin (Yiğitler), Osman (Yazla), Sadi (Tanman) ve Sercan ağabeyler dalgıçlık yolunu kulaçlarken birlikte yol aldıklarımdan bazıları...

Sonra Minci Kaptan var, Adem ve Ahmet reisler, Gökçeadalı Hacı ve Ramazan Çavuş kardeşler... Arar ve Yunus araştırma gemilerinin gözü pek denizcileri var...

Her birinden balıkçılığa ve denizciliğe dair çok şey öğrendim, her birini minnetle anarım bu cesur deniz
insanlarının...

İnsanın etini ve ruhunu kemiren, başarı ve kazanç uğruna her türlü kahpeliğin mubah sayıldığı iyi niyetin “hıyarlık” olarak görüldüğü iş hayatına katlanmamı sağlayan anılar hep onların kayıklarında kazındı aklıma ve yüreğime.

***

Vaktiyle yanında çalıştığım bir kara insanı “senin içindeki balıkçıyı ne yaptıysam öldüremedim” demişti.
Haksız değildi...

Çakım yine her gün kemerimdeki kılıfta durur. Uğur saydığım pavurya kıskacı kolyemi de hiç çıkarmam, tıpkı kolumun ayrılmaz bir parçası haline gelen dalgıç saatim gibi...

Ne zaman karada kaybolduğumu hissetsem onlara dokunurum, onları hissederim. Geçmişin tuzlu anıları ve üzerimden asla ayırmadığım birkaç küçük denizci ıvır zıvırı sayesinde hâlâ dipdiri ve canlı ruhumdaki balıkçı!

Ara sıra o anılardan birine dalıp gitmesem bunca zaman dayanamazdım bu karaya vurmuşluğa, hayatımdaki
gelip geçici duraklamaya...

Ben ne kadar uzaklaşmaya çalışsam da denizin kokusu ve sesi taşar belleğimden. Kendime getirir beni, gerekirse sert bir tokat atar ve hatırlatır gerçekten kim olduğumu. Evinin ve ailenin ekmeği için katlanıyorsun bu çileye diye hatırlatır.

Sabret” der içimi yatıştırırken, “ekmek teknen şimdilik orası...

Vakti gelince yine yaslanırsın küpeşteye, yine derinlerden çıkarırsın ekmeğini. Belki bu sefer oğlun
Derin de olur yanında...

Şimdi sabret ve sakın unutma gerçekten kim olduğunu. O gün gelinceye kadar derinlerdeki mutluluk kaynağından, sana kim olduğunu anımsatmak için her fırtınada evinin duvarlarına vuran mavilikten sakın vazgeçme!

Çünkü vazgeçersen senden bir şey kalmaz geriye...

11 Mart 2013 Pazartesi

SADECE KARANLIK KALIR GERİYE...


Çok düşünmüşümdür “daha ne kadar böyle devam eder?” diye...

Dibi gelmek bilmez karanlıkta kaybolup giden yamaçların. Boğazda dalmanın özeti sarp bir yamacı izleyerek bazen yavaş bazen de hızla akıp gitmektir...

Hızla derinleşir, hızla kararır sular boğazda. Burada dalmak karmakarışık duygular yaşamaktır. Dizginlenemeyen bir merak kulaç kulaç derine çeker adamı. Kontrol etmeyi öğrenemediğiniz tedirginlikler korkuya dönüşmek için boş bir anınızı kollar durur.

Düşmekle uçmak arasında bir duyguyla dibe inerken yamaç altınızdan kayıp gider. İnsanın aklı bedeninden fazla zorlanır karanlığın içine dalıp giderken.

***

Zordur İstanbul Boğazı’nda dalmak. En sakin, en yorgun gününde bile hafif hafif akar durur. Üstelik bir tarafa akmakla da yetinmez; üstü başka altı başka bir yöne akar. Üstü Karadeniz’dir, derinleri Marmara’dır, Akdeniz’dir...

Gününe göre akıntı, mevsimine göre soğuk hücum eder boğazın derinlerine dalmayı göze alana. Tepenizden gelip geçen gemilerin, irili ufaklı kayıkların gürültüsü kulaklarınızda çınlar.

İnsanı aldatan bir aydınlıkla karşılayan boğazın suları hızla kararır. Önce loştur etrafınızı görmenize izin verir, derken alacakaranlık olur ve derinlik arttıkça katran karasına döner. Işık gider, ara sıra gelip geçenlerin dışında sesler de gider ve sadece karanlık kalır geriye.

Karanlığa tahammül edemeyen, karanlıkla arkadaş olamayan uzak dursun boğazın derinlerinden...

***

Boğazda dalarken ara sıra kafamı kaldırıp yukarıya, geldiğim yöne bakarım. Ucu bucağı belli olmayan zümrüt yeşili suyun giderek güçsüzleşen aydınlığı, ait olduğum yeri hatırlatır bana, geri döndürmeye çalışır yolumdan.
Gitmeye cesaret ettiğim karanlık yol beni ürkütmesin diye çok bakmam aydınlığa, çağrısına kulak tıkarım. Neden diye sorarsanız, bazen o cılız ışık bile yarı yoldan döndürmeye yeter adamı da ondan!

Korku insanın içinde hep pusuda yatar...

***

Aydınlık öldükçe, su siyaha kestikçe, karanlıkta göz kırpan hayatlar birer ikişer ortaya çıkmaya başlar. Kaya kovuklarından kafa uzatan iskorpitler, gelincikler, lapinler... Kayaların arasına sıkışmış kum ceplerinde yatan üzgün balıkları... Daima ürkek yengeçler...

Her taşın altı, her kovuğun içi ayrı bir yaşamın yuvasıdır boğazın karanlığında. Ama bu derinliğin asıl sahipleri karanlığın içinde şeffaf gölgeler gibi süzülen deniz analarıdır. Kıyıda yüzüne bakılmayan deniz anası karanlıkta sergiler kusursuz güzelliğini. Derindeki her ışık kırıntısı onun şeffaf bedeninde bir yansıma bulur.

Sadece canlılar yoktur boğazın karanlığında. Nice batığın, nice deniz kurbanının son dinlenme yeri de yine burasıdır. Geçit vermediği yolcular bitmemiş yolculukların öykülerini fısıldar insanın kulağına derinlerde...

***

Dalgaların altındaki dünyayı duru suların aydınlığında tanıyanlar için boğaz bir belirsizlik kuyusudur.

Fakat karanlığın ruhunu eğer benim gibi boğazın derinlerinde tanıdıysanız, dünya üzerindeki tüm derinliklerin kapısını da araladınız demektir. Boğazın çilesine alışana başka yerler zor gelmez.

Ben derin karanlıkta bir göçebeyim. Boğazın akıntısına kendisini bırakmış, nereden geldiğine ve nereye gittiğine önem vermeyen, sadece karanlığın ve boşluğun tadını çıkaran bir gezginim derinlerde.

Sonunda beni neyin beklediğini düşünmeden, derinlere olan sevgimi korkuya kurban etmeden boğazın karanlığında yol alan bir gezgin...

Hepsi bu... 

***

Boğaz dalışlarından görüntüler...

5 Mart 2013 Salı

DENİZANASININ GÜCÜ...


Önce kaşıntıyla karışık hafif bir sızı hissedersiniz. Bazen bunlara biraz yanma da eklendiği olur. Dakikalar geçtikçe belirtiler şiddetlenir. Kaşıntı öyle artar ki derinizi yolmak istersiniz giderek genişleyen kızarıklığı kaşırken. Sızı şiddetli bir ağrıya dönüşürken deriniz yavaş yavaş su toplar...

Deniz kıyısındaki keyifli anları tatsız bir anıya dönüştürmede denizanasının üstüne yoktur. Üstelik bazen keyif kaçırmakla da kalmaz, doğru türe denk gelinmesi halinde can aldığı da olur.

Sessiz dünyanın sınır tanımayan yaratıcılığıyla şekillendirdiği denizanası, akışkanlığını yitirmiş ve elastik bir yapı kazanmış bir miktar su olarak da tanımlanabilir. Ne de olsa bu salkım saçak jelibonun en az yüzde 90’ı sudur.

Kendinizi bir masal dünyasının tam ortasındaymış gibi hissettiren denizanası sürüleri, denizin kucağında sizi aldatan bir masumiyetle karşılarken can yakan güçlerini ustalıkla gizlemeyi başarırlar.

***

Yeryüzünde bulunmadıkları deniz neredeyse yok gibi. Öyle ki normalde çok rastlandıkları sularda şartların insan etkisiyle bozulması sonucu, diğer canlıların sayıları azalırken denizanası nüfusunda patlama derecesinde artışlar yaşanması sıkça yaşanan bir durum.

Hayatta kalma ustası olarak tanımlanmayı fazlasıyla hak eden denizanaları, evrimin kusursuzlaştırma sürecinde bir canlıyı karmaşıklaştırmak yerine bazen basite indirgeyebildiğinin en güzel örneklerinden biri.

Özelleşmiş organ sistemlerinden yoksun olan şeffaf yaratıkların evrimle dalga geçer gibi bir halleri var!

Bir beyni olmadığı için düşük zekâlı -hatta sıfır zekâlı- olmaya mahkûmmuş gibi görünse de, basit sinir ağı şeklindeki ilkel sinir sistemiyle çevresinde olan biteni kolayca algılayabilir. Dolaşım sisteminden yoksun olması da onu rahatsız etmez, çünkü vücudunda kan yoktur. Oksijeni deniz suyundan ince derisiyle alıyor olması, solunum organlarını da onlar için gereksiz kılar.

Denizanaları olabildiğince basite indirgenmiş bir yaşam şeklinin kusursuz örnekleridir...

***

Şeffaf yaratıkların üremek için seçtikleri yol, yaşamlarının basitliği ile taban tabana zıt karmaşık bir süreci içerir. “Döl almaşı” olarak tanımlanan üreme döngüsünde yavru denizanası özgürlüğünü kazanmadan önce bir süre deniz tabanında yaşamak zorundadır.

Dişinin sindirim boşluğunda ya da ağız çelengi üzerinde bulunan yumurtalar erkeğin spermleri ile döllendikten sonra oluşan planula larvası bir süre planktonda serbest yaşar. Daha sonra deniz tabanına çöken ve sert bir zemine tutunan planula larvası zamanla bir polip meydana getirir.

Kadeh şeklindeki polipin ağız açıklığının çevresinde dokunaçları vardır. Bu haliyle kolayca bir deniz şakayığı ile karıştırılır. Tomurcuklanarak kat kat büyüyen polip, gelişimini tamamlayan katları serbest bırakır ve bunların herbiri “efira” adı verilen yavru bir denizanasına dönüşür.

***

Çoğu deniz canlısının yaşamakta zorlandığı, hatta terkettiği kirli sular denizanalarının adeta cennetidir. Çok düşük oksijen düzeylerine uyum sağlayabilmeleri sayesinde oksijence fakir sularda kolayca hayatta kalabilir, bir de üstüne aşırı çoğalarak ekolojik bir yıkıma da yol açabilirler.

Balık yumurtaları ve balık yavrularıyla beslenen denizanalarının menüsünde yavru balıkların besinini oluşturan zooplankton da var! Bu nedenle, aşırı çoğalmış denizanası nüfusu, ekonomik balıkların yavru stokları üzerinde doğrudan ve dolaylı bir avcı baskısı yaratabilir. Yumurta ve larva stoğunda arka arkaya yaşanan biyokütle azalmaları, erişkin balıkların stoklarında tükenişle noktalanabilen derin yaralar açar.

Denizanaları basite indirgenmiş yaratıklar olabilir. Ancak onların aldatan zayıflıklarının arkasında balıkçılık ekonomisini temelinden sarsacak, hatta yıkabilecek bir güç var.

***

Marmaralı denizanaları...