26 Eylül 2010 Pazar

DAHA DÜŞMEDİ, SADECE SENDELİYOR

Hani ilginizi çekmeye çalışan çocuklar vardır... Bakımsız, itilmiş, ama gözlerinde zekânın, iyi niyetin ışıltısı parlayan... Sizden sadece bir fırsat bekleyen... Ve çoğunlukla görmezden gelinen... Marmara'yı hep o kimsesiz, fırsat bekleyen çocuğa benzetirim. Daima çirkinlikle yaftalandığı için, güzel olan bir şey Marmara ile asla bağdaşamaz. Bi'gram suyunu bile yutmanız hasta olmanız için yeterlidir. Çevreyi zerre umursamadan sürdürdüğümüz sorumsuz yaşamın artıklarını her an sineye çekmek zorunda kalan denizi kirli olmakla suçlarken, onu kirletenin biz olduğunu, yavuz hırsız gibi her seferinde üste çıktığımızı unuturuz. Çünkü unutmak işimize gelir. Söz ne zaman Marmara'dan açılsa, artık bu sularda yaşayan bir şey olmadığını söylemek işimize gelir. Bu yalana inanmak işimizi kolaylaştırır, denize karşı kendimizi sorumlu hissetmekten bizi kurtarır. Çoktan ruhunu teslim etmiş olan bir denizi korumak gereksizdir.

Madem Marmara çoktan öldü, madem içdenizin suları yaşayanlardan arındı, o zaman her yıl yüzlerce balıkçı teknesi ne halt etmeye Marmara'nın derinliklerini karış karış tarıyor? Kıyıların her metresine keyifle yerleşen oltacılar da cabası... Yoksa onların oltalarına birileri balık mı takıyor dipte çaktırmadan?

Lütfen kendimizi kandırmayalım! Hele, kendi pisliğimizi örtmek, kendi yarattığımız kirliliği haklı çıkarmak, kendi açgözlülüğümüzün Marmara'da açtığı derin yarayı gizlemek için yapılan haksız karalamalardan bıktım artık. Marmara'nın öldüğü falan yok. Tamam, içdeniz zor durumda, hatta can çekişiyor. Eskiden olduğu gibi, yüzeyden baktığınızda çoğu yerde dip görünmüyor artık. Dev orkinoslar, kılıçbalıkları çoktan terkettiler Marmara'yı. Ama her şey bitmiş değil. Marmara'yı yaşayan bir bütünlüğe, bir yaşam oyununa dönüştüren oyuncuların çoğu hâlâ burada. Kaçmaya gücü yetmeyen, olduğu yerde yaşamak zorunda olan yüzlerce canlı türü, Marmara'nın derin yeşilinde var olma savaşı veriyor. Yediği onca yumruğa rağmen rakibin karşısında yıkılmayan, her seferinde ayağa kalkan bir boksör gibi Marmara da, uğradığı tüm ekolojik yıkıma rağmen ayakta! Sendeliyor olabilir ama ayakta kalmak için ısrarla direniyor.

İstanbul kıyılarında dalarak geçirdiğim 23 yıl boyunca, Marmara'nın verdiği yaşam savaşına defalarca şahit oldum. Ona sokuşturduğumuz artıklarımızı sineye çekse de, zamanla onları yaşamla örtüyor. Belki yapılarını değiştiremiyor ama hayatın özenli dokunuşlarıyla biraz olsun görüntülerini değiştiriyor. Denize düşen otomobil lastiği birkaç yıl geçmeden Marmara'nın renkleriyle kaplanıyor. Deniz bizim suçumuzu örtbas etmek için çabalarken, biz onun gayretini görmezden geliyoruz. 50 yılda kirlettiğimiz Marmara'nın göz açıp kapayıncaya kadar düzelmesini bekliyoruz kimi zaman. Böyle olmayınca da içdenizi suçluyoruz.

Geçen cumartesi sabahı Teoman'la (Naskali) dalmak için Kartal'a geldik. Eski iskelenin çevresi, yaz kış, gece gündüz, soğuk sıcak demeden keyifle daldığımız, kent yaşamının üzerimize sinen sıkıntısından biraz olsun kurtulduğumuz bir kurtuluş limanı. Bırakın tropikal denizleri, Akdeniz'in renkleri bile yoktur burada. Çoğu zaman bulanık ve yeşil bir suda pusula yardımıyla yön bularak ilerlemek zorunda kalırsınız. Dibi kaplayan çöpler de cabası... Yine de Kartal'da dalmak keyiflidir. Bütün bu curcunanın ortasında hayatta kalmaya çalışan bir yaşam kırıntısıyla karşılaşınca bu keyif daha da artar. Kartal'ın bu seferki süprizi ise bir üzgün balığıydı (Callionymus lyra). Kumda hareketsiz yatarken birden üzerine yöneltilen parlak ışıklardan biraz afallasa da, istifini hiç bozmadı. Yıllardır İstanbul kıyısında rastlamadığım, açıktaki adaların derinliklerindeyse sık sık gördüğüm üzgün balıkları da, yeniden birer ikişer kentin yakınlarına yaklaşıyorlar. Artık kitapların sayfalarında kalan balıklar geri döndükçe, Marmara çöplerimizin arasından yeniden doğuyor. Kendisini toplamak için bizden fırsat istiyor.

***

Kartal'daki dalışın kısa filmi http://vimeo.com/15295195 adresinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder