Başladığım yere döndüm yıllar sonra. Neredeyse 25 yıl önce, hayatımda ikinci kez nargileyle dalarken, derinlerdeki yazgıma biraz ürkek, ama fazlasıyla keyifli bir hevesle yol almıştım. Beykoz Koyu, gençlik denizlerim, derinlerdeki dünyayı tanımaya başladığım, tuz kokan, yosun kokan okulum... Buranın her kulacında anılarım var.
Boğazda nargileyle daldığım, salyangoz topladığım günleri, size uzun zaman önce anlatmıştım. Bulanık, soğuk ve akıntılı sularda geçmişti çıraklığım. Gençlik denizlerim belki hırçındı, ama bana çok şey kattı. Denize saygı duymayı öğretti bana. Korkumu kontrol etmeyi, korkmanın ayıp olmadığını öğretti. Ama en önemlisi, her dalıştan keyif almayı, hayal kırıklığına uğramamayı, en olanaksız görünen koşullarda bile yaşam izleri aramayı öğretmişti bana gençlik denizlerim.
***
Hava o kadar soğuktu ki, arabamın tavanı ince bir buz tabakasıyla kaplanmaya başlamıştı. Her soluk verişimizde istim salıyorduk sanki. Boğazın eski buharlı gemileri gibiydik, bir düdük çalmadığımız eksik. Beykoz Balıkçı Barınağı’nın karşısındaki otoparkta hazırlanıyorduk Teoman’la (Naskali). Birkaç metre ötemizdeki otobüs durağında titreşen kızlı erkekli bir grup, ifadesiz gözlerle bizi seyrediyordu. Kurşulanlarla iyice ağırlaşan tüpümü rahat kuşanmak için duraktaki bankın üzerine yerleştirirken bir otobüsün kapısı açıldı. Şöförün yüzündeki ifade şaşkınlıkta yıldızlı pekiyi alırdı. Gece vakti nereden çıktı bu deliler der gibiydi.
10’a çeyrek kala suya girdik. Sıcaklık 8 derece. Nihayet biraz ısındım. 18 yaşındayken aynı mevsimde aynı suya ıslak elbiseyle girerdim! Gençlik ateşiyle soğuk işlemezdi derime. Şimdi kuru elbise giymiş olmama rağmen yine de hafif bir serinlik hissediyorum. Yaşlanıyor muyum ne?
Bu gece suya girmek için seçtiğim yer, nargile teknemiz Kenan Şeker’i yıllar önce bağladığımız iskelenin yakınında. Bir anlığına emektarın güvertesindeymişim gibi hayal ettim kendimi. Arkadaşlarım geldi aklıma. Bir avuç gözü kara deniz aşığı... Başımızda ustam Adnan abi. Elimi uzatsam Kenan Şeker’e dokunacak gibiyim. Aynı mekanda iki farklı zamanı yaşıyorum. “Korkma...” diye sesleniyorum gençliğime, “Korkma, gir suya! Yaşamındaki en güzel anlar başlamak üzere... Beni bunlardan mahrum etme...”
***
Yüzüme çarpan soğuk suyla daldığım hayallerden sıyrılıyorum. Teoman’la işaretleşiyoruz. Kendi yaptığı kapalı devreyle dalıyor bu gece. Benden yayılan fokurtuların aksine onda çıt yok. Arasıra oksijen ölçerden gelen sinyaller de sesten sayılmaz.
Koyun kıyılarını yalayarak kuzeye yönelen hafif akıntı derinlerde güçleniyor. Yine de çok şiddetli değil, palet çırparken fazla zorlanmıyoruz. Kamyon lastikleri, teneke kutular, bira şişeleri, binbir çeşit çöp... Çamurun üstü yıllar önce bıraktığım gibi. Koyun sakinleri birer ikişer görünmeye başladılar. Kömürcü kayabalıklarının bazıları neredeyse bir palamut kadar iri. Suyu yakamozlandıran istavrit ve gümüş sürüleri dönüşümü kutluyor gibiler. Derken dipte yılan gibi kıvrılan pembemsi kahverengi bir gölge beliriyor. Dibine kadar sokuluyorum, kaçmıyor benden. Birbirimizin sakinliğinden cesaret alıyoruz sanki. Sırtında başın arkasından başlayan ve anüse kadar kesintisiz devam eden yüzgecinin kenarları siyah bir şeritle çevrelenmiş. Çenesinin altındaki bir çift sakalla çamuru karıştırıyor. Ophidion türü kayış balığı bu gecenin sürprizi oldu. Adım başı onlardan var dipte. İrili ufaklı kayış balıkları çamuru eşeleyip yem araken akıntıyla adeta dans ediyorlar.
Lüfer gibi, palamut gibi tezgâha düşmediğinden olsa gerek, İstanbul halkı pek tanımaz kayış balığını. Balıktan sayılmayan, çerçöp muamelesi yapılan balıklardandır o da. Sofraları süslemediği, para etmediği için değer verilmez. Oysa o da özbeöz boğaz çocuğudur, İstanbulludur, Marmaralıdır.
***
30 m derinde dibin eğimi de akıntının şiddeti de artıyor. Gemilerin pervaneleri denizi bronzdan yumruklarla dövüyor. Kanala yaklaşmış olmalıyız. Gece kanala girmek planımızda yoktu. Geri dönme zamanı geldi artık.
Akıntıya karşı yüzerken balıklar eşlik ediyor gece ziyaretçilerine. Gençlik denizlerini unutma, arayı çok açma, özletme kendini diye fısıldıyorlar sanki. Ne de olsa dünyamıza burada adım attın, aramıza burada karıştın der gibiler, karanlık dip arkamızda kalırken.
30 Aralık 2011 Cuma
27 Aralık 2011 Salı
DERİNLİK... ÖZGÜRLÜK... MUTLULUK...
Bu dünyada kendimi en mutlu ve en özgür hissettiğim yerin adını verdim oğluma. Derin, sonsuz mutluluk kaynağım, derinlikler de öyle... Dipsiz bir huzur kuyusu, içine düşmekten hiç korkmadığım.
İşte yine boşlukta düşüyorum. Loş bir aydınlık sarıyordu çevremi başta, o da hızla kayboldu, söndü gitti. Boz, bulanık dip hayal meyal akıp gidiyor altımda. Bir ara omzumun üzerinden, bembeyaz bir ışık çizgisi karanlığı delip geçiyor. Bir başkası onu izlemekte gecikmiyor. Her ışık çizgisinin gerisinde, derin karanlıkta süzülen bir gölge var.
Güneş yabancısı bu dünyanın, sanki hiç doğmamış gibi buralarda. Önümüzde ucu bucağı belli olmayan bulanık bir karanlık var. Derinlik arttıkça, giderek koyulaşıyor. Aydınlığa o kadar aç ki, fenerlerimizin güçlü ışığını bir çırpıda yutup yok ediyor. Işığı emen bir karanlık var derinlerde.
***
Omuz askılarıma taktığım dekompresyon tüplerimi kontrol ediyorum. İkisi de yerli yerinde. Karadayken eklemlerimi sızım sızım sızlatan ağırlıktan eser kalmadı. Suyun kaldırma gücü denge yeleğindeki havayla birleşince, yerçekimi hükmünü yitirdi yüzeyin 50 m altında.
Ait olduğum dünyadayım artık. Derin’likte, Özgür’lüğü ve mutluluğu buluyorum. Derin ve Özgür... Oğlumun ve karımın isimleri... Birini ben seçtim, diğeri derin karanlıkla paylaşacağını bile bile beni seçti!
Oğlumun göbek bağını denize gömmek istediğimde, Özgür hiç itiraz etmemişti. Derin, adını aldığı derinliklere göbeğinden bağlı. Aslında aynı şey tüm kara insanları için geçerli! Yaşam suda başlamadı mı? Hepimiz az çok göbekten bağlı değil miyiz derinlerdeki yaşama? Köklerimiz derinlere uzanıyor. Aldığım her nefesin değeri var burada. Yavaşça, sakince nefes alıp vermek, yaşamak demek. Derin’lerde Özgür’ce yaşadığımı hissediyorum ve böyle yaşamak beni mutlu ediyor.
İşte yine boşlukta düşüyorum. Loş bir aydınlık sarıyordu çevremi başta, o da hızla kayboldu, söndü gitti. Boz, bulanık dip hayal meyal akıp gidiyor altımda. Bir ara omzumun üzerinden, bembeyaz bir ışık çizgisi karanlığı delip geçiyor. Bir başkası onu izlemekte gecikmiyor. Her ışık çizgisinin gerisinde, derin karanlıkta süzülen bir gölge var.
Güneş yabancısı bu dünyanın, sanki hiç doğmamış gibi buralarda. Önümüzde ucu bucağı belli olmayan bulanık bir karanlık var. Derinlik arttıkça, giderek koyulaşıyor. Aydınlığa o kadar aç ki, fenerlerimizin güçlü ışığını bir çırpıda yutup yok ediyor. Işığı emen bir karanlık var derinlerde.
***
Omuz askılarıma taktığım dekompresyon tüplerimi kontrol ediyorum. İkisi de yerli yerinde. Karadayken eklemlerimi sızım sızım sızlatan ağırlıktan eser kalmadı. Suyun kaldırma gücü denge yeleğindeki havayla birleşince, yerçekimi hükmünü yitirdi yüzeyin 50 m altında.
Ait olduğum dünyadayım artık. Derin’likte, Özgür’lüğü ve mutluluğu buluyorum. Derin ve Özgür... Oğlumun ve karımın isimleri... Birini ben seçtim, diğeri derin karanlıkla paylaşacağını bile bile beni seçti!
Oğlumun göbek bağını denize gömmek istediğimde, Özgür hiç itiraz etmemişti. Derin, adını aldığı derinliklere göbeğinden bağlı. Aslında aynı şey tüm kara insanları için geçerli! Yaşam suda başlamadı mı? Hepimiz az çok göbekten bağlı değil miyiz derinlerdeki yaşama? Köklerimiz derinlere uzanıyor. Aldığım her nefesin değeri var burada. Yavaşça, sakince nefes alıp vermek, yaşamak demek. Derin’lerde Özgür’ce yaşadığımı hissediyorum ve böyle yaşamak beni mutlu ediyor.
21 Aralık 2011 Çarşamba
YAŞAMIN GÖLGELERİ
Deniz, gece olunca daha sakin, daha konuksever olur. Sular karardıkça denizin çekingenliği de kaybolur. Gündüz sakladığı tüm sırları birer ikişer açığa çıkar. Sabahki ürkekliğinden eser kalmaz. Yaşamla aranızdaki mesafe alabildiğine azalır. Kulağa ne kadar ürtkütücü gelirse gelsin, gece dalmak bambaşka bir deneyimdir. Karanlığın kalın örtüsü aralandıkça, sıradışı bir gece hayatına tanık olursunuz derinlerde.
***
Karanlığın kıyısındaydık yine. Sıradışı bir gece yaşamamıza az kalmıştı. Hazırlanırken gevezelik ediyorduk bir yandan. Mavramız boldur, havadan sudan konuşur dururuz. Günün tüm yorgunluğu, sıkıntısı, sözlere karışıp gider. Bir nevi terapidir kıyıdaki muhabbetler. Üstelik beleştir. Bir servet ödemezsiniz birileri derdinize kulak versin diye. Fakat asıl rahatlama denizin ıslak kucağında yaşanır. Dostların kaldığı yerden deniz devralır vazifeyi. Suya girer girmez kalan sıkıntılarımız akar gider.
***
Teoman (Naskali), Ulaş (Oyal) ve bendeniz, lodos yüzünden kıyının harman yerine döndüğünü bile bile gelmiştik bu gece Kartal’a. Allah’tan dalgalar beklediğimiz kadar sert değildi. Aksi halde rahatlayalım derken, sahildeki kayaların üzerine afiş olmak da vardı. Lodos şakaya gelmez! Alimallah önüne kattığı gibi savurur atar adamı.
Gece denizi ne renktir, hiç düşündünüz mü? Siyah mı, katran karası mı? Bence ikisi de değil. Tonları sürekli değişen bir karanlığı andırır gece denizi bana. Yaşayan, yaşama kucak açan bir karanlık hakimdir gece derinlere. Siyah deyip geçmek, küçümsemek, haksızlık etmek olur.
***
Ortalığı gündüze çeviren geniş açılı aydınlatmayı sevmem gece dalışında. Bu kuralı sadece fotoğraf ya da film çekerken bozarım. Karanlığı bıçak gibi yaran, parlak, güçlü, dar bir ışık hüzmesi... Gece denizinde yol gösteren ışıktan bir çizgi... Karanlığın büyüsünü bozmayan, ancak çevreyi izlememi de sağlayan dost bir aydınlık... Daracık ışıklı yolun karanlık sınırlarında gece denizinin sürprizleri dolanır. Karanlık örtüsünün katları aralandıkça, sıradışı gece hayatının müdavimleri utana sıkıla kendilerini gösterirler. Uyanıkken düş görmektir gecenin karanlığına dalmak. Gölgeler gelir geçer çevrenizden. O gölge, ya gümüş ya da gelincik balığıdır. Bazen zırh kuşanır, ıstakoz ya da pavurya oluverir. Gece derinlerde, yaşamın gölgeleriyle kuşatılırsınız. Gölgelerin rengine bürünür gece denizi. Uyanmak istemediğim bir düştür. Bu yaşam dolu düşü İstanbul’un yanıbaşında, Marmara’nın derin karanlığında görmek, onu daha da güzelleştirir.