Yıllar önce dinlemiştim bu batığın hikâyesini. İlk kimden
duymuştum, artık hatırlamıyorum. “Ortaköy Cami’nin önünden suya gir, bayırdan
dümdüz ilerle; 25 bilemedin 30 metrede tavasını görürsün... Dikkat et, fena
akar orası! Dipten fazla yükselme, ilişken ağlara, misinalara dikkat et...
Zamanında dinamitle patlattılar, parça parça çıkardılar, ama kalıntısında bol
balık var...”
Ne zaman eski tüfeklerle biraraya gelsek, sohbet döner
dolaşır boğazın batıklarına, ama ille de Ortaköy’deki sac batığa gelirdi. Çok
iyi bilirlerdi bu batığı, hurdasından da balığından da az ekmek yememişlerdi.
Başı sıkışan dalgıcın ekmek teknesiymiş, zamanın paslandırdığı iskeleti. Hele
boğazdaki her kovukta irili ufaklı ıstakozların yuvalandığı devirlerde,
dalgıçların gözünde bir nevi banka kasasıymış. Paran mı bitti? Gel ve ihtiyaç
duyduğun kadar çek!
Böyle bir cevhermiş zamanında Ortaköy batığı...
***
En az 20 yıldır hikâyelerini dinlediğim batığa, nihayet bu
pazar sabahı dalmak nasip oldu. Epeydir yeni bir yer arıyordum dalmak için.
Artık zamanı geldi dedim kendi kendime ve şansımı Ortaköy’de denemeye karar
verdim. Teoman’la (Naskali) Ulaş (Oyal), dünden hevesliydiler zaten böyle bir
dalışa. Perşembe’den sözünü kestik ve Pazar sabahı 6 buçukta, Ortaköy’deki
kilisenin hemen yanındaki otoparkta aldık soluğu. Malum, Ortaköy’ün hafta sonu geleni gideni çok olur; ortalık
kalabalık olmadan suya girip çıkmakta fayda var. Sabahın köründe suya girince
bizim derin batık dalışı iyice tadından yenmez oldu...
***
Saat 07:30’da kafelerin hemen önündeki İDO iskelesinin
yanındaki iskelecikten suya giriyoruz. Yamaç neredeyse dikine derinleşiyor.
Daha bir dakika geçmeden 20 metredeyiz. Tekirler, çinekoplar, gümüş balıkları
çevremizde cirit atıyor. Hem balıkları seyrediyoruz, hem de çevreyi dinliyoruz.
Batığın çevresi balıkçıların gözde avlaklarından. Geceden bırakılan ağlara
çapariz olmamak için pür dikkat etrafı kolaçan ediyoruz. Lodos nedeniyle yüzey
akıntısı yok denecek kadar azalmış. Dibe doğru başlayan hafif ters akıntıya
ise, yukarıdan basan lodosun dipte yarattığı anafor yol açıyor. Normalde
kristalin altında akıntının Karadeniz’e doğru olması gerekirken, bu sabah dip
akıntısı tersine dönmüş. Ancak akıntıdaki bölgesel anormalliklere aldanmamak
şart, yoksa kendinizi bir anda kanala doğru sürüklenirken bulabilirsiniz.
***
Önce birkaç tane kamyon lastiği çıkıyor yolumuza, sonra
birkaç tane daha... İnsanların yükünü taşıyan lastikler, derinlerde sakin ve
gözlerden uzakta bir emeklilik sürüyorlar. Tek ziyaretçileri balıklar ve
çağanozlar; bir de biz çıkageldik bu sabah. Zararsız varlığımız kimseyi
tedirgin etmiyor.
Yıllardır dinlediğim hikâye 37 metrede gerçeğe dönüşüyor.
Ortaköy batığının paslı kalıntısı gri kumun üzerinde öylece yatıyor. Üst
yapısından eser kalmamış; bir zamanlar batığı sökenler, güvertenin üzerinde ne
varsa ustaca kesip almışlar. Parlak ışıklarımız deniz yaşamına teslim olmuş
gövdeden yansıyor. Yıllar sonra gördüğü ilk ışık belki de bizim ışığımızdı...
***
Denizin donattığı kostüm yetmemiş olmalı ki batığın üzeri
metrelerce halat ve ağ ile kaplanmış. Hayalet ağlara takılıp can veren,
kıvranan ya da çoktan çürüyüp gitmiş onlarca balık var. Ağ ve halattan dokunmuş
bir kefen giymek, galiba her batığın ortak kaderi. Batıklar balık yuvasıdır;
balıkçılar bunu iyi bilir ve buralara ağ atarlar. Dostlarının canına
kıyılmasının öcünü, ağı paramparça ederek alır batıklar. Ancak geride kalan salkım
saçak ağ kalıntıları yine de can almaya devam eder. Buradaki hayaletin tanık
olduğumuz kurbanları, dipte gümüş ışıltıları saçan çinekoplardı...
Eşkinalar ve iskorpitler enkazın kurdu olmuşlar. Bir
zamanlar insanların gezindiği metallerin üzerinde artık onların saltanatı
sürüyor. Saklanabilecekleri o kadar çok yer var ki...
Fotoğraf çekerken bir yandan Teoman’la Ulaş’ı izliyorum.
Herbiri batığın ayrı bir köşesinde kendi keşfinin peşine düşmüş. Uzun zamandır
yaptığımız en keyifli dalışlardan biri, memnuniyetleri yüzlerinden okunuyor.
***
42 metre derinde iniş dahil 22 dakikayı geride bıraktık.
Dalış bilgisayarları çoktan “ne haliniz varsa görün...” durumuna geçtiler.
Yamacı takip ederek yavaşça yükselirken yukarıdan gelen sesleri de dinliyorum.
Vapurlar ve yolcu motorları mesaiye başlamış olmalılar.
Deko durakları birer birer geride kalıyor. Nihayet 6 metrede
20 dakikalık son ve en uzun beklemeye sıra geliyor. Ulaş poz verirken, dik yamaca tutunarak konumunu korumaya çalışıyor. Tam bir denge sınavı. Dipte suyun sıcaklığı 14
dereceydi, yüzeyde ise 8’e düştü. Soğuk kendisini hissettiriyor. Kuru elbise
sadece ıslanmaktan korur, üşümekten değil...
Vakit çabuk geçsin diye kovuklara bakınırken, en güzel lapin
balıklardan biri olan “göz benekli lapin” ile yüzyüze geliyorum. Normalde hemen
kaçıp giderler, ama buradakiler insanı tanımıyor galiba; fotoğrafını çekerken
uzunca bir süre istifini bozmuyor. Gaz atım beklemesinin son dakikaları
fotoğraf telaşıyla geçip gidiyor farkına varmadan. Güzel bir dalış yapmış
olmanın keyifli yorgunluğuyla kıyıya geliyoruz. Yıllar önce batmış bir gemiden
arta kalanlara tanık olarak güne başlamanın neşesi bu, ona ulaşmak için
katlandığımız güçlükleri hoş görmemizi sağlayan benzersiz bir keyif.
***
Yazarın notu: Bu yazıya eşlik eden fotoğrafların, Ortaköy’ün
derinlerindeki hikâyeyi tam olarak yansıtmadığının farkındayım. Ancak fotoğraf
makinem sadece bu kadarına izin veriyor. Gelecek sefer sizlere bu batığın daha
iyi görüntülerini sunabilmeyi umuyorum.
boğaz da böyle bi dalış için her hangi bir yere baş vurmak gerekiyor mu ??
YanıtlaSilyani izin almak gerekli mi ??
YanıtlaSilizninizle makalenizi http://www.SCUBATR.com da yayınlamak isterim. Güzel yazı :-) Sitemize beklerim..
YanıtlaSilElinize yüreğinize sağlık.Ben de eski Ortaköy 'lüyüm. Mimarlık YL öğrencisiyim Makalenizi Kaynaça da kullanabilir miyim?
YanıtlaSil