Bazen umduğunuzu değil bulduğunuzu görürsünüz. Son iki haftadır yaptığımız dalışları en kısa böyle özetleyebilirim...
Boğaziçi batıklarına pazar kahvaltısına gider gibi dalmaya öyle alıştık ki, her dalışta dipte bir enkaz görmeye şartlandık sanki. Tabi bu sadece benim düşüncem...
Bana sorarsanız ummak, keşfin doğasına aykırı bir düşünce. Şüphesiz her keşif yolculuğu bir umutla, beklentiyle başlar. Aslında yolculuğa çıkmadan önce koyduğumuz hedefler yol aldıkça umut olarak şekillenir, her ne pahasına olursa olsun gerçekleşmelerini yürekten istediğimiz beklentilere dönüşür.
Geçen hafta Kanlıca’da, Petar Zoranić’in enkazına rastlama umuduyla derinlere doğru yol almıştık. Eski Yugoslavya bandıralı bir tanker olan Petar Zoranić, 1960’da Kanlıca önlerinde boğaz tarihinin tanker kazaları silsilesine ateşli bir başlangıç yapmıştı. Birkaç tanıdıktan da kerteriz alarak gitmemize rağmen eli boş geri döndük geçen pazar...
Evvelki pazar ise Ulaş ile (Oyal) Rumelihisarı’nda Lok Pharba’yı aramıştık. Derindeki gezintinin ödülü olarak 47 m’de geminin vinç direği çıkmıştı karşımıza. Batığın geri kalanını bulmak umuduyla dün yine Rumelihisarı’ndaydık. Burak (Demircan), Hakan (Eğilmez), Ulaş ve bendenizden mürekkep (oluşan) mini teşkilatımızla güle oynaya girdik suya sabahın yedibuçuğunda...
Pazar sabahı boğazın akıntıları hepten sapıtmıştı. Lodosun boğaza bastığı orkoz suyu ile iyice delirmişti şeytan akıntısı. 30 m’yi geçmeyelim demiştik ama kendimizi 40’da bulduk. Su öyle bulanmıştı ki fenerin ışığı bir kulaç gidemeden görünmeyen bir duvara çarpıp geri dönüyordu. Geçen hafta gördüğümüz kalıntıları dahi göremeden kös kös çıktık sudan...
***
Dalışta birşeyler görebilmek ve gördüklerinizden keyif alabilmek, karşınıza çıkanların ne olduğunu bilip bilmedinizle yakından ilgili!
Deniz canlılarını tanıtan anlaşılır dilde yazılmış bol resimli kaynaklar, sualtında görme kalitesini iyileştiren, had safhaya çıkaran en değerli araçlar...
Böyle sualtı rehberleri elinizin altında olduğunda, o kadar iyi görür, tanır ve hemen her dalıştan sınırsız bir keyif alırsınız, tıpkı benim gibi...
Dalıştan sonra hiç mutsuzluk ya da hayal kırıklığı yaşamamış olmamın -ki hâlâ da yaşamam- tek sebebi denizi ve onun koynunda yuvalanan canlıların çoğunu tanıyor olmam. Hakkında derinlemesine bilgi sahibi olduklarım, içli dışlı olduklarım bulunduğu gibi, uzaktan merhabalaştıklarım da var.
Tür düzeyinde olmasa bile çoğunun hangi canlı grubundan olduğunu söyleyebilmek bile yeterli. Karşılaştığım her canlıda o dalışı benim için özel kılan bir ayrıntıyı yakalamak bana yetiyor.
Üzerine sayfalar dolusu yazılabilecek o kadar çok ayrıntı varki derinlerde. Renk renk, biçim biçim ayrıntılarla bezenmiş sıradışı hikâyeler...
***
İtiraf etmeliyim ki geçen iki dalışı benim için değerli kılan ayrıntılar öyle kolayca görülebilecek cinsten ayrıntılar değildi.
İlk kez yirmidört yıl önce mikroskop altında gördüğüm hidroit polip kolonileri... Dipte yerleşmelerine uygun her yeri zarif danteller gibi kaplayan bu canlılar, görüntüleri nedeniyle çoğu zaman yanlışlıkla bitki zannedilseler de, aslında omurgasız hayvanlardır. Bu zarif, hatta kırılgan canlıların plankton avcısı mikroyırtıcılar olduğuna inanası gelmiyor insanın...
Naylon torbayla paçavra arası bir salaşlıkta dalgalanan kolonici tunikatlar Botryllus schlosseri ve Botrylloides spp. de, boğaz dibinin gözden kaçan ayrıntılarından. İşin ilginç yanı, onlar da omurgasız birer hayvan türü. Kayaların üzerini kuştüyü yastıklar gibi örten kolonilerine az yaslanmadım uzun dekompresyonlar sırasında.
***
Derinlerde gizlenen ayrıntıları görebilmek için dalmak yeterli değil. Dalarak sadece onların yanına ulaşmış olursunuz, ama onları farketmenizi sağlayan merak ateşi içinizde yanmıyorsa yıllarca aynı yerde gezinseniz bile üzerlerinden geçip gidersiniz.
İçinizdeki merak ateşini daima körükleyin. Emin olun her dalışta daha fazla şey göreceksiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder