Oğlum Derin’in balıklara verdiği ilginç tepkilere geçenlerde
bir yenisi daha eklendi: “Ama bu tavşana
benziyor...”
Aslında haksız da değildi, çünkü resmine baktığı horozbina
balığı uzun kulaklı bir tavşanı andırıyordu.
Yine şişe peşinde dipte dört döndüğüm bir gündü. Kumdan
belli belirsiz çıkıntı yapmış yeşil pırıltıyı farkedince, ne olduğunu anlamak
için tırmığı özenle takıp şişeyi kumdan çıkardım. Oldukça eski, kalın çeperli,
su yeşili camdan şişeyi evirip çevirirken, korkuyla yuvalarından fırlamış
gözleriyle bana bakan horozbina yerleştiği şişeden çıkmamak için direniyordu.
Belli ki bir şeyleri koruyordu.
İçine balıkların yuvalandığı şişeleri toplamamaya dikkat
ederim. Daha sudayken şişelerin içini yıkamamın tek nedeni, yılların tortusunu
temizlemek değildir. Es kaza şişede bir balık ya da yengeç kaldıysa çıksın
gitsin ve yaşamaya devam etsin telaşıdır benimki, sırtımda en az 20 kilo
ağırlıkla kıyıda dengede durmaya çalışırken.
Fakat ilkbahar sonu gelip de horozbinalar ve kaya balıkları
şişelerin içine yumurtlamaya başladıklarında, içinde yumurta bulunan şişeleri
değil çıkarmak dokunmam bile. Her birinde yüzlerce yumurta olduğunu
düşünürseniz, gelecek sene yüzlerce balık demektir bu yumurtalar. Pürüzsüz cam
cidara yapışmış yumurtaları koruyan anaç horozbina size tehditkâr bakışlar
fırlatırken, adeta bir tıpa gibi kapatır yumurtladığı şişenin ağzını.
***
Derin’in tavşana benzettiği horozbina da canlı bir şişe
mantarı olup çıkmıştı içi yumurta dolu rakı şişesinin
ağzında. Yüzüne cepheden
bakınca, gözlerin hemen gerisinde dimdik yükselen uzun deri çıkıntıları
gerçekten dik kulaklı bir tavşanı andırıyordu.
Ürkmesin diye şişeyi yavaşça yerine koyup bir başka cama
yöneldim madende. Bu sefer de kırık bir kadehin içine iki horozbina birden yuvalanmışlardı.
Deniz zamanla kadehin içini süngerle kaplayarak balıkların rahatça
yuvalanmaları için keskin kenarları kapatmış ve yumuşacık bir beşik
hazırlamıştı onlara.
Bu beşiklerin içinde büyüyen yavru iskorpitlerle,
lapinlerle, hanozlarla boğazda o kadar çok karşılaştım ki...
Konuyu dağıtmamak için horozbinalara dönelim, diğerlerini
başka bir zaman anlatırım.
***
Daha çocuklukta tanışılan balıklardandır horozbina. Blennidae
ailesinin üyeleri olan horozbinalar gerekmedikçe çok hareket etmeyen, yuvalanmayı
seven ve yuvalarını koruyan balıklardır. Dibi eşeleyerek ortaya çıkardıkları
kurtçuklarla ve küçük kabuklularla beslenseler de dipte karşılaştıkları hemen
hemen her çeşit leşten küçük bir parça koparmayı da ihmal etmezler. Av peşinde
koştukları görülmemiştir, ama iş yuvalarını korumaya gelince sinir küpü olur
çıkarlar. O küçücük cüsselerine bakmadan dalgıca kafa tuttukları bile olur.
İstanbul’un kıyı semtlerinde ya da adalarda oturan çocuk
tayfasından horozbinayı bilmeyen nadiren çıkardı eskiden. Acemi oltacıların ilk
avları bir kaya balıkları bir de horozbina olurdu vaktiyle. Annenin dikiş
kutusundan bir kaç tane toplu iğne aşırılır, sonra elden geldiğince özenle
bükülerek bunlardan iptidai olta kancaları yapılır ve sağlamca dikiş ipliğine
ya da eskiden evlerde bolca bulunan dantel ipliklerine bu kancalar acemice
düğümlenerek ilk olta hazırlanırdı.
Bir zamanlar benim de izlediğim yol aşağı yukarı böyleydi.
Sonra mahalleden arkadaşlarla ver elini Bostancı sahile, orası olmazsa
Kuzguncuk, eğer haftasonu adaya gidilmişse müsait olan ilk iskeleden midyeyle
yemlenmiş olta denize bırakılırdı. Horozbina oltaya atlamakta çok nazlanmaz.
Daha birkaç dakika geçmeden kovalar dolmaya başlardı. Horozbina tutmak benim
gibi şimdilerde 40’ını aşmış çoğu İstanbullu’nun 70’lerdeki kıyı
eğlencelerinden biriydi. Hemen hatırlatayım, tuttuğum horozbinaları hiç
öldürmedim. Kancadan çıkarır kıyıdan topladığım bir iki yengecin beklediği su
dolu kovama atar ve daracık dünyadaki kovalamacayı seyrederdim. Horozbina
yeleyi andıran sırt yüzgecini kabartır, yengeç kıskaçlarıyla gözdağı verirdi. Sonra
hepsi geldikleri gibi doğruca denize geri boca edilirdi. Dedim ya çocukluk
eğlencesi...
***
Türkiye’de balık biliminin (ihtiyoloji) öncülerinden olan
Rhasis Erazi, İstanbul Boğazı ve Marmara’da yaşayan horozbina türlerine ilişkin
önemli bir makaleyi 1940’larda yayınlamıştı. Ondan önce 1937’de Sadullah Ayaşlı
tarafından kaleme alınan Boğaziçi Balıkları adlı eserde de horozbinalara
genişçe yer verilmiştir. Gerek makalede gerekse kitapta bahsedilen horozbina
türlerinin çoğu İstanbul Boğazı’nda hâlâ yaşamayı sürdürüyor. Göçmen balıklar
olmamaları ve bölgeci bir yaşam şekli sürmeleri nedeniyle, deniz koşullarında
yaşanan olumsuzluklardan ilk etkilenen balık türleri arasında onlar da var.
Şükürler olsun İstanbul kıyılarındaki her dalışta horozbina
görmeye devam ediyorum. Sevincim boşuna değil. Eğer bir yerde horozbina
yaşıyorsa orası için daha umutlar tükenmedi denebilir.
YanıtlaSilwww.bulutmotor.com ls2 kask,mt kask ve sıfır motor , yedek parça, sym,motoran
www.hazirsitekur.com siteniz olsun hazirsite ,şirket siteleri, e ticaret,arkadaşlık siteleri