fotoğrafını çektim ve dişlerinden birkaç tane alıp alamayacağımı sordum. "Ne yapacaksın dişleri?" diye sormuştu Balıkçı Kenan. Masum yalanıma artık son vermeliydim. "Balıkçılık okulunda öğrenciyim ve köpekbalıklarını incelemeyi seviyorum..." demiştim. Neyse ki kızmadı. Bozcamgözün alameti farikası, tarak şeklindeki alt çene dişlerinden birkaçını söküp vermişti. Balıkçıyla vedalaştık, ama bu onunla son görüşmemiz olmadı. Bozcamgözün peşinde yıllardır sürdürdüğüm derin takip, 1988'de işte böyle başladı.
20 Ocak 2009 Salı
BOZCAMGÖZÜN İZİNDE
"Bakırköylü Balıkçı Kenan'da dev köpekbalığı sergileniyor..." Gazetede bu haberi okuduğumda 18 yaşındaydım. O günkü heyecanımı daha dün gibi hatırlıyorum. Fotoğraf makinemi kaptığım gibi soluğu Bakırköy'deki balık pazarında almıştım. Kasım ayında hava buz gibi soğuktu soğuk olmasına, fakat Balıkçı Kenan'ın tezgâhının önü mahşer yeri gibi kalabalıktı. 4.5 m uzunluğunda, kurşuni gri, kocaman bir köpekbalığıydı tezgâhın önünde boylu boyunca yatan. Alışveriş için çarşıya inmiş olan, gazetede haberi okuyup sırf merakını gidermek için pazara gelen ya da yolu oradan geçen onlarca insan, aç bir merakla doldurmuşlardı balıkçının dükkânını. Bozcamgözün fotoğrafını çekmeye çalışırken, balıkçı yaklaşıp "hangi gazeteden?" diye sormuştu usulca. Gazete mi? Belli ki benden önce de gelenler olmuştu, derinlerden gelen yabancının fotoğrafını çekmek, balıkçıyla iki çift laf etmek için. Bozmadım bu oyunu. Zaten köpekbalığını görmeye gelenler sayesinde, son birkaç gündür iyi satış yapmıştı balıkçı. Keyfi yerindeydi. Ayaküstü lafladık. Marmara'da Tuzla açıklarında yakalanmıştı bu dişi. İstavritle dolu bir gırgır ağının içinde hapsolmuş, Marmara'nın karanlık sularında başlayan yaşamı, balıkçı teknesinin güvertesinde sona ermişti. Şimdi tezgâhta istavritle palamuttan başka balık görmeyen İstanbul halkına, giderayak son bir gösteri yapıyordu, denizin derin karanlığında da bir yaşam olduğunu sessizce haykırarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder