Dar alanlarda yaşamayı seçen farklı türler arasında, yaşamı katı kurallarla yöneten, yazıya dökülmemiş bir sözleşme var. Her türün yaşam alanını görünmeyen sınırlarla bölen, kuralları içgüdülerle belirlenmiş olan bu sözleşme “bölgeci” yaşam şeklinin ya da bölgesel egemenliğin de temelini oluşturur.
Komşu canlıların birbirlerine gözdağı vermeden “Burası benim! Buradan ileriye sakın geçme!..” demelerini mümkün kılan sınırları çizerken doğa asla gelişigüze davranmıyor. Etnik farklılıkların gözardı edilerek, sınırların cetvelle dümdüz çizilebildiği insanların dünyasının aksine, denizdeki sınırlar çizilirken her türün ihtiyaçlarına saygı duyulmuş.
Görünmeyen sınırların amacı savaş çıkarmak değil...
***
Yaşam alanı daraldıkça kaynakların da azalması gerektiğini düşünebilirsiniz. Oysa doğa, dar alanlarda bile yaşamı beslemeye yetecek zenginlikte kaynaklar sunabilir.
Daracık yuvalarından ok gibi fırlayarak, taşların yüzeyini tırtıklayan horozbinalar; yosunların arasındaki minik kabukluları cımbızla çeker gibi toplayan lapinler; sivri dikenlerine aldırmadıkları deniz kestanelerini ustalıkla kıran ve sapsarı yumurtaları afiyetle yiyen karagözler, hanozlar...
Dipteki açık büfede her balığın dişine, beğenisine uygun bir şeyler var. Kaynakları paylaşan, üstüste yaşamanın gerektirdiği ekolojik düzene uyan her balık ve diğer her deniz canlısı karnını doyurabiliyor; en kısıtlı koşullarda bile...
Dipten yüzeye deniz, muazzam bir yaşam bütünlüğü. İçinde barınan herbir canlıyla şekillenmiş tek bir yaşayan organizma gibi görmek yanlış olmaz denizi. Burada her canlı, uzun bir yaşam zincirinin vazgeçilmez bir halkasını oluşturuyor. Besin zinciri, birbirini besleyen milyonlarca halkadan oluşan hassas bir yapı.
Uzun zamandan beri zinciri cahil cesareti ile zorluyoruz. Bu hassas bütünlük üzerindeki insan yükü giderek ağırlaşıyor. Halkalar koptuğunda kaybımız bir tabak balıktan çok fazla olacak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder