Geçen hafta çok güzel bir mürekkep şişesi buldum boğazda bir
yalının eteğinde gezinirken.
Eğer dipten bir karış yukarıda dolanıyor olmasaydım, deniz
kurtlarının kalın beyaz boruları andıran kabuklarıyla kapladığı avuçiçi kadar
şişeyi büyük ihtimalle görmeden geçip giderdim.
Deniz onu gizlemek için çok cömert davranmış olsa da, keskin
açılı köşeleri ve narin boynu, doğal olmayan, insan elinden çıkma bir nesnenin
sinyallerini vermeye yeterliydi...
***
İnsanın keyif aldığı işlerle yaşamak için yapmak zorunda
olduğu işlerin günün birinde bir şekilde kesişmesi çok keyif veren bir tesadüf.
Bana sonsuz mutluluk veren belki de tek uğraş olan derin
gezintilerle, yaşamak için yapmak zorunda olduğum işin, reklam metin
yazarlığının buluşma noktası da, bir süreliğine derinlerdeki yaşamın izleriyle
kaplanmış olan bu mürekkep şişesiydi işte...
***
Derinlerde bulduklarım, insanoğlunun zaman geçse de asla
değişmeyen bir alışkanlığına işaret ediyor...
Elimize ne geçerse denize atıyoruz, hem de asırlardır!
Deniz kıyısında dolaşırken denize bir şeyler fırlatıp atma
huyumuz nesillerdir değişmeden devam ediyor anlaşılan. Bir an önce kurtulmak
istediğimiz çöplerin, işe yaramaz gözüyle bakılan hemen herşeyin de adresi eninde
sonunda yine aynı...
Aslında denize bir şey düşürdüğümüzde, bizden sonra
gelenlere bizi anlatan bir öykü bırakıyoruz derinlere. Eşyanın ait olduğu
zamana ait olan bu öykü yaşam şeklimizi de tarif ediyor.
Şimdilerde bir çağanozun yuvalandığı asırlık şarap şişesi
kırığı, acaba hangi efkârlı hikâyenin ardından kendisini denizde bulmuştu?
Horozbinaların sığınağına dönen bira şişeleri dünden bugüne
uzanan akıl almaz bir marka zenginliği yaratıyor boğazın derin karanlığında.
Bir zamanlar İstanbul’da Liesing marka Avusturya birasının satıldığını, yine derinlerdeki bir gezintinin ardından öğrenmiştim...
Tıpasının üzerinde tamı tamına “Brauerei Liesing” yazan o
şişeyi belki kalpkırıklığından deliye dönmüş bir aşık fırlatmıştı boğazın akan
sularına, belki çakır keyif bir balıkçı, belki de...
Geçmişin seçeneklerini sıralamak için insanların bugünkü
alışkanlıklarına şöyle bir bakmak yeterli...
***
Yaşamı yazı yoluyla anlatma çabamızın yakıtı olan mürekkebin
atası sayılabilecek bazı boyalar bile bir zamanlar deniz canlılarından
çıkarılırmış.
Sıradan bir boğaz dalışının anısı olan şişeyi incelerken
okuduğum, mürekkebin tarihini anlatan çeşitli kaynaklarda, Akdeniz’in kadim
denizcileri Fenikeliler’in çeşitli deniz salyangozlarının bazı dokularını mor
boya yapmak için kullandıkları yazıyor.
Muricidae ailesinin Akdeniz’de bolca bulunan Bolinus
brandaris, Murex trunculus ve Thais haemastoma türü deniz salyangozları, kadim
üreticilerin mor renk için tercih ettikleri başlıca boya hammaddeleri olarak
sayılıyor aynı kaynaklarda.
Bu canlılardan elde edilen morla Mısır firavunlarının
saltanat kayıklarının yelkenleri boyanırmış. Boyayı satın alabilecek kadar
varlıklı olmak bir güç göstergesiymiş. Morun asaletin rengi sayılması binlerce
yıl önceye, kökleri derinlere uzanan bir gelenek.
Hâlâ dolmakalemle müsvette tutan ve inatla mor mürekkep
kullanan bir metin yazarı olmamın bilinçaltı nedenlerinden biri, bu rengin ilk
kez deniz salyangozlarından üretilmiş olması belki...
***
Üzerini kaplayan görünmezlik örtüsü temizlenince ortaya
çıkan zarif mürekkep şişesi kimbilir kaç yıl önce denize atılmıştı?
Özenle temizlediğim mürekkep şişesini derinlerde geçen güzel
bir günün keyifli hatırası olarak saklıyorum.
Denizden çıktığı andaki halinin artık sadece fotoğrafı var
elimde.
Derinlerde varolmaktan tarifsiz bir mutluluk duyan bir metin
yazarı için, aynı derinliklerden çıkarılmış bir mürekkep şişesinden daha
anlamlı bir anı olabilir mi?
hello you have a nice hexaplex trunculus
YanıtlaSil