Bu pazar Burak’la (Demircan) Ulaş’ı (Oyal), yıllardır
uğramadığım bir yere götürdüm boğazda.
Çubuklu Dalgıç Okulu’nu biraz geçtikten sonra sahil yolu
keskin bir viraj yaparak Çubuklu mahallesinin dışından geçer. Tam bu viraja
girerken solunuza baktığınızda karşı kıyıda dik bir tepe görürsünüz. Tepenin
eteğinde dev yakıt tankları vardır. Bu tankların önündeki geniş düzlük, suya
girer girmez derinleşen koyda dalmak için elverişli bir giriş noktasıdır.
Çevresi her zaman oltacı kaynayan koy, Çakal Burnu’ndan
başlar Kozaltı Burnu’nda biter. Önce onbeş yirmi metreye kadar güzel bir eğimle
derinleşir. Yüzeydeki hafif akıntı rahatsız da etmez. Ancak 30 m civarına
gelince ki artık koyun dışında ve kanalın kenarında olduğunuzu bilmeniz
gerekir, akıntı kendini daha da hissettirmeye başlar...
***
Dalışa başladığımızda saat galiba 9’du. Çoook hafif poyrazın
önüne kattığı gri bulutlarla arasıra yüzünü gösteren sabah güneşinin bir
anlığına kızarttığı boğaz suları...
Bu manzarayı izlemek için bütün bir hafta pazarı nasıl iple
çekiyorum bir bilseniz!
Koyun dibi balçığımsı kumla kaplı. Yalnız dipten kalkan kum
akıntı sayesinde hemen dağılıyor. Suyun bulanıklığı ise boğazın kendi
yeşilinden geliyor. Görüşün çok iyi olduğu söylenemez, taş çatlasın 5 m, onu
bile fazla söylemiş olabilirim.
Öyle baş döndüren cinsten bir yamaç değil koyun dibi. 20 m
civarına gelene kadar ağır ağır yükseliyor dijital ekrandaki rakamlar. Tepsi
kadar olmasa da tabaktan taşan bir kalkan balığı ise koyun gözümüze çarpan ilk
sakini oluyor.
***
Kristal tabakasını geçtikten sonra biraz daha ilerliyoruz.
Su iyiden iyiye karardı. 41 m’de bizimkilere bakıyorum. Hepimizde yeteri kadar
hava var ama daha ilerlemenin bir manası yok. Bu derinliğe uzun bir yol aşarak
geldik. 20 dakikaya yakın inişin bir de çıkışı var.
Gerçi ileride görecek bir şey olsa kesin giderdik ya 41’den
dönüyoruz...
Bu derinlikte koydaki kumluğun yerini yumruk kadar taşlar
aldı. Aralarında daha boyları bir parmak kadar bile olmayan benekli hanozlar
(Serranus hepatus) var. Orfozla, lagosla kardeş bir balıktır hanoz; üçü de aynı
ailenin çocuklarıdır. Ege’de Akdeniz’de salına salına yüzen ağabeylerinin
namını burada parmak kadar hanozlar yürütüyor.
Boylarına aldanmayın, neredeyse 30 santime kadar
büyüdüklerinde hem çok yakışıklı, hem de çok lezzetli olacak benekli hanozlar.
Ancak beni alakadar eden ne boyları ne de tatları...
Kıyısı molozlarla, hurdalarla dolu bir koyun derinlerinde
pazar sabahı yeni bir yaşamın ürkek kuyruk çırpışlarını izlemek, oğlum Derin’in
ilk adımlarına şahit olduğum günkü kadar sevindiriyor beni.
***
Taşlıktan kumluğa geçerken Ulaş feneriyle işaret ediyor
gelin diye. Defne yaprağı misali yassı balık yavrusu da belli ki hayata bu
koyda açmış gözlerini. Dipteki hayata kısa süre önce geçiş yaptığı her halinden
belli oluyor; bembeyaz vücudunda bir kuyruk yüzgeci siyah, vücudunu kaplayan
tek tük benekler daha renkten sayılmaz. Uzun bir yol var önünde aşması gereken.
Kimbilir yıllar sonra, eğer ikimiz de hâlâ hayatta olursak
ve yine buraya dalmaya gelirsem, karşıma pisi, dil ya da kalkan balığı olarak
çıkmaya aday bir yeni yetme var artık Çubuklu Koyu’nda.
Günün birinde buraya Derin’i de getiririm ve belki birlikte
de görürüz onu yıllar sonra...
***
Koyda hayat doğmakla kalmıyor, kabuk da değiştiriyor...
Yengeçler, pavuryalar, istakozlar... Tanrı kendilerini
korusunlar diye kapkalın bir kabuk bahşetmiş onlara. Ama gelin görün bazen
kabuğuna sığamıyor ve kostümlerini yenisiyle değiştirmeleri gerekiyor.
Aşağı yukarı 15 m civarında gördüğüm yengeç de artık dar
gelen eski kabuğundan kurtulmaya çalışıyordu. Dışarı taşan iç organlarıyla
iştahaçıcı ve savunmasızdı. Dibine kadar sokulmamıza rağmen kaçmaya yeltenmedi
bile. Bütün eklemleri yerinden oynamıştı. Sırtını koruyan kalın zırhın eski
olanı yenisinin üzerinde bir kapak gibi dururken, biri diğerinin sırtına binmiş
iki yengeci andırıyordu.
Kolay kolay rastlanacak bir görüntü değildi. Birkaç kare
daha fotoğrafını çektim ve ilerlemeye devam ettim. Ulaş hayvanın başında biraz
daha kaldı; söylediğine göre kıyafet değişimini tamamlamış ve kirişi kırmış...
***
Doğan, büyüyen, kabuk değiştiren hayatlar...
Evde günbegün büyüyen oğlumu izlemek, denizde yaşamın
tazelenişine tanık olmak gibisi yok.
Başka türlü çekilmez olurdu hayat...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder