Ne ileri gidebiliyordum ne de geri dönebiliyordum. Kuzeyden
bastıran yüzey akıntısıyla, lodosun güneyden önüne katıp boğaza sıkıştırdığı
orkoz suyunun arasında debeleniyordum.
Taş çatlasın 3-4 m derinde yolumu bulmaya çalışıyordum
Bebek’te eski Hidiv Köşkü’nün şimdiki Mısır Konsolosluğu’nun biraz açığında...
Sarp yamaçlı bir vadi gibi derinleşen boğazda değil de sanki
sığ bir sahilde geziniyordum. Ne ileri ne geri yerimde saydığım kıyının biraz
açığında ökseye tutulmuş gibi hava harcıyordum sadece...
***
Boğazda derinlere indikçe yüzey akıntısı gücünü kaybeder,
zayıfladıkça zayıflar. Bebek’te de buna güvenmiştim. Ancak haritada
gösterilenden daha geniş çıkan sığlık, birbiriyle güç mücadelesine giren iki
inatçı akıntıyla birleşince kıyıya hapsolup kalmıştım.
Duvarları olmayan ıslak bir hücre gibiydi sığlığın ilk
metreleri. Bir ara Burak dayanamadı ve yüzeye çıktı yönümüzü anlamak için,
peşinden de ben...
Teoman’la Ulaş’ı kaybetmemek için yüzeyde fazla oyalanmadan
tekrar dibe indik. Konsolosluğun 20- 30 m önündeydik. Başka bir yerde, mesela
Darıca’da ya da Yeniköy’de o kadar palet
vursak çoktan karanlıkta kaybolup gitmiş olurduk...
***
Bazen kendi çizdiğin yoldan çıkıp akıntının suyuna gitmen
gerekir. Yeni bir yol bulmak için önce kaybolmak gerekir bazen...
Sırtımı kıyıya dönüp karşıda Kandilli’ye uzanan dümdüz bir
rota çizmiştim aklımda. Öyle çok zorlamayan, 20 m’yi bulunca kuzeye dönüp Bebek
Koyu’nun içine doğru uzanan keyifli bir pazar gezmesi olacaktı.
Başta hiç beklediğim gibi olmadı!
Git git derinleşmek bilmedi koy. Baktım dolanmanın sonu yok,
istediğimiz yöne gidemiyoruz, akıntının önünde kaybolmaya bıraktık kendimizi.
Nasıl olsa su yolunu bulurdu...
***
Boğazdaki doğal limanlardan biri olan koyun dibi, insanla
deniz arasındaki ilişkinin enkazlarıyla dolu. Eski bağlama dubalarından geriye
kalan zincir ve halat yığınları, her an üzerinize atılmaya hazır deniz yılanları
gibi dipte çöreklenmişler...
Büyük çapalar, küçük çapalar, irili ufaklı tonozlar yani
dubaları dibe sabitlemeye yarayan küp şeklinde beton bloklar...
Kimbilir kimler demirlemişti bu koyda bir zamanlar?
Denizin geri vermediği dibe takılıp kalmış bir algarna
takımı, gözalabildiğine dibi örten zengin midye yatağından zamanında bolca
nasiplenmiş olmalı...
Oraya buraya saçılmış içi midye dolu çuvallar, parçalanmış
bir sandalın kaburga kalıntıları, olta kurşunları... Denizdeki ekmek kavgasının
bir dolu dilsiz tanığı...
Kıyısında yaşayan insanlarla hep içiçe olmuş boğaz. İçinden
geçtiği, ikiye böldüğü şehre sahip olduğu nimetleri cömertçe vermiş, ama bazen
de alabildiğini almış...
Boğazın her kulacı asırlardır süren alışverişin izlerini
saklıyor.
***
Normal koşullarda 15 litrelik tüpteki havayla ki 200 bar
basınçta 3000 litre hava eder, 40-45 m derine dekompresyonu dahil 1 saate
yaklaşan bir dalışı tamamlayabilirim. Ancak yüzeyde kapışan akıntıların oyununa
geldiğimiz bu pazar sabahı havanın nerdeyse 3’te 1’i ilk 10 m’de tükendi.
Algarnayı biraz daha inceleyip iki kare fotoğrafını
çektikten sonra 32 m’den geri dönüyoruz. Gerçi Teoman gitse daha derine
giderdi, ne de olsa paşam kapalı devreyle dalıyor. Karbondioksiti temizleyen
filtredeki reaksiyonla ılıklaşan havayı soluması da cabası. Adamın sırtında çok
randımanlı olmasa da bir kalorifer teşkilatı var aslında.
***
Koyun içine çıkacağını düşündüğüm eğimli bir rotada aheste
aheste yükselirken yine kalıntılar gördük dipte, insanla denizin arasındaki
alışverişten geride kalan.
Hızla yükselmektense hafifçe yokuş bir yolda yürür gibi daha
eğimli bir yol izleyerek hedef derinliğe çıkmak her zaman daha iyidir. Tabi
tüpünüzde yeterli hava varsa...
Bu şekilde yükselirken çıkış telaşıyla ilginç kareleri
kaçırma talihsizliğine düşmediğiniz gibi, derinliği yavaş yavaş azalan uzun dip
zamanlı dalış keyfini de yaşamış olursunuz.
***
Dalışın sonlarına doğru 6 m’ye yükselmiştik. Sağa sola
bakınırken dekompresyon farkına varmadan geçti gitti. Dekompresyonda
sıkılmamanın tek çaresi bir şeyle uğraşmaktır. Bu zoraki bekleme anları her
taşın altına bakmak için iyi bir fırsattır. Bazen ilginç bir balık görürsünüz,
bazen de Bebek’teki gibi kırık bir küp ve taştan oyulmuş bir top güllesi ile
karşılaşırsınız. Kısmetiniz de ne varsa artık...
Sabırla beklemek ve bilerek kaybolmak... İkisi de
sürprizlere gebedir derinlerde. Hesapta olmayan keyifler yaşamak için bazen
kontrolü bırakmanız gerekir.
Bir gün siz de akıntının önünde kaybolmayı deneyin. Sizi götürdüğü yer belki de gitmek istediğiniz
yerdir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder