Ürkek olduğu kadar meraklıdır istavrit. Burnunuzun dibine
kadar girer, yaptıklarınızı ilgiyle izler. Çevrenizde gezinir, tanımaya
çalışır. Size alıştığını düşündüğünüzde yanıldığınızı anlarsınız. Birden
hareketlenir, az önceki sakinliğinden eser kalmaz. Yanınızdan uzaklaşır, gözden
kaybolur.
Onu ürküten sebep her neyse ortadan kalkınca yeniden
yanınıza gelir ama tedbiri de elden bırakmaz. Hemen kaçmaya hazırdır yine...
***
Bu pazar sabahı Kanlıca Koyu’nda daldık Ulaş’la. Sahil
yolundan devam edip Anadolu Hisarını geçtikten sonra Kanlıca’ya gelmeden önce
küçük bir koydur burası.
Çevresinde eski ve yeni yalıların sıralandığı koya “körfez”
dendiği de olur. Zaten koyun kıyısındaki otobüs durağında da bu isim yazılıdır.
***
Yolun kara tarafındaki boş araziye park ettiğimizde saat 7
olmuştu. Ara sıra gelip geçen bir otobüsü, yolu süpüren çöpçüyü saymazsanız tam
çın sabahta bir sessizlik vardı.
Lodosun önüne katıp boğazın üstüne yığdığı gri bulutlarda
kurşuniye dönmüş gökyüzü, tepelerde gücünü yitiren fırtınadan arta kalan serin
esinti...
Mutlak sessizliği bıçak gibi kesen tiz bir düdük sesi...
Belli ki uzaklardaki bir gemide vardiya değişiyor ya da yol üzerindeki bir
sandala verip veriştiriyor kaptan...
Fırtınanın uğultusuna karışan gemi düdükleri, martı
çığlıkları ve gelip geçen büyük bir geminin ardından kıyıya vuran küçük
dalgaların şıpırtısı...
Koyun kıyısında sabah çayımızı yudumlarken haftanın
dertlerinden eser kalmamıştı...
***
Haritaya göre koyun ağzında derinlik hemen hemen 25 m’ydi.
Denge yeleklerini söndürdükten sonra palete kuvvet bu sınıra ulaşmamız nerdeyse
5 dakika sürdü. Karşımızda derinlere doğru giden tek parça bir kaya duvarı
bulmuştuk...
Batık bir duba, halat kalıntıları, bolca bira ve başka içki
şişeleri...
Hayret etrafta hiç tekerler yok! Oysa boğazda dibin
vazgeçilmez aksesuarlarıdırlar!
Onun yarine birkaç tane usturmaça şamandırasına rastladık;
hani teknelerin yan tarafına asılan büyük toplar vardır ya, işte onlardan...
***
Kanlıca Koyu’nun ilk metrelerinde peşimize takılan meraklı
istavrit hemcinslerinin ürkekliği ile ilgili olarak anlatılanları yalancı
çıkarmak ister gibi sokulgandı. Derindeki kayalığa kadar bizi izledi ve orada
başkaları da aramıza katıldı.
Ben, Ulaş ve çok kalabalık olmayan bir grup istavritle derin
kanala doğru giderken, karşı kıyıya kadar devam ettiğini tahmin ettiğim kalın
bir kablo çifti bize yol gösteriyordu.
***
Boğazda dalarken derinlik değiştikçe denizin tadı da
değişir. Yüzeyde Karadeniz’in ne tatlı ne de tuzlu olmayan buruk suyunun yerini
derinde Akdeniz’in kendine has tuzlu lezzeti alır.
İki deniz arasında gidip gelen boğaz istavritleri belki de
bu yüzden çok lezzetlidirler. İki denizin tadı istavritin etinde kaynaşmış
gibidir...
***
Kabloyu izleyerek derine giderken birkaç tane istavritin
Ulaş’ın gövdesine sığındıkları dikkatimi çekti. O durunca onlarda duruyor ve
akıntıya karşı yüzmeye çalışıyorlardı. Fırsat bu fırsat hemen kamerama
davrandım. Yıllardır defalarca deneyip bir türlü beceremediğim istavrit fotoğraflarını
çekmek Kanlıca Koyu’na kısmetmiş.
Sırtımızda sadece 15 litrelik tüplerimiz vardı. 43 m’de
istavrit fotoğrafı çekmek için 10 dakikaya yakın oyalanmıştık. Dönüş vakti
gelmişti. Kabloyu izleyerek geri döndük. Koyun ağzındaki kayalığın çevresinde
birkaç dakika daha oyalandık.
Derin kovuklarla, uzunlamasına yarıklarla lime lime olmuştu.
Rengârenk süngerlerin kapladığı, her kovuğunda ayrı bir balığın yuvalandığı
kayalık, koyun ağzında küçük bir resif yaratmıştı.
Acaba kaç kişinin haberi vardı bu saklı cennetten?
***
Burayı çok sevdik. Ulaşımı kolay, evlerimize yakın, güzel
derinleşiyor ve derine gidiş gelişte izlenebilecek güvenli bir hat var.
Fakat bu dalışı asıl unutulmaz kılansa dost canlısı
istavritlerdi. Sokulgan, samimi, meraklı tavırlarıyla bu dalışın tadına tat
kattılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder