Yaptığım işin adını nihayet koydum. İş dediysem, denizin
dibinden hurda toplama işini kastediyorum. Bakır, bronz, kurşun, gümüş ya da
nadiren de olsa altın; çoğu zaman yükte alabildiğine ağır ama pahada hafif,
şansımın yaver gittiği nadir zamanlarda ise tam tersi... Ne de olsa tektaş
alyans en az çeyrek ton kurşuna bedeldir!
Sırf denizden hurda metal topluyorum diye beni hemen “hurdacı”
diye yaftalayıp, küçük görenler, halime burun kıvıranlar olduğu gibi, altını,
gümüşü, tektaşı duyunca ağzı sulanan, beni hemen “definecilik” yapmakla
suçlayıp aba altından sopa göstererek avanta koparmaya çalışanlar da olur.
Sakin mizacıma kanıp hamle eden nice gafilleri az geri
püskürtmedim zamanında. Sakın aldanmayın ellerimin temiz ve ince görüntüsüne,
zira dipte hurda sökmekten artık boru anahtarı gibi oldu kendileri (Bkz: Dalgıç el yordamıyla umut edendir).
Neyse, konu dağılmadan isim koyma meselesine kaldığım yerden
devam edeyim. Ne diyordum, evet, ben bir sualtı hurdacısıyım. Sadece ben değil,
başkaları da var geçimini bu yoldan sağlayan ya da vaktiyle sağlamış olan.
Dolayısıyla, bulmam gereken isim sadece bendenizi değil, derin karanlığın türlü
çeşit tehlikelerine bir an olsun gözkırpmadan meydan okuyan deniz emekçisi
yoldaşlarımın da hakkını tam anlamıyla vermeliydi!
Bana toplayıcılığı öğreten Osman (Yazla) abinin, kurşun
toplama işinin mucidi dalgıç Mustafa’nın (Dursun), dalgıç Olgun’un (Malatya) ve
dalgıç “Kırk...” Şahin’in (Aksoy)... Tek dertleri evlerinde bir tencere çorba
kaynatmak ve kimseye muhtaç olmadan yaşamak olan nice dalgıçların hakkını
vermeliydi bu isim!
İsmini unuttuklarım beni bağışlasınlar, zira denizde geçen
bunca yılın ardından belleğim bana oyun oynamaya başladı artık.
***
Karaköy’de Perşembe Pazarı’nda Yağkapanı diye bir yer
vardır. Eskilerin gözlerinde belki bi’damla yaş belki de bi’gülümsemeyle
yankısını bulan Yağkapanı adı, çoğu yeni nesil dalgıç için bir anlam ifade
etmeyebilir. Bu işi öğrendiğimiz, maceralarını keyifle dinlediğimiz abilerimiz,
-mesela Tıran (Oktay) abi, Osman Yaşar (Kulaç) abi, Sercan (Göktürk) abi- burayı
artık mazide kalmış bir korsan yatağı, fukara dalgıçların ekmek kapısı olarak
tarif ederler.
Yağ Kapanı bir çeşit bankadır aslında. Sualtından getirilen
her türlü malzemenin –koccaman obüs mermisi kovanlarının, batıklardan sökülmüş
bakır karina kaplamalarının, deniz suyunun tesiriyle yeşermiş kekamoz kaplı pirinç
manikaların ve akla gelen gelmeyen her tür metal hurdanın- anında paraya
çevrildiği bu bankaya malını döken toplayıcı dalgıç, artık az ya da çok, cebi
dolu dönermiş evine, çorbasını kaynattığı sığınağına.
Mazinin sisleri arasında unutulmaya yüz tutmuş korsan
hikâyelerine hangimiz kapılmadık ki? Vaktiyle Sercan abinin Şişhane Yokuşu Saka
İşhanı’ndaki derme çatma dükkânında –ki hâlâ oranın ne dükkânı olduğunu
anlayabilmiş değilim- Osman (Yazla) ve Emin (Yiğitler) abilerle az dinlemedik
bu hikâyeleri. İzmit Körfezi’nde Eskihisar’ın açığında ray yüküyle batan
Agatocle’yi, bakır kaplamaları ağız sulandıran Heybetnüma’yı, Ortaköy batığını
ve boğazdaki diğer leşleri hep burada duyup öğrenmiştim.
Bu batıklardan çıkarılan metal malzemenin son durağı hep Yağkapanı olmuştu. Korsan yatağında paraya çevrilen hurdalarla kaynamıştı
tenceredeki çorba. Aslında yapılan iş korsanlık değildi, dün de bugün de! İşin
aslını bilmeyenlerin, dalgıçsa “hırsızdır” diye kestirip atanların cahilce
yakıştırmasıdır bu korsan yaftası. Denizde terkedilmiş, batmış, dibe saplanıp
kalmış, bilmem kaç kulaç derinde kaderine terkedilerek unutulmuş metalleri
toplayıp satmanın neresi korsanlık olabilir ki?
Yağkapanı önce formalı dalgıçların toplanma yeriymiş.
Yakınlarda bir de dalgıç kahvesinden söz edilir ama günümüzde yerinde yeller
esmektedir. İçerisi her daim kesif bir sigara dumanı bulutu ile kaplı olan
kahvehanede dalgıçlar iş bekler, yediği vurgunla topal kalan dalgıçların
maceralarını dinler, çay içip lak lak ederlermiş. Derin karanlıkta harcadığı
çabanın, döktüğü alın terinin karşılığını vermeyen denize sırtını çevirip
oturduğu olurmuş bazı kalbi kırık dalgıçların...
Şu kocaman şehr-i İstanbul’da o minicik kahveyi bir
dalgıçlar –gavvaslar- müzesi olarak muhafaza edememişiz ya, yuh olsun!
Derken Yağkapanı’nda formalı dalgıçların yerini balıkadamlar
almaya başlamışlar. Hantal formanın yükünü üzerinden atmış, havasını sırtındaki
tüplerde taşıyan, dünyaya bakır kazanı andıran miğferin lumbozları yerine
kauçuk deniz gözlüğünün camlarından bakan balıkadamlar görüntü itibariyle
formalılardan farklı olsalar da aynı toplayıcı ruh onlarda da varmış. Tabi ki
eski nesil balıkadamların da tek derdi çorbayı kaynatmakmış.
Hazır aklımdayken söyleyeyim, bu çorba kelimesini bi’Osman
(Yazla) abi kullanmaz. Nedense hep fasulyeyi kaynatmak der o. Varsın desin,
nihayetinde kurufasulye de bi’nevi çorba değil mi?
***
Eski Yağkapanı dalgıçlarının çoğu dünyadan göçüp gittiler.
Onların hem neşeli hem de hüzünlü anıları Tırhan (Oktay) abiyle, Osman Yaşar (Kulaç)
abiyle hayata tutunuyor. Şüphesiz o anıları dinleyen bizler -yeni nesil
toplayıcı dalgıçlar- sayesinde Yağkapanı, dalgıçların ortak belleğindeki
yerini muhafaza edecek. Hoş, dalgıç kahvesi bir müzeye dönüştürülmüş olsaydı
buna da gerek kalmazdı ya. Ne de olsa insanlar dünyadan göçüp gittikçe anılar
silikleşmeye yüz tutar. Geride en fazla kişisel albümler ve kenarda köşede
unutulmuş birkaç ıvır zıvır kalır. O da yeni nesiller tarafından muhafaza
edilirlerse. Önemli olan geleneği korumaktır, yaşatmaktır. Bize düşen bu!
İşte bu yüzden, dalgıç Osman’ı (Yazla), dalgıç Cem’i
(Özbakır), dalgıç Mustafa’yı (Dursun), dalgıç Olgun’u (Malatya), dalgıç “Kırk...”
Şahin’i (Aksoy) ve kendimi “Yeni Nesil Yağkapanı Dalgıçları” diye
isimlendirmekte bir sakınca görmedim.
Evet, ben bir toplayıcı dalgıcım, bir Yeni Nesil Yağkapanı
Dalgıcı’yım. Hemen yukarıda isimlerini dostlukla, kardeşçe duygularla
zikrettiğim deniz emekçisi yoldaşlarım da birer Yeni Nesil Yağkapanı Dalgıcı’dırlar...
Bugünlerde Osman abi, Cem ve Şahin, kurşun –ve diğer
hurdaları- toplama işine biraz ara verdiler. Bu ara, geçici bir duraklamamı
yoksa temelli bir paydos mu? İşte orasını bilemem. Olgun ise Yağkapanı
geleneğine karadan destek veriyor; bugün itibariyle Hasanpaşa’da faaliyet
gösteren dükkânında malzeme bakımı ve tamiri yapıyor. Eğer dalış malzemenize
bakım yaptıracaksanız Olgun’a yaptırın derim. Zira kitapta yazmayan kusurları
bulup ortaya çıkarmada, imkânsız tamirleri halletmede üstüne yoktur Olgun’un.
Ne de olsa o da eski deneyimli bir dalgıç.
Kurşun ve diğer hurdaları boğazın dibinden toplayıp çıkarma işini
yapanlar bugün bir ben, bir de Mustafa ile yardımcısı Engin (Gökdeniz). Engin
dalışta daha çok yeni ama gözünü budaktan esirgemeyen iyi bir dalgıç. Belki de bizden
sonra Yağkapanı geleneğini o devam ettirecek. Sonuçta o da bizlerin ve bizden
öncekilerin yetiştiği ocağın ateşinde çorbasını kaynatıyor.
Umarım bizlerden sonra da Yağkapanı geleneğini sürdürecek
yeni nesiller olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder