2 Mayıs 2018 Çarşamba

MAKSAT ÇORBA KAYNASIN


Yaptığım işin adını nihayet koydum. İş dediysem, denizin dibinden hurda toplama işini kastediyorum. Bakır, bronz, kurşun, gümüş ya da nadiren de olsa altın; çoğu zaman yükte alabildiğine ağır ama pahada hafif, şansımın yaver gittiği nadir zamanlarda ise tam tersi... Ne de olsa tektaş alyans en az çeyrek ton kurşuna bedeldir!

Sırf denizden hurda metal topluyorum diye beni hemen “hurdacı” diye yaftalayıp, küçük görenler, halime burun kıvıranlar olduğu gibi, altını, gümüşü, tektaşı duyunca ağzı sulanan, beni hemen “definecilik” yapmakla suçlayıp aba altından sopa göstererek avanta koparmaya çalışanlar da olur. Sakin mizacıma kanıp hamle eden nice gafilleri az geri püskürtmedim zamanında. Sakın aldanmayın ellerimin temiz ve ince görüntüsüne, zira dipte hurda sökmekten artık boru anahtarı gibi oldu kendileri (Bkz: Dalgıç el yordamıyla umut edendir).

Neyse, konu dağılmadan isim koyma meselesine kaldığım yerden devam edeyim. Ne diyordum, evet, ben bir sualtı hurdacısıyım. Sadece ben değil, başkaları da var geçimini bu yoldan sağlayan ya da vaktiyle sağlamış olan. Dolayısıyla, bulmam gereken isim sadece bendenizi değil, derin karanlığın türlü çeşit tehlikelerine bir an olsun gözkırpmadan meydan okuyan deniz emekçisi yoldaşlarımın da hakkını tam anlamıyla vermeliydi!



Bana toplayıcılığı öğreten Osman (Yazla) abinin, kurşun toplama işinin mucidi dalgıç Mustafa’nın (Dursun), dalgıç Olgun’un (Malatya) ve dalgıç “Kırk...” Şahin’in (Aksoy)... Tek dertleri evlerinde bir tencere çorba kaynatmak ve kimseye muhtaç olmadan yaşamak olan nice dalgıçların hakkını vermeliydi bu isim!

İsmini unuttuklarım beni bağışlasınlar, zira denizde geçen bunca yılın ardından belleğim bana oyun oynamaya başladı artık.



***

Karaköy’de Perşembe Pazarı’nda Yağkapanı diye bir yer vardır. Eskilerin gözlerinde belki bi’damla yaş belki de bi’gülümsemeyle yankısını bulan Yağkapanı adı, çoğu yeni nesil dalgıç için bir anlam ifade etmeyebilir. Bu işi öğrendiğimiz, maceralarını keyifle dinlediğimiz abilerimiz, -mesela Tıran (Oktay) abi, Osman Yaşar (Kulaç) abi, Sercan (Göktürk) abi- burayı artık mazide kalmış bir korsan yatağı, fukara dalgıçların ekmek kapısı olarak tarif ederler.

Yağ Kapanı bir çeşit bankadır aslında. Sualtından getirilen her türlü malzemenin –koccaman obüs mermisi kovanlarının, batıklardan sökülmüş bakır karina kaplamalarının, deniz suyunun tesiriyle yeşermiş kekamoz kaplı pirinç manikaların ve akla gelen gelmeyen her tür metal hurdanın- anında paraya çevrildiği bu bankaya malını döken toplayıcı dalgıç, artık az ya da çok, cebi dolu dönermiş evine, çorbasını kaynattığı sığınağına.

Mazinin sisleri arasında unutulmaya yüz tutmuş korsan hikâyelerine hangimiz kapılmadık ki? Vaktiyle Sercan abinin Şişhane Yokuşu Saka İşhanı’ndaki derme çatma dükkânında –ki hâlâ oranın ne dükkânı olduğunu anlayabilmiş değilim- Osman (Yazla) ve Emin (Yiğitler) abilerle az dinlemedik bu hikâyeleri. İzmit Körfezi’nde Eskihisar’ın açığında ray yüküyle batan Agatocle’yi, bakır kaplamaları ağız sulandıran Heybetnüma’yı, Ortaköy batığını ve boğazdaki diğer leşleri hep burada duyup öğrenmiştim.

Bu batıklardan çıkarılan metal malzemenin son durağı hep Yağkapanı olmuştu. Korsan yatağında paraya çevrilen hurdalarla kaynamıştı tenceredeki çorba. Aslında yapılan iş korsanlık değildi, dün de bugün de! İşin aslını bilmeyenlerin, dalgıçsa “hırsızdır” diye kestirip atanların cahilce yakıştırmasıdır bu korsan yaftası. Denizde terkedilmiş, batmış, dibe saplanıp kalmış, bilmem kaç kulaç derinde kaderine terkedilerek unutulmuş metalleri toplayıp satmanın neresi korsanlık olabilir ki?

Yağkapanı önce formalı dalgıçların toplanma yeriymiş. Yakınlarda bir de dalgıç kahvesinden söz edilir ama günümüzde yerinde yeller esmektedir. İçerisi her daim kesif bir sigara dumanı bulutu ile kaplı olan kahvehanede dalgıçlar iş bekler, yediği vurgunla topal kalan dalgıçların maceralarını dinler, çay içip lak lak ederlermiş. Derin karanlıkta harcadığı çabanın, döktüğü alın terinin karşılığını vermeyen denize sırtını çevirip oturduğu olurmuş bazı kalbi kırık dalgıçların...



Şu kocaman şehr-i İstanbul’da o minicik kahveyi bir dalgıçlar –gavvaslar- müzesi olarak muhafaza edememişiz ya, yuh olsun!

Derken Yağkapanı’nda formalı dalgıçların yerini balıkadamlar almaya başlamışlar. Hantal formanın yükünü üzerinden atmış, havasını sırtındaki tüplerde taşıyan, dünyaya bakır kazanı andıran miğferin lumbozları yerine kauçuk deniz gözlüğünün camlarından bakan balıkadamlar görüntü itibariyle formalılardan farklı olsalar da aynı toplayıcı ruh onlarda da varmış. Tabi ki eski nesil balıkadamların da tek derdi çorbayı kaynatmakmış.

Hazır aklımdayken söyleyeyim, bu çorba kelimesini bi’Osman (Yazla) abi kullanmaz. Nedense hep fasulyeyi kaynatmak der o. Varsın desin, nihayetinde kurufasulye de bi’nevi çorba değil mi?



***

Eski Yağkapanı dalgıçlarının çoğu dünyadan göçüp gittiler. Onların hem neşeli hem de hüzünlü anıları Tırhan (Oktay) abiyle, Osman Yaşar (Kulaç) abiyle hayata tutunuyor. Şüphesiz o anıları dinleyen bizler -yeni nesil toplayıcı dalgıçlar- sayesinde Yağkapanı, dalgıçların ortak belleğindeki yerini muhafaza edecek. Hoş, dalgıç kahvesi bir müzeye dönüştürülmüş olsaydı buna da gerek kalmazdı ya. Ne de olsa insanlar dünyadan göçüp gittikçe anılar silikleşmeye yüz tutar. Geride en fazla kişisel albümler ve kenarda köşede unutulmuş birkaç ıvır zıvır kalır. O da yeni nesiller tarafından muhafaza edilirlerse. Önemli olan geleneği korumaktır, yaşatmaktır. Bize düşen bu!

İşte bu yüzden, dalgıç Osman’ı (Yazla), dalgıç Cem’i (Özbakır), dalgıç Mustafa’yı (Dursun), dalgıç Olgun’u (Malatya), dalgıç “Kırk...” Şahin’i (Aksoy) ve kendimi “Yeni Nesil Yağkapanı Dalgıçları” diye isimlendirmekte bir sakınca görmedim.

Evet, ben bir toplayıcı dalgıcım, bir Yeni Nesil Yağkapanı Dalgıcı’yım. Hemen yukarıda isimlerini dostlukla, kardeşçe duygularla zikrettiğim deniz emekçisi yoldaşlarım da birer Yeni Nesil Yağkapanı Dalgıcı’dırlar...



Bugünlerde Osman abi, Cem ve Şahin, kurşun –ve diğer hurdaları- toplama işine biraz ara verdiler. Bu ara, geçici bir duraklamamı yoksa temelli bir paydos mu? İşte orasını bilemem. Olgun ise Yağkapanı geleneğine karadan destek veriyor; bugün itibariyle Hasanpaşa’da faaliyet gösteren dükkânında malzeme bakımı ve tamiri yapıyor. Eğer dalış malzemenize bakım yaptıracaksanız Olgun’a yaptırın derim. Zira kitapta yazmayan kusurları bulup ortaya çıkarmada, imkânsız tamirleri halletmede üstüne yoktur Olgun’un. Ne de olsa o da eski deneyimli bir dalgıç.

Kurşun ve diğer hurdaları boğazın dibinden toplayıp çıkarma işini yapanlar bugün bir ben, bir de Mustafa ile yardımcısı Engin (Gökdeniz). Engin dalışta daha çok yeni ama gözünü budaktan esirgemeyen iyi bir dalgıç. Belki de bizden sonra Yağkapanı geleneğini o devam ettirecek. Sonuçta o da bizlerin ve bizden öncekilerin yetiştiği ocağın ateşinde çorbasını kaynatıyor.

Umarım bizlerden sonra da Yağkapanı geleneğini sürdürecek yeni nesiller olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder