11 Kasım 2012 Pazar

YAŞAMIN İLK KUYRUK VURUŞLARI...

Hayatın doğuşuna tanık olmak, insana kendisini ayrıcalıklı hissettiren harika bir duygu. Süresi bilinmeyen bir maceraya ilk adımını atan bir balığın ilk kuyruk çırpışlarını izlemek, her gün biraz daha soğuyan sularda saatler geçirmeyi anlamlı kılıyor.

Bu pazar Burak’la (Demircan) Ulaş’ı (Oyal), yıllardır uğramadığım bir yere götürdüm boğazda.

Çubuklu Dalgıç Okulu’nu biraz geçtikten sonra sahil yolu keskin bir viraj yaparak Çubuklu mahallesinin dışından geçer. Tam bu viraja girerken solunuza baktığınızda karşı kıyıda dik bir tepe görürsünüz. Tepenin eteğinde dev yakıt tankları vardır. Bu tankların önündeki geniş düzlük, suya girer girmez derinleşen koyda dalmak için elverişli bir giriş noktasıdır.

Çevresi her zaman oltacı kaynayan koy, Çakal Burnu’ndan başlar Kozaltı Burnu’nda biter. Önce onbeş yirmi metreye kadar güzel bir eğimle derinleşir. Yüzeydeki hafif akıntı rahatsız da etmez. Ancak 30 m civarına gelince ki artık koyun dışında ve kanalın kenarında olduğunuzu bilmeniz gerekir, akıntı kendini daha da hissettirmeye başlar...

***

Dalışa başladığımızda saat galiba 9’du. Çoook hafif poyrazın önüne kattığı gri bulutlarla arasıra yüzünü gösteren sabah güneşinin bir anlığına kızarttığı boğaz suları...

Bu manzarayı izlemek için bütün bir hafta pazarı nasıl iple çekiyorum bir bilseniz!

Koyun dibi balçığımsı kumla kaplı. Yalnız dipten kalkan kum akıntı sayesinde hemen dağılıyor. Suyun bulanıklığı ise boğazın kendi yeşilinden geliyor. Görüşün çok iyi olduğu söylenemez, taş çatlasın 5 m, onu bile fazla söylemiş olabilirim.

Öyle baş döndüren cinsten bir yamaç değil koyun dibi. 20 m civarına gelene kadar ağır ağır yükseliyor dijital ekrandaki rakamlar. Tepsi kadar olmasa da tabaktan taşan bir kalkan balığı ise koyun gözümüze çarpan ilk sakini oluyor.

***

Kristal tabakasını geçtikten sonra biraz daha ilerliyoruz. Su iyiden iyiye karardı. 41 m’de bizimkilere bakıyorum. Hepimizde yeteri kadar hava var ama daha ilerlemenin bir manası yok. Bu derinliğe uzun bir yol aşarak geldik. 20 dakikaya yakın inişin bir de çıkışı var.

Gerçi ileride görecek bir şey olsa kesin giderdik ya 41’den dönüyoruz...

Bu derinlikte koydaki kumluğun yerini yumruk kadar taşlar aldı. Aralarında daha boyları bir parmak kadar bile olmayan benekli hanozlar (Serranus hepatus) var. Orfozla, lagosla kardeş bir balıktır hanoz; üçü de aynı ailenin çocuklarıdır. Ege’de Akdeniz’de salına salına yüzen ağabeylerinin namını burada parmak kadar hanozlar yürütüyor.

Boylarına aldanmayın, neredeyse 30 santime kadar büyüdüklerinde hem çok yakışıklı, hem de çok lezzetli olacak benekli hanozlar. Ancak beni alakadar eden ne boyları ne de tatları...

Kıyısı molozlarla, hurdalarla dolu bir koyun derinlerinde pazar sabahı yeni bir yaşamın ürkek kuyruk çırpışlarını izlemek, oğlum Derin’in ilk adımlarına şahit olduğum günkü kadar sevindiriyor beni.

***

Taşlıktan kumluğa geçerken Ulaş feneriyle işaret ediyor gelin diye. Defne yaprağı misali yassı balık yavrusu da belli ki hayata bu koyda açmış gözlerini. Dipteki hayata kısa süre önce geçiş yaptığı her halinden belli oluyor; bembeyaz vücudunda bir kuyruk yüzgeci siyah, vücudunu kaplayan tek tük benekler daha renkten sayılmaz. Uzun bir yol var önünde aşması gereken.

Kimbilir yıllar sonra, eğer ikimiz de hâlâ hayatta olursak ve yine buraya dalmaya gelirsem, karşıma pisi, dil ya da kalkan balığı olarak çıkmaya aday bir yeni yetme var artık Çubuklu Koyu’nda.

Günün birinde buraya Derin’i de getiririm ve belki birlikte de görürüz onu yıllar sonra...

***

Koyda hayat doğmakla kalmıyor, kabuk da değiştiriyor...

Yengeçler, pavuryalar, istakozlar... Tanrı kendilerini korusunlar diye kapkalın bir kabuk bahşetmiş onlara. Ama gelin görün bazen kabuğuna sığamıyor ve kostümlerini yenisiyle değiştirmeleri gerekiyor.

Aşağı yukarı 15 m civarında gördüğüm yengeç de artık dar gelen eski kabuğundan kurtulmaya çalışıyordu. Dışarı taşan iç organlarıyla iştahaçıcı ve savunmasızdı. Dibine kadar sokulmamıza rağmen kaçmaya yeltenmedi bile. Bütün eklemleri yerinden oynamıştı. Sırtını koruyan kalın zırhın eski olanı yenisinin üzerinde bir kapak gibi dururken, biri diğerinin sırtına binmiş iki yengeci andırıyordu.

Kolay kolay rastlanacak bir görüntü değildi. Birkaç kare daha fotoğrafını çektim ve ilerlemeye devam ettim. Ulaş hayvanın başında biraz daha kaldı; söylediğine göre kıyafet değişimini tamamlamış ve kirişi kırmış...

***

Doğan, büyüyen, kabuk değiştiren hayatlar...

Evde günbegün büyüyen oğlumu izlemek, denizde yaşamın tazelenişine tanık olmak gibisi yok.

Başka türlü çekilmez olurdu hayat...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder