A close encounter with the angular rough shark in the Sea of Marmara.
3 Kasım 2009 Salı
4 Ekim 2009 Pazar
KARAGÖZ FIRTINASI
Uzun zamandır ortalarda görünmüyorlardı. Ortam temizlendikçe baltabaş karagözler yine sürü oluşturmaya başladılar. Gerçi İstanbul'un biraz açığındalar ama olsun yine de Marmara'dalar.
28 Eylül 2009 Pazartesi
DERİNDEN GELEN
Domuz köpekbalığı 600 m derine inebilen bir tür olsa da, günün ilerleyen saatlerinde sığ sulara kısa ziyaretler yapar. Kumluğu kolaçan eden bu dişiyi Büyükada'nın güneydoğusunda, Neandros adasında görüntüledik. Taner ışık tuttu, ben videoya kaydettim. Zararsız, son derece oyuncu, alabildiğine ürkek... Ne bir canavar, ne de bir insan avcısı. Üstelik soyu tükenme tehlikesi altında! Umarım ağa takılarak ölmez.
***
Eğer keskin gözlere sahip değilseniz, domuz köpekbalığının kül rengi bedenini boz bulanık kumda fark etmeden geçip gitmeniz işten bile değil. Üstelik insanın çevresinde fırdönen meraklı (!) köpekbalığı türlerinin aksine domuz köpekbalığı kolayca ürker. Gözleri derin karanlığa alışkın bu tür için güçlü bir ışık kaynağının varlığı onu daha da ürkütmekten başka bir işe yaramaz. Neandros adasının yanıbaşındaki derin uçurumdan -ki burası Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın Marmara'nın derinlerinde ilerleyen bölümüdür ve yer yer derinliği 1000 m'yi aşan bir dipsiz kuyu gibidir- adanın eteklerine kısa bir ziyaret yapan sevimli dişiyi fark edecek kadar şanslıydık. Öğle saatlerinde bile insanı ürperten, ama bir o kadar da kendine çeken bir loşluğun hakim olduğu derin Marmara'da saatler ilerledikçe suya alacakaranlık çöker. Sular karardıkça gece avcıları derin yuvalarından sığlıktaki avlaklarına doğru yola çıkarlar. Domuz köpekbalığının yamaç boyunca derinden sığa yaptığı kısa gezintilerin başlıca amacı ise beslenme.
Hidrodinamik vücut yapılarıyla suyu bir zıpkın gibi yaran süratli köpekbalıklarının aksine domuz köpekbalığı ya da Oxynotus centrina oldukça hantal görünüşlü bir türdür. Eğer süratli avcıları kusursuz bir torpile benzetirsek, domuz köpekbalığı iki tane kocaman yelken takmış şişman karınlı bir mavnayla eşleştirilebilir. Tüm squaliform köpekbalıklarında olduğu gibi Oxynotus centrina da bir anüs (anal) yüzgecinden yoksundur. Sırt yüzgeçlerinin orta kısımlarından çıkıntı yapan sivri dikenler, çoğu squliform türün ortak özelliğidir. Beş çift, küçük solungaç yarığı başın her iki yanında göze çarpar. Gözlerin hemen arka taraflarında yer alan ve "spirakulum" denilen kocaman birer delik, zaman zaman dipte yatan bu köpekbalığının solungaç yarıklarına su pompaladığı yedek girişlerdir. Başın hemen altında bulunan küçük ağız hemen göze çarpmasa da çoğu hemcinsi gibi keskin dişlerle silahlandırılmıştır. Dipte yatarken yabancı maddeleri yutmamak için domuz köpekbalığı ağız yerine spirakulumdan su çeker ve solungaçlarına pompalar. Enine kesiti kabaca üçgene benzer ve bu üçgenin alt köşelerine denk gelen deri kalınlaşmış ve vücudun iki yanında birer bıçak sırtı gibi uzanan çıkıntılar (karina) oluşturmuştur. İşlevleri tam olarak anlaşılamamış olan bu karinaların, tıpkı teknelerde olduğu gibi, denge sağlanmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Kitaplarda domuz köpekbalığının azami uzunluğu 1.5 m olarak geçse de bugüne kadar 70 cm'den daha uzun olanına rastlamadım; Neandroslunun uzunluğu ise kabaca 60 cm'ydi.
Domuz köpekbalığı canlı doğuran bir tür. Üreme biyolojisine ilişkin bilgilerimiz oldukça kısıtlı. Kalabalık sürüler oluşturmayan ve genelde tek başına yaşayan bu türü çok fazla tanıdığımız söylenemez. Dişiler yaklaşık 60 cm'den itibaren cinsel olgunluğa ulaşır. 1999 yılı Şubat ayında Ege Denizi'nde yakalanan hamile bir dişinin karnından 15 tane embriyon çıktığını okumuştum. Uzunluğu 69 cm olan annenin doğma şansı bulamayan yavrularının uzunlukları ise 9'la 11 cm arasındaymış.
Oxynotus centrina çoğunlukla dip canlılarıyla beslenen bir tür. Tüplü kurtlar, deniz çıyanları, çeşitli kabuklular türün başlıca besinini oluşturuyor. Ancak derin suda rastladığı myctophidae türleri gibi küçük balıklara da hayır demiyor. İspanya kıyılarında yakalanan iki tane domuz köpekbalığının midelerinden çıkan kedi balığı (Scyliorhinus canicula) yavruları ve yumurtaları, bu ürkek gölgenin mecbur kalırsa fırsatçı bir avcıya dönüşebildiğini gösteriyor.
Güncel Kırmızı Liste'de adı geçen köpekbalığı türleri arasında Oxynotus centrina'da var. Derin deniz türlerini hedefleyen av aletleri karşısında tamamen çaresiz olan domuz köpekbalığı için, diğer derin su köpekbalıkların da olduğu gibi alarm zilleri çalmaya başladı. Neyse ki ürkek gölgenin yuvası çoğu dalgıcın ulaşamayacağı kadar derinde. Akdeniz genelinde "avcılıktan zarar görebilir" uyarısıyla değerlendirilen domuz köpekbalığı için Neandros Adası (belki de tüm Marmara) güvenli bir sığınak olabilir.
***
Eğer keskin gözlere sahip değilseniz, domuz köpekbalığının kül rengi bedenini boz bulanık kumda fark etmeden geçip gitmeniz işten bile değil. Üstelik insanın çevresinde fırdönen meraklı (!) köpekbalığı türlerinin aksine domuz köpekbalığı kolayca ürker. Gözleri derin karanlığa alışkın bu tür için güçlü bir ışık kaynağının varlığı onu daha da ürkütmekten başka bir işe yaramaz. Neandros adasının yanıbaşındaki derin uçurumdan -ki burası Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın Marmara'nın derinlerinde ilerleyen bölümüdür ve yer yer derinliği 1000 m'yi aşan bir dipsiz kuyu gibidir- adanın eteklerine kısa bir ziyaret yapan sevimli dişiyi fark edecek kadar şanslıydık. Öğle saatlerinde bile insanı ürperten, ama bir o kadar da kendine çeken bir loşluğun hakim olduğu derin Marmara'da saatler ilerledikçe suya alacakaranlık çöker. Sular karardıkça gece avcıları derin yuvalarından sığlıktaki avlaklarına doğru yola çıkarlar. Domuz köpekbalığının yamaç boyunca derinden sığa yaptığı kısa gezintilerin başlıca amacı ise beslenme.
Hidrodinamik vücut yapılarıyla suyu bir zıpkın gibi yaran süratli köpekbalıklarının aksine domuz köpekbalığı ya da Oxynotus centrina oldukça hantal görünüşlü bir türdür. Eğer süratli avcıları kusursuz bir torpile benzetirsek, domuz köpekbalığı iki tane kocaman yelken takmış şişman karınlı bir mavnayla eşleştirilebilir. Tüm squaliform köpekbalıklarında olduğu gibi Oxynotus centrina da bir anüs (anal) yüzgecinden yoksundur. Sırt yüzgeçlerinin orta kısımlarından çıkıntı yapan sivri dikenler, çoğu squliform türün ortak özelliğidir. Beş çift, küçük solungaç yarığı başın her iki yanında göze çarpar. Gözlerin hemen arka taraflarında yer alan ve "spirakulum" denilen kocaman birer delik, zaman zaman dipte yatan bu köpekbalığının solungaç yarıklarına su pompaladığı yedek girişlerdir. Başın hemen altında bulunan küçük ağız hemen göze çarpmasa da çoğu hemcinsi gibi keskin dişlerle silahlandırılmıştır. Dipte yatarken yabancı maddeleri yutmamak için domuz köpekbalığı ağız yerine spirakulumdan su çeker ve solungaçlarına pompalar. Enine kesiti kabaca üçgene benzer ve bu üçgenin alt köşelerine denk gelen deri kalınlaşmış ve vücudun iki yanında birer bıçak sırtı gibi uzanan çıkıntılar (karina) oluşturmuştur. İşlevleri tam olarak anlaşılamamış olan bu karinaların, tıpkı teknelerde olduğu gibi, denge sağlanmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Kitaplarda domuz köpekbalığının azami uzunluğu 1.5 m olarak geçse de bugüne kadar 70 cm'den daha uzun olanına rastlamadım; Neandroslunun uzunluğu ise kabaca 60 cm'ydi.
Domuz köpekbalığı canlı doğuran bir tür. Üreme biyolojisine ilişkin bilgilerimiz oldukça kısıtlı. Kalabalık sürüler oluşturmayan ve genelde tek başına yaşayan bu türü çok fazla tanıdığımız söylenemez. Dişiler yaklaşık 60 cm'den itibaren cinsel olgunluğa ulaşır. 1999 yılı Şubat ayında Ege Denizi'nde yakalanan hamile bir dişinin karnından 15 tane embriyon çıktığını okumuştum. Uzunluğu 69 cm olan annenin doğma şansı bulamayan yavrularının uzunlukları ise 9'la 11 cm arasındaymış.
Oxynotus centrina çoğunlukla dip canlılarıyla beslenen bir tür. Tüplü kurtlar, deniz çıyanları, çeşitli kabuklular türün başlıca besinini oluşturuyor. Ancak derin suda rastladığı myctophidae türleri gibi küçük balıklara da hayır demiyor. İspanya kıyılarında yakalanan iki tane domuz köpekbalığının midelerinden çıkan kedi balığı (Scyliorhinus canicula) yavruları ve yumurtaları, bu ürkek gölgenin mecbur kalırsa fırsatçı bir avcıya dönüşebildiğini gösteriyor.
Güncel Kırmızı Liste'de adı geçen köpekbalığı türleri arasında Oxynotus centrina'da var. Derin deniz türlerini hedefleyen av aletleri karşısında tamamen çaresiz olan domuz köpekbalığı için, diğer derin su köpekbalıkların da olduğu gibi alarm zilleri çalmaya başladı. Neyse ki ürkek gölgenin yuvası çoğu dalgıcın ulaşamayacağı kadar derinde. Akdeniz genelinde "avcılıktan zarar görebilir" uyarısıyla değerlendirilen domuz köpekbalığı için Neandros Adası (belki de tüm Marmara) güvenli bir sığınak olabilir.
11 Eylül 2009 Cuma
BU CENGÂVERLİĞİ AKLIM ALMIYOR!
Av yasağının kalkmasıyla birlikte Marmara’da yine bozcamgözün kanı aktı. Denize ilk ağın atılmasının üzerinden daha bir hafta bile geçmeden, her yıl yinelenen bozcamgöz katliamının başlama vuruşu Gürpınar açıklarında yapıldı. 6 Eylül akşamı Beylikdüzü Kültür ve Sanat Festivali’nde teşhir edilmek üzere Gürpınar’da karaya çıkarılan 5 m’lik dişi, Balıkçı Kenan için artık avlamaya alıştığı bir köpekbalığıydı. Eti beş para etmese de kanlı dramın devasa oyuncusu tezgâha iyi müşteri çekiyordu. Üstelik sahnede fazla rol yapması da gerekmiyordu; ölü (!) gibi yatması yeterliydi yerde. Balıkçılar bozcamgöze bu oyunda tek bir rol vermişlerdi; o, hep ölü canavarı oynamak zorundaydı. Uzunluğu, ağırlığı, cinsiyeti ne olursa olsun bozcamgöze sadece ölüm yaraşırdı. Ne de olsa o insan kanına susamış bir canavardı, tüm karakteri ölüm ve öldürmek üzerine kuruluydu bozcamgözün; hiçbir iyi özelliği olamazdı.
İlginç haber arayışındaki basın mensupları hemen çevresinde toplandılar sahnedeki ölünün. Yaşarken istese bu kadar çok seyirciyi çekemezdi kendisine bozcamgöz. Kim kana susamış bir insan katilinin yakınında olmak isterdi ki? Her yıl olanlar tekrar etti Beylikdüzü’ndeki bozcamgözün çevresinde: cep telefonlarıyla canavarın fotoğrafları çekildi, uzatılan mikrofonlara basmakalıp sözler söylendi. Klişeler tekrarlandı ezberden; “canavar” “daha bunlardan çok var” “neyse ki biz varız” “yaza kadar geri kalanı tek tek yakalarız” “içiniz rahat olsun yaza bir tane bile bırakmayız ve rahat rahat girersiniz yine denize” vs. vs.
“Denizde bu canavarla karşılaşsan ne yaparsın?” sorusuna verilen cevapsa inanılmazdı; “gerekirse kaçarım, gerekirse savaşırım?” Bu kelimeleri sadece sıradan insanlar söylemiş olsalar umursamam. Fakat yıllar önce, yine Beylikdüzü’nde sergilenen bir başka bozcamgöz için bir akademisyenin “iki tokat atarsın gider…” gibi bir laf etmiş olması sabrımı taşırıyor. Köpekbalığı kıyımını haklı çıkarmaya çalışan bu ve benzeri sözlerin, toplumun her düzeyinde bir salgın gibi yayılması beni ürkütüyor. Ya günün birinde yetkililer, sırf yarattıkları sözde tehlikeyi bahane ederek büyük köpekbalığı avcılığının önünü açan kararlar alırlarsa? Üstelik bu kararlara gerekçe olarak, yaşamlarında bir kez olsun büyük köpekbalığı türlerinin yaşam öykülerine kulak vermemiş, masa başına demir atmış akademisyenlerin sözlerini kanıt gösterirlerse? Bu olasılık, köpekbalıklarının yarattıkları iddia edilen tehlikeden daha büyük bir tehlike! Aklımın almadığı bu cengâverlik, doğada hoşumuza gitmeyen, tehdit olarak algıladığımız her canlıyı yok etme hakkına zemin yaratmaya başladı. İnsan dışındaki hemen her canlının yaşama hakkını hiçe sayan bu acınası durum beni ürkütmekten öte dehşete düşürüyor.
İlginç haber arayışındaki basın mensupları hemen çevresinde toplandılar sahnedeki ölünün. Yaşarken istese bu kadar çok seyirciyi çekemezdi kendisine bozcamgöz. Kim kana susamış bir insan katilinin yakınında olmak isterdi ki? Her yıl olanlar tekrar etti Beylikdüzü’ndeki bozcamgözün çevresinde: cep telefonlarıyla canavarın fotoğrafları çekildi, uzatılan mikrofonlara basmakalıp sözler söylendi. Klişeler tekrarlandı ezberden; “canavar” “daha bunlardan çok var” “neyse ki biz varız” “yaza kadar geri kalanı tek tek yakalarız” “içiniz rahat olsun yaza bir tane bile bırakmayız ve rahat rahat girersiniz yine denize” vs. vs.
“Denizde bu canavarla karşılaşsan ne yaparsın?” sorusuna verilen cevapsa inanılmazdı; “gerekirse kaçarım, gerekirse savaşırım?” Bu kelimeleri sadece sıradan insanlar söylemiş olsalar umursamam. Fakat yıllar önce, yine Beylikdüzü’nde sergilenen bir başka bozcamgöz için bir akademisyenin “iki tokat atarsın gider…” gibi bir laf etmiş olması sabrımı taşırıyor. Köpekbalığı kıyımını haklı çıkarmaya çalışan bu ve benzeri sözlerin, toplumun her düzeyinde bir salgın gibi yayılması beni ürkütüyor. Ya günün birinde yetkililer, sırf yarattıkları sözde tehlikeyi bahane ederek büyük köpekbalığı avcılığının önünü açan kararlar alırlarsa? Üstelik bu kararlara gerekçe olarak, yaşamlarında bir kez olsun büyük köpekbalığı türlerinin yaşam öykülerine kulak vermemiş, masa başına demir atmış akademisyenlerin sözlerini kanıt gösterirlerse? Bu olasılık, köpekbalıklarının yarattıkları iddia edilen tehlikeden daha büyük bir tehlike! Aklımın almadığı bu cengâverlik, doğada hoşumuza gitmeyen, tehdit olarak algıladığımız her canlıyı yok etme hakkına zemin yaratmaya başladı. İnsan dışındaki hemen her canlının yaşama hakkını hiçe sayan bu acınası durum beni ürkütmekten öte dehşete düşürüyor.
10 Eylül 2009 Perşembe
BOZCAMGÖZÜN HUZURU KALMADI
Hexanchus griseus’un (bozcamgöz) Marmara Denizi’ndeki güncel durumu, KANIT (Türk Sularında Yaşayan Köpekbalıklarının Tesbiti) Projesi'nde cevap aranan en önemli sorular arasındaydı. Türün Marmara’daki varlığına ilişkin kayıtların geçmişi 20. yüzyılın başına tarihlenmesine rağmen, bozcamgöz nüfusunun içdenizdeki durumuna daima belirsizlikler hakimdi. Açık konuşmak gerekirse, eski kaynakların çoğuna göre Marmara’da yakalanan bozcamgözler, buraya ait olmayan gelip geçici konuklardı; içdenizde yerleşik bir bozcamgöz nüfusundan söz etmek mümkün değildi. H. griseus’un ilk Marmara kayıtlarını kaleme alan Karekin Deveciyan ve Emilio Ninni’den, türün güncel kayıtlarını duyuran çalışmalara kadar geçen yaklaşık 80 yıl içinde gözlenen derin suskunluk, bozcamgözü Marmara’nın hafızasından sanki silip atmıştı.
Marmara Denizi, dip yapısıyla, derinliğiyle, özellikle derin katmanlarındaki dengeli su koşullarıyla, bozcamgöze ideal bir yuva sunuyor. Akustik izleme cihazlarıyla yapılan araştırmalar, bozcamgözlerin gündüz 600 ila 1100 m arasında kalan derinliklerde ve en fazla 10 km çapında bir alanda gezindiğini gösterdi. Bu nedenle Marmara Denizi’nin özellikle derin çukurlarında yürütülecek ister ticari, isterse sportif herhangi bir balıkçılık aktivitesi, soyu tehlike altında olan bozcamgözün üzerindeki balıkçılık baskısını daha da artıracaktır. 1000 m derine olta sarkıtmak kulağa imkansız gibi gelebilir; ancak, sportif olta donanımlarındaki gelişmelerle, derin suda olta balıkçılığı yapmak artık mümkün. Bu gibi donanımlara sahip olan ve “acaba bu haftasonu ne yapsam?” sıkıntısıyla kıvranan düşüncesiz maceraperestlerin sarkıttıkları oltalar sayesinde, bozcamgözün derin Marmara’da huzuru kalmadı. Balıkçıların ifadeleri ağa takılan bozcamgözlerin güvertede yaklaşık 20 dakika, hatta bazen daha uzun süre canlı kaldıklarını gösteriyor. Güvertede can çekişen bozcamgözleri yaşatmak mümkün olabilir. Bunun için öncelikle bozcamgözü yok edilmesi gereken bir canavar ya da gazetelerdeki kanlı haberlerin baş rol oyuncusu olarak görme önyargısından vazgeçmeliyiz. Adı “Kırmızı Bülten”de geçen ve tüm Akdeniz’de nesli tehlike altında olan bozcamgöz için Marmara Denizi’ni güvenli bir sığınak haline getirmek bizim elimizde. Bir zamanlar güvenle yüzdüğü derin karanlıkta bozcamgözü bugün belirsiz bir gelecek bekliyor. Tükenişi önlemek için denizi gerçek sahipleriyle paylaşmak zorundayız. Bozcamgöz bu paylaşımı fazlasıyla hak ediyor.
İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu (İAT) tarafından 2000 yılında başlatılan KANIT Projesi kapsamında yapılan araştırmalar, H. griseus’un Marmara’da hâlâ yaşadığını ve büyük olasılıkla içdenizde yerleşik bir nüfus oluşturduğunu ortaya koydu. 2000-2009 yılları arasında yürütülen bozcamgöz araştırmasında, türün eski ve yeni Marmara kayıtları günışığına çıkarıldı. En küçüğü 1.2 m ve en büyüğü 6 m uzunluğunda olan 54 tane bozcamgöze ilişkin bilgiler, türün Marmara Denizi’nin özellikle kuzey kıta sahanlığında yaygın olarak yaşadığını gösteriyor. İncelenen bozcamgözlerin %78’i, Marmara Denizi’nde doğu-batı yönünde uzanan ve derinlikleri 1000 m’yi geçen üç tane çukurun (Çınarcık, Tekirdağ ve Ganoz Çukurları) kıta yamacında ve sığlıklarında yakalanmıştı.
Peki, Marmaralı bozcamgözlerin ölümüne yol açan başlıca av aleti neydi? Tam 31 tane bozcamgöz, ki bu sayı incelenen bireylerin %60’ına karşılık gelmektedir, gırgır tekneleri tarafından yakalanmıştı. Türk sularında 1 Eylül-1 Mayıs tarihleri arasında devam eden balıkçılık mevsimi dışında kalan yasak dönemde de bozcamgöz yakalanmış olması, Marmaralı bozcamgözleri yıl boyunca tehdit eden bir balıkçılık baskısı olduğunu kanıtlıyor. Marmara Denizi önemli bir balıkçılık alanı ve içdenizde balıkçılarla bozcamgözlerin karşılaşması kaçınılmaz bir durum. Büyük köpekbalıklarına karşı yazılı ve sözlü basının gösterdiği yoğun ilgi, ayrıca bir türlü unutmaya yanaşmadığımız JAWS fobisi, denizin çaresiz devlerinin yakalanarak kıyıya getirilip sirk hayvanları gibi teşhir edilmeleri için sözde haklı nedenler yaratıyor. Ancak bozcamgöz “k-seçimli” bir tür; yani uzun ömürlü olan, cinsel olgunluğa geç ulaşan, uzun bir hamileliğin ardından az sayıda yavru doğuran bir köpekbalığı türü. Bu nedenle, bırakın aşırı avlamayı, yasalara uygun olarak yürütülen sorumlu balıkçılık bile bozcamgöz nüfusunda kapanmayacak yaralar açabilir. Hatta Marmaralı bozcamgözleri içdenizden tamamen kazıyıp atabilir.
Peki, Marmaralı bozcamgözlerin ölümüne yol açan başlıca av aleti neydi? Tam 31 tane bozcamgöz, ki bu sayı incelenen bireylerin %60’ına karşılık gelmektedir, gırgır tekneleri tarafından yakalanmıştı. Türk sularında 1 Eylül-1 Mayıs tarihleri arasında devam eden balıkçılık mevsimi dışında kalan yasak dönemde de bozcamgöz yakalanmış olması, Marmaralı bozcamgözleri yıl boyunca tehdit eden bir balıkçılık baskısı olduğunu kanıtlıyor. Marmara Denizi önemli bir balıkçılık alanı ve içdenizde balıkçılarla bozcamgözlerin karşılaşması kaçınılmaz bir durum. Büyük köpekbalıklarına karşı yazılı ve sözlü basının gösterdiği yoğun ilgi, ayrıca bir türlü unutmaya yanaşmadığımız JAWS fobisi, denizin çaresiz devlerinin yakalanarak kıyıya getirilip sirk hayvanları gibi teşhir edilmeleri için sözde haklı nedenler yaratıyor. Ancak bozcamgöz “k-seçimli” bir tür; yani uzun ömürlü olan, cinsel olgunluğa geç ulaşan, uzun bir hamileliğin ardından az sayıda yavru doğuran bir köpekbalığı türü. Bu nedenle, bırakın aşırı avlamayı, yasalara uygun olarak yürütülen sorumlu balıkçılık bile bozcamgöz nüfusunda kapanmayacak yaralar açabilir. Hatta Marmaralı bozcamgözleri içdenizden tamamen kazıyıp atabilir.
Marmara Denizi, dip yapısıyla, derinliğiyle, özellikle derin katmanlarındaki dengeli su koşullarıyla, bozcamgöze ideal bir yuva sunuyor. Akustik izleme cihazlarıyla yapılan araştırmalar, bozcamgözlerin gündüz 600 ila 1100 m arasında kalan derinliklerde ve en fazla 10 km çapında bir alanda gezindiğini gösterdi. Bu nedenle Marmara Denizi’nin özellikle derin çukurlarında yürütülecek ister ticari, isterse sportif herhangi bir balıkçılık aktivitesi, soyu tehlike altında olan bozcamgözün üzerindeki balıkçılık baskısını daha da artıracaktır. 1000 m derine olta sarkıtmak kulağa imkansız gibi gelebilir; ancak, sportif olta donanımlarındaki gelişmelerle, derin suda olta balıkçılığı yapmak artık mümkün. Bu gibi donanımlara sahip olan ve “acaba bu haftasonu ne yapsam?” sıkıntısıyla kıvranan düşüncesiz maceraperestlerin sarkıttıkları oltalar sayesinde, bozcamgözün derin Marmara’da huzuru kalmadı. Balıkçıların ifadeleri ağa takılan bozcamgözlerin güvertede yaklaşık 20 dakika, hatta bazen daha uzun süre canlı kaldıklarını gösteriyor. Güvertede can çekişen bozcamgözleri yaşatmak mümkün olabilir. Bunun için öncelikle bozcamgözü yok edilmesi gereken bir canavar ya da gazetelerdeki kanlı haberlerin baş rol oyuncusu olarak görme önyargısından vazgeçmeliyiz. Adı “Kırmızı Bülten”de geçen ve tüm Akdeniz’de nesli tehlike altında olan bozcamgöz için Marmara Denizi’ni güvenli bir sığınak haline getirmek bizim elimizde. Bir zamanlar güvenle yüzdüğü derin karanlıkta bozcamgözü bugün belirsiz bir gelecek bekliyor. Tükenişi önlemek için denizi gerçek sahipleriyle paylaşmak zorundayız. Bozcamgöz bu paylaşımı fazlasıyla hak ediyor.
29 Temmuz 2009 Çarşamba
İSTANBUL'DA DALMAK
Dalışın keyfini uzaklarda aramayın. Tarih ve sualtı yaşamı İstanbul'da içiçe girmiş. Denize düşen çöp bile göze güzel görünür bu sularda.
21 Nisan 2009 Salı
SAROS KÖRFEZİ'NDE İKİ BOZCAMGÖZ
Dr. Ata Bilgili tarafından 20 Nisan 2009'da Saros Körfezi'nde kaydedilen bu film, yıllardır devam eden bozcamgöz kıyımının bir başka kanıtı. Bu sefer parçalamak yerine en azından denize geri bırakmışlar bozcamgözü. Ne yazık ki yaşamamış.
8 Mart 2009 Pazar
KEDİNİZE LÜTFEN BAŞKA MAMA BULUN
Geçen hafta İstanbul'da iki farklı balıkçıda iki tane bozcamgöz (Hexanchus griseus) teşhir edildi. O bildik kanlı hikâye yine tekrarlandı. Biri Saros Körfezi'nde, diğeri Marmara Ereğlisi'nde yakalanmıştı. Saros Körfezi'nde yakalanan bozcamgözü hangi av aletinin öldürdüğünü bilmiyorum, ama Marmara Ereğlisi'nde bir gırgır ağı son vermişti bu muhteşem balığın yaşamına, tam 100 m derinde. Her ikisi de dişiydi ve eğer öldürülmemiş olsaydılar türlerinin devamı için genç nesiller doğuracaklardı. Olmadı! Avlandılar... Katledildiler... Kanları aktı; kanlı izler Marmara'dan, Ege'den İstanbul sokaklarına kadar uzadı gitti.
Saros Körfezi'nde yakalanan bozcamgöz 4 m uzunluğundaydı. Ümraniye'de Çakmak Köprüsü'nün yanıbaşında bir balıkçıda sergilendi, bir vincin ucuna başaşağı asılarak. Kanı sokağı ıslattı. Öldürülmesinden kimse rahatsız olmadı. Canavardı ya sözüm ona; öldürülebilirdi, mahsuru yoktu bu katliamın. Bostancı'da da durum farklı değildi. Onu başaşağı asmak yerine yere yatırmışlardı. Boyu 3.5 m'ydi. Meraklı ama ürkek bir kalabalık sarmıştı çevresini. İçlerinden birisi sordu balıkçıya;
- Nerede yakalandı bu?
- "Marmara Ereğlisi'nde..." diye yanıtladı balıkçı; "korkmayın çok derinde yaşar, o yüzden
insana pek yaklaşmaz."
köpekbalıklarına karşı derin bir korku, gizlenmeyen bir güvensizlik var. Korkunun ve güvensizliğin önüne geçemiyoruz. Onlara karşı beslediğimiz korku ve güvensizliğe çoğu zaman iğrenme ve sebebini açıklayamadığımız bir nefret ekleniyor. Onları öldürürken, bu duygulara yaslanarak kendimizi iyi ve haklı hissediyoruz. Denizin görkemli canlıları ya İstanbul'un çöplüklerinde çürümeye terk ediliyor ya da kedi maması yapılıyor.
150 milyon yıldır denizlerde boy gösteren bir canlıyı kedi maması yapacak kadar küçümsüyoruz. Lütfen kedinize başka mama bulun ve bozcamgözü derin karanlıkta rahat bırakın artık.
13 Şubat 2009 Cuma
YOKSA MARMARA’DA KÖPEKBALIĞI SALDIRISI OLDU MU?
“Hani insanın ne olduğunu bilmediği, fakat yüreğinin derinliklerinde hissettiği bir korku vardır. Kahreder adamı… İşte o cinsten bir duyguyla sarsıldım. Bir şey görmüyor, fakat tehlikenin yaklaştığını hissediyordum. Derken hafif sağımda, uzakta, bir büyük karaltının üstüme doğru geldiğini fark ettim. Hayrola! Yoksa bir cep denizaltısıyla mı karşı karşıyayım? Ne münasebet! İnme inmiş gibi, olduğum yerde kalıveriyorum! Bu, şimdiye kadar denizlerin dibinde görmediğim irilikte bir köpekbalığı! Aramızdaki mesafe daha kapanmadan, birden ve olanca gücümle yukarı çıkmaya başlıyorum. Kovalanıp, kovalanmadığımı anlamak için arkama dönüp bakmak bile aklıma gelmiyor. Biraz sonra su üstündeyim. Hızla dışarı çıkıyorum. Arkadaşlara gördüğüm şeyi anlatınca, önce kahkahalarla gülüyorlar bana. Hayal gördüğümü söylüyorlar. İnanmıyorlar… Fakat ben daha onları ikna etmek için çırpınır, heyecanlı heyecanlı konuşurken, hepsi dehşetle irkiliyorlar. Çünkü 100-150 kiloluk kılıç ve orkinoslar adeta havada uçar gibi su sathına fırlamaya başlıyorlar. Onların da ürküp paniğe kapıldıkları belli! Bu arada benim gibi suya dalan arkadaşlarımda da bir panik başlamıştı. Hepsi çil yavrusu gibi dağılmışlar ve ayrı kollardan karaya doğru yüzmeye başlamışlardı. Bu mübarek denizlerin böyle beklenmedik tehlikeleri yok değildir hani…”
Doktor Zareh Magar, Türkiye’nin ilk balıkadamlarından. 1950’lerin 60’ların Marmara’sına dalma mutluluğunu yaşamış şanslılardan. Ancak kendi döneminin çoğu balıkadamında gözlenen kötü bir huy onda da varmış: tüplü dalışta zıpkınla balık vurmak. Marmara’nın balık kaynadığı yıllarda teknede, akyasız, sinaritsiz, ıstakozsuz sofra kurulmazmış. Ancak sofrayı zenginleştiren avlardan birinde Dr. Magar, kocaman bir köpekbalığına (büyük ihtimalle büyük beyaz köpekbalığına) yem olmaya ramak kalmış. Hayat dergisinin 12 Mayıs 1966 tarihli 20. sayısında yer verilen yukarıdaki hikâyeyi yazan da Dr. Magar’ın ta kendisi. Zıpkıncı doktor denizin keskin dişleriyle, İstanbul'a yaklaşık 25 km mesafede olan Sivriada'da karşılaşmış.
100-150 kiloluk kılıçlar ve orkinoslar; onların peşine düşen büyük beyazlar… İnsana hayal gibi geliyor. Ancak denizin devleri, okyanusların asil balıkları bir zamanlar Marmara’da da yaşamışlardı. Kılıç ve orkinosun en bol avlandığı yerler arasında bir zamanlar Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı da vardı. Balıkçıların yakalamak için canlarını ortaya koydukları kılıç ve orkinos sürüleri Marmara’ya girdiklerinde, sessiz bir gölge onların peşi sıra içdenize ve oradan boğaza süzülürdü. Neredeyse çeyrek ton gelen lezzetli avlarını sabırla takip eden büyük beyaz fırsat bulduğu an saldırır ve denizin en keskin dişleri ete doyardı. Gırgırların daha doğru düzgün ortada dolanmadığı o günlerde balıkçılar, kılıç ve orkinos yakalamak için olta kullanırlarmış. Kasap çengelinden farkı olmayan sivri uçlu kancaya yem diye takılan torik, özellikle orkinosların en sevdiği yemdi. Toriği yemek için oltaya atlayan orkinos kancaya takılınca, kıyasıya bir mücadele başlardı.
Orkinos oltalarına zaman zaman büyük beyazların yakalandığına ilişkin haberleri, 1940’la 1960’lar arasında çıkmış olan gazetelerin sararmış sayfalarında okumuştum. Kabataş’ın, Kız Kulesi’nin, Adalar’ın açıklarında, fındık kabuğu kadar sandallarına sığınmış usta balıkçıların, Şalvarlı Hüseyin’in, Paşabahçeli Mustafa’nın, Samatyalı İrfan’ın oltasına atlayan büyük beyazlar, Karaköy’de Eminönü’nde kurulan panayır çadırlarında sergilenirmiş.
“Gel vatandaş, geeeeeellll! Canavarı gör! Hediyesi 25 kuruş…”
Dr. Zareh Magar saldırıdan kıl payı kurtulmuş olabilir; fakat, Dr. Güngör Güven o kadar şanslı değildi. Kimilerine göre Tuzla’nın derinliklerinde bir köpekbalığının keskin dişlerine kurban giden, kimilerine göre balık avlamak için attığı dinamitle can veren Dr. Güven’in ölümünün üzerindeki esrar perdesi hâlâ aralanmadı. Ancak olayın gerçekleştiği 60’lı yıllarda Tuzla ve Adalar arasındaki kanalda, özellikle orkinosların yatak yaptığı sonbahar ve kış aylarında büyük beyaz görmek sıradan bir olay olmuştu. Şüphesiz bu durum, Dr. Güven’in ölümüne bir büyük beyazın neden olduğunu kanıtlamıyor. Ancak, sualtında meydana gelen patlamalar ve parçalanmış balıklar, köpekbalıklarının iştahını kabartan izler bırakır ortama. Büyük beyazlar kusursuz duyularıyla bu izleri kilometrelerce uzaktan algılar ve hızla bu izlerin kaynağına yönelirler. Acaba Dr. Güven de bu izlerin peşine düşen bir büyük beyazın kurbanı mı olmuştu? Kim bilir? Şahitlerin ifadeleri çelişkili.
Dr. Magar’a suyu can havliyle terk ettiren, kılıçları ve orkinosları korkudan dehşete düşüren de muhtemelen bir büyük beyazdı.
***
Önce kılıçları ve orkinosları yok ettik. Büyük beyazdan daha acımasız bir yırtıcılıkla avladık onları. Takip edecek sürü kalmayınca büyük beyaz da elini eteğini çekti Marmara’dan. Büyük beyazdan geriye kalan, artık unutulmaya yüz tutmuş birkaç büyülü hikaye.
Doktor Zareh Magar, Türkiye’nin ilk balıkadamlarından. 1950’lerin 60’ların Marmara’sına dalma mutluluğunu yaşamış şanslılardan. Ancak kendi döneminin çoğu balıkadamında gözlenen kötü bir huy onda da varmış: tüplü dalışta zıpkınla balık vurmak. Marmara’nın balık kaynadığı yıllarda teknede, akyasız, sinaritsiz, ıstakozsuz sofra kurulmazmış. Ancak sofrayı zenginleştiren avlardan birinde Dr. Magar, kocaman bir köpekbalığına (büyük ihtimalle büyük beyaz köpekbalığına) yem olmaya ramak kalmış. Hayat dergisinin 12 Mayıs 1966 tarihli 20. sayısında yer verilen yukarıdaki hikâyeyi yazan da Dr. Magar’ın ta kendisi. Zıpkıncı doktor denizin keskin dişleriyle, İstanbul'a yaklaşık 25 km mesafede olan Sivriada'da karşılaşmış.
100-150 kiloluk kılıçlar ve orkinoslar; onların peşine düşen büyük beyazlar… İnsana hayal gibi geliyor. Ancak denizin devleri, okyanusların asil balıkları bir zamanlar Marmara’da da yaşamışlardı. Kılıç ve orkinosun en bol avlandığı yerler arasında bir zamanlar Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı da vardı. Balıkçıların yakalamak için canlarını ortaya koydukları kılıç ve orkinos sürüleri Marmara’ya girdiklerinde, sessiz bir gölge onların peşi sıra içdenize ve oradan boğaza süzülürdü. Neredeyse çeyrek ton gelen lezzetli avlarını sabırla takip eden büyük beyaz fırsat bulduğu an saldırır ve denizin en keskin dişleri ete doyardı. Gırgırların daha doğru düzgün ortada dolanmadığı o günlerde balıkçılar, kılıç ve orkinos yakalamak için olta kullanırlarmış. Kasap çengelinden farkı olmayan sivri uçlu kancaya yem diye takılan torik, özellikle orkinosların en sevdiği yemdi. Toriği yemek için oltaya atlayan orkinos kancaya takılınca, kıyasıya bir mücadele başlardı.
Orkinos oltalarına zaman zaman büyük beyazların yakalandığına ilişkin haberleri, 1940’la 1960’lar arasında çıkmış olan gazetelerin sararmış sayfalarında okumuştum. Kabataş’ın, Kız Kulesi’nin, Adalar’ın açıklarında, fındık kabuğu kadar sandallarına sığınmış usta balıkçıların, Şalvarlı Hüseyin’in, Paşabahçeli Mustafa’nın, Samatyalı İrfan’ın oltasına atlayan büyük beyazlar, Karaköy’de Eminönü’nde kurulan panayır çadırlarında sergilenirmiş.
“Gel vatandaş, geeeeeellll! Canavarı gör! Hediyesi 25 kuruş…”
Dr. Zareh Magar saldırıdan kıl payı kurtulmuş olabilir; fakat, Dr. Güngör Güven o kadar şanslı değildi. Kimilerine göre Tuzla’nın derinliklerinde bir köpekbalığının keskin dişlerine kurban giden, kimilerine göre balık avlamak için attığı dinamitle can veren Dr. Güven’in ölümünün üzerindeki esrar perdesi hâlâ aralanmadı. Ancak olayın gerçekleştiği 60’lı yıllarda Tuzla ve Adalar arasındaki kanalda, özellikle orkinosların yatak yaptığı sonbahar ve kış aylarında büyük beyaz görmek sıradan bir olay olmuştu. Şüphesiz bu durum, Dr. Güven’in ölümüne bir büyük beyazın neden olduğunu kanıtlamıyor. Ancak, sualtında meydana gelen patlamalar ve parçalanmış balıklar, köpekbalıklarının iştahını kabartan izler bırakır ortama. Büyük beyazlar kusursuz duyularıyla bu izleri kilometrelerce uzaktan algılar ve hızla bu izlerin kaynağına yönelirler. Acaba Dr. Güven de bu izlerin peşine düşen bir büyük beyazın kurbanı mı olmuştu? Kim bilir? Şahitlerin ifadeleri çelişkili.
Dr. Magar’a suyu can havliyle terk ettiren, kılıçları ve orkinosları korkudan dehşete düşüren de muhtemelen bir büyük beyazdı.
***
Önce kılıçları ve orkinosları yok ettik. Büyük beyazdan daha acımasız bir yırtıcılıkla avladık onları. Takip edecek sürü kalmayınca büyük beyaz da elini eteğini çekti Marmara’dan. Büyük beyazdan geriye kalan, artık unutulmaya yüz tutmuş birkaç büyülü hikaye.
29 Ocak 2009 Perşembe
BALIKHANEDE GECE VARDİYASI
Burada sadece bozcamgözlerden bahsetmeye karar vermiştim önce.
Ama daha üçüncü yazıda biraz esnek olmam gerektiğini gördüm. Kıyıma uğrayan sadece bozcamgöz değil. Zaman zaman diğer kıyımları da anlatmalıyım. İki gece önce dört kafadar balıkhanenin yolunu tuttuk. Çamlıca, Beşiktaş, Galata Köprüsü, derken Kumkapı... Balıkhanede büyük köpekbalığı avı 20 yıldır tekrarlayan bir rutin benim için. Balıkçılar değişti, eşlik eden dostlarım değişti, balıkhanenin taşları bile değişti, ama ben nedense değişmedim. Balıkhanenin ve balıkların yıllar içinde değişen manzarası, denizleri nasıl kemirdiğimizi anlatan ağır çekim bir film gibiydi. Dikenli camgözler, Squalus acanthias ve S. blainvillei, bu filmin iki önemli oyuncusu. Bir zamanlar iri yarı cüsseleriyle dikkat çekerlerdi, ama son zamanlarda iyice küçüldüler. En son balıkhane seferinde gördüklerimi tanımlayan tek bir kelime var: "bebek..."
Saat 12 gibi balıkhanedeydik. Gerçi Ege ve Akdeniz'de süren fırtına, bu gecenin verimsiz geçebileceğini daha sabahtan ima etmişti, ama bu önemsizdi. Balık ve deniz kokan her yer evim sayılır. Kumkapı'da bu atmosfere, mazotun ve yıllanmış pisliğin yapışkan kokusu da eklenir eklenmesine, ama dedim ya, balık ve deniz kokan her yeri evim gibi benimserim.
İyi ki baba yadigârı büyük termosumu getirmişim. Çelikten gövdesinde kuruyan deniz tuzunu, eve her dönüşte istemeye istemeye temizlerim. Neyse... Mis gibi sıcak kahveyle gecenin ayazında tazelenip, koşar adım mezat alanına girdik. Bomboştu! "Birkaç saat içinde dolmaya başlar burası, zaten büyük balıklar gece 2 gibi gelir..." demişti Ünsal. "İyi o zaman, gidip çay içelim..." Kahvenin etkisi daha 20 dakika geçmeden geçmiş olmalıydı ki çay teklifim çocuklara ilaç gibi geldi. Balıkçı kahvesine dar attık kendimizi.
...
Fırtınadan dolayı av çok verimsizdi. Taşlığın nispeten kuytu bir köşesine doğru ilerledik. "Vatozlar ve köpekbalıkları buraya yığılır..." diyen Ünsal, sanki örtbas edilmek istenen bir suç mahallini tanımlamıştı sözleriyle. Özensizce istiflenmiş birkaç kasadan sarkan dikenli kuyrukları görmekte gecikmedim. Limon kasasına sıkıştırılmış yarım düzine dikenli vatozun (Raja clavata) ağırlığı 10 kilo yoktu belki. Hepsini toplasanız erişkin bir dikenli vatoz etmezlerdi. Yandaki kasalarda da durum pek farklı değildi. Dikenli camgözlerle, dişsiz camgözler (Mustelus mustelus) altlı üstlü kasalarda neden daha yavruyken avlandıklarından habersiz yatmaktaydılar. Yaşam onlar için çok erken sonlanmıştı.
İki gece önce balıkhanede gördüğüm kıkırdaklı balıkların hepsi de yavru bireylerdi! Avlanmaması gereken canlılar avlanmıştı!
...
Kıkırdaklı balıklar -köpekbalıkları ve vatozlar- uzun ömürlü olan, yavaş büyüyen, cinsel olgunluğa geç ulaşan ve az sayıda yavru üreten canlılardır. Bırakın aşırı avlamayı, normal balıkçılık nedeniyle bile nesillerinin devamı sekteye uğrayabilir. Bugün okyanuslarda yaklaşık 1000 tane kıkırdaklı balık türü yaşıyor. Geçmişte değer vermediğimiz ve bu nedenle araştırmak zahmetine katlanmadığımız bu türlerin hemen hepsi kırmızı listeye girmeye aday. Bir kısmı daha şimdiden kırmızı listeye girmiş durumda.
Balıkhanede gördüğüm topu topu üç kasa yavru köpekbalığı ve vatoz, kimi nasıl zengin eder ya da bu nasıl bir para kazanma hırsıdır, bunu anlamakta zorlanıyorum. Kabullenmemse mümkün değil.
25 Ocak 2009 Pazar
MARMARA’NIN BOZCAMGÖZLERİ
Bozcamgözün (Hexanchus griseus) Marmara Denizi’ndeki güncel durumu, Türk Sularında Yaşayan Köpekbalıklarının Tesbiti (KANIT) Projesi'nde cevap aranan en önemli sorular arasındaydı. Türün Marmara’daki varlığına ilişkin kayıtların geçmişi, 20. yüzyılın başına tarihlenmesine rağmen, bozcamgöz nüfusunun içdenizdeki durumuna daima belirsizlikler hakimdi. Açık konuşmak gerekirse, Marmara’da yakalanan hemen her büyük köpekbalığı, buraya ait olmayan gelip geçici konuklardı. Çoğu balık biyoloğuna göre içdenizde yerleşik bir bozcamgöz nüfusundan söz etmek mümkün değildi. H. griseus’un ilk Marmara kayıtlarını kaleme alan Deveciyan ve Ninni’den, türün güncel kayıtlarını duyuran çalışmalara kadar geçen yaklaşık 80 yıl içinde gözlenen derin suskunluk, bozcamgözü Marmara’nın hafızasından sanki silip atmıştı.
İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu (İAT) tarafından 2000 yılında başlatılan KANIT Projesi kapsamında yapılan araştırmalar, H. griseus’un Marmara’da hâlâ yaşadığını ve büyük olasılıkla içdenizde yerleşik bir nüfus oluşturduğunu ortaya koydu. 2000-2008 yılları arasında yürütülen bozcamgöz araştırmasında, türün eski ve yeni Marmara kayıtları günışığına çıkarıldı. En küçüğü 1.2 m ve en büyüğü 6 m uzunluğunda olan 50 tane bozcamgöze ilişkin bilgiler, türün Marmara Denizi’nin özellikle kuzey kıta sahanlığında yaygın olarak yaşadığını göstermişti. Çalışma sırasında kaydedilen bireylerin %78’i, Marmara Denizi’nde doğu-batı yönünde uzanan ve derinlikleri 1000 m’yi geçen üç tane çukurun (Çınarcık, Tekirdağ ve Ganoz Çukurları) kıta yamacında ve sığlıklarında yakalanmışlardı.
Gırgır avcılığı, Marmaralı bozcamgözlerin başlıca ölüm nedeniydi. Tam 31 tane bozcamgöz, ki bu sayı incelenen bireylerin %60’ına karşılık gelmektedir, gırgır ağlarına yakalanmıştı. Türk sularında 1 Eylül-1 Mayıs tarihleri arasında devam eden balıkçılık mevsimi dışında kalan yasak dönemde de bozcamgöz yakalanmış olması, Marmaralı bozcamgözleri yıl boyunca tehdit eden bir balıkçılık baskısı olduğunu kanıtlamaktaydı. Marmara Denizi önemli bir balıkçılık alanı ve içdenizde balıkçılarla bozcamgözlerin karşılaşması kaçınılmaz bir durum. Büyük köpekbalıklarına karşı yazılı ve sözlü basının gösterdiği yoğun ilgi, ayrıca bir türlü unutmaya yanaşmadığımız JAWS fobisi, denizin çaresiz devlerinin yakalanarak kıyıya getirilip sirk hayvanları gibi teşhir edilmeleri için sözde haklı nedenler yaratıyor. Ancak bozcamgöz “k-seçimli” bir tür; yani uzun ömürlü olan, cinsel olgunluğa geç ulaşan, uzun bir hamileliğin ardından az sayıda yavru doğuran bir köpekbalığı türü. Bu nedenle, bırakın aşırı avlamayı, yasalara uygun olarak yürütülen sorumlu balıkçılık bile H. griseus nüfusunda kapanmayacak yaralar açabilir. Hatta Marmaralı bozcamgözleri içdenizden tamamen kazıyıp atabilir.
Marmara Denizi, dip yapısıyla, derinliğiyle, özellikle derin katmanlarındaki dengeli su koşullarıyla, bozcamgöze ideal bir yuva sunuyor. Akustik izleme cihazlarıyla yapılan araştırmalar, bozcamgözlerin gündüz 600 ila 1100 m arasında kalan derinliklerde ve en fazla 10 km çapında bir alanda gezindiğini gösteriyor. “Acaba bu haftasonu ne yapsam?” sıkıntısıyla kıvranan düşüncesiz maceraperestlerin sarkıttıkları oltalar sayesinde, bozcamgözün derin Marmara’da huzuru kalmadı. Balıkçıların ifadeleri ağa takılan bozcamgözlerin güvertede yaklaşık 20 dakika, hatta bazen daha uzun süre canlı kaldıklarını gösteriyor. Adı “Kırmızı Bülten”de geçen ve tüm Akdeniz’de nesli tehlike altında olan bozcamgöz için Marmara Denizi’ni güvenli bir sığınak haline getirmek bizim elimizde. Bir zamanlar güvenle yüzdüğü derin karanlıkta bozcamgözü bugün belirsiz bir gelecek bekliyor. Tükenişi önlemek için denizi gerçek sahipleriyle paylaşmak zorundayız.
İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu (İAT) tarafından 2000 yılında başlatılan KANIT Projesi kapsamında yapılan araştırmalar, H. griseus’un Marmara’da hâlâ yaşadığını ve büyük olasılıkla içdenizde yerleşik bir nüfus oluşturduğunu ortaya koydu. 2000-2008 yılları arasında yürütülen bozcamgöz araştırmasında, türün eski ve yeni Marmara kayıtları günışığına çıkarıldı. En küçüğü 1.2 m ve en büyüğü 6 m uzunluğunda olan 50 tane bozcamgöze ilişkin bilgiler, türün Marmara Denizi’nin özellikle kuzey kıta sahanlığında yaygın olarak yaşadığını göstermişti. Çalışma sırasında kaydedilen bireylerin %78’i, Marmara Denizi’nde doğu-batı yönünde uzanan ve derinlikleri 1000 m’yi geçen üç tane çukurun (Çınarcık, Tekirdağ ve Ganoz Çukurları) kıta yamacında ve sığlıklarında yakalanmışlardı.
Gırgır avcılığı, Marmaralı bozcamgözlerin başlıca ölüm nedeniydi. Tam 31 tane bozcamgöz, ki bu sayı incelenen bireylerin %60’ına karşılık gelmektedir, gırgır ağlarına yakalanmıştı. Türk sularında 1 Eylül-1 Mayıs tarihleri arasında devam eden balıkçılık mevsimi dışında kalan yasak dönemde de bozcamgöz yakalanmış olması, Marmaralı bozcamgözleri yıl boyunca tehdit eden bir balıkçılık baskısı olduğunu kanıtlamaktaydı. Marmara Denizi önemli bir balıkçılık alanı ve içdenizde balıkçılarla bozcamgözlerin karşılaşması kaçınılmaz bir durum. Büyük köpekbalıklarına karşı yazılı ve sözlü basının gösterdiği yoğun ilgi, ayrıca bir türlü unutmaya yanaşmadığımız JAWS fobisi, denizin çaresiz devlerinin yakalanarak kıyıya getirilip sirk hayvanları gibi teşhir edilmeleri için sözde haklı nedenler yaratıyor. Ancak bozcamgöz “k-seçimli” bir tür; yani uzun ömürlü olan, cinsel olgunluğa geç ulaşan, uzun bir hamileliğin ardından az sayıda yavru doğuran bir köpekbalığı türü. Bu nedenle, bırakın aşırı avlamayı, yasalara uygun olarak yürütülen sorumlu balıkçılık bile H. griseus nüfusunda kapanmayacak yaralar açabilir. Hatta Marmaralı bozcamgözleri içdenizden tamamen kazıyıp atabilir.
Marmara Denizi, dip yapısıyla, derinliğiyle, özellikle derin katmanlarındaki dengeli su koşullarıyla, bozcamgöze ideal bir yuva sunuyor. Akustik izleme cihazlarıyla yapılan araştırmalar, bozcamgözlerin gündüz 600 ila 1100 m arasında kalan derinliklerde ve en fazla 10 km çapında bir alanda gezindiğini gösteriyor. “Acaba bu haftasonu ne yapsam?” sıkıntısıyla kıvranan düşüncesiz maceraperestlerin sarkıttıkları oltalar sayesinde, bozcamgözün derin Marmara’da huzuru kalmadı. Balıkçıların ifadeleri ağa takılan bozcamgözlerin güvertede yaklaşık 20 dakika, hatta bazen daha uzun süre canlı kaldıklarını gösteriyor. Adı “Kırmızı Bülten”de geçen ve tüm Akdeniz’de nesli tehlike altında olan bozcamgöz için Marmara Denizi’ni güvenli bir sığınak haline getirmek bizim elimizde. Bir zamanlar güvenle yüzdüğü derin karanlıkta bozcamgözü bugün belirsiz bir gelecek bekliyor. Tükenişi önlemek için denizi gerçek sahipleriyle paylaşmak zorundayız.
20 Ocak 2009 Salı
BOZCAMGÖZÜN İZİNDE
"Bakırköylü Balıkçı Kenan'da dev köpekbalığı sergileniyor..." Gazetede bu haberi okuduğumda 18 yaşındaydım. O günkü heyecanımı daha dün gibi hatırlıyorum. Fotoğraf makinemi kaptığım gibi soluğu Bakırköy'deki balık pazarında almıştım. Kasım ayında hava buz gibi soğuktu soğuk olmasına, fakat Balıkçı Kenan'ın tezgâhının önü mahşer yeri gibi kalabalıktı. 4.5 m uzunluğunda, kurşuni gri, kocaman bir köpekbalığıydı tezgâhın önünde boylu boyunca yatan. Alışveriş için çarşıya inmiş olan, gazetede haberi okuyup sırf merakını gidermek için pazara gelen ya da yolu oradan geçen onlarca insan, aç bir merakla doldurmuşlardı balıkçının dükkânını. Bozcamgözün fotoğrafını çekmeye çalışırken, balıkçı yaklaşıp "hangi gazeteden?" diye sormuştu usulca. Gazete mi? Belli ki benden önce de gelenler olmuştu, derinlerden gelen yabancının fotoğrafını çekmek, balıkçıyla iki çift laf etmek için. Bozmadım bu oyunu. Zaten köpekbalığını görmeye gelenler sayesinde, son birkaç gündür iyi satış yapmıştı balıkçı. Keyfi yerindeydi. Ayaküstü lafladık. Marmara'da Tuzla açıklarında yakalanmıştı bu dişi. İstavritle dolu bir gırgır ağının içinde hapsolmuş, Marmara'nın karanlık sularında başlayan yaşamı, balıkçı teknesinin güvertesinde sona ermişti. Şimdi tezgâhta istavritle palamuttan başka balık görmeyen İstanbul halkına, giderayak son bir gösteri yapıyordu, denizin derin karanlığında da bir yaşam olduğunu sessizce haykırarak.
fotoğrafını çektim ve dişlerinden birkaç tane alıp alamayacağımı sordum. "Ne yapacaksın dişleri?" diye sormuştu Balıkçı Kenan. Masum yalanıma artık son vermeliydim. "Balıkçılık okulunda öğrenciyim ve köpekbalıklarını incelemeyi seviyorum..." demiştim. Neyse ki kızmadı. Bozcamgözün alameti farikası, tarak şeklindeki alt çene dişlerinden birkaçını söküp vermişti. Balıkçıyla vedalaştık, ama bu onunla son görüşmemiz olmadı. Bozcamgözün peşinde yıllardır sürdürdüğüm derin takip, 1988'de işte böyle başladı.