23 Ağustos 2011 Salı

MAVİ DÜNYANIN GÖÇEBELERİ

Çatlamış kabuğu, zedelenmiş yüzgeçleri ve kızarmış gözleriyle çok acıklı bir görüntüsü vardı. Açıkta ölmüş, dalgalarla kıyıya sürüklenmişti. Balık ağına mı takılmıştı, yoksa bir teknenin pervanesi mi biçmişti, orası belli değil. Kabuğundaki çatlağın dışında belirgin bir yara izi de yoktu bedeninde. Cansızken bile sevimliydi, yaşamı İzmit Körfezi’nde sonlanan deniz kaplumbağası.

Geçenlerde sualtı dergisi grubundan gelen bir e-posta, hem sevindirdi hem de üzdü beni. Marmara’nın en fazla kirletilmiş bölgelerinden biri olan İzmit Körfezi’nde deniz kaplumbağası görüldüğünden bahsediliyordu. Güney Marmara Takımadaları’nın çevresinde zaman zaman rastlanan deniz kaplumbağalarının kuzeyde de ortaya çıkmaları, içdenizdeki iyileşmeye vurgu yapan umut verici bir işaretti benim için. Ancak, haberin gerisini okuyunca sevinmekte aceleci davrandığımı anladım. Deniz kaplumbağası ölmüştü ve cansız bedeni kıyıya vurmuştu.

Ölüsü varsa canlısı da vardır; yarım yamalak da olsa umut umuttur!

***

Akdeniz’in fauna ve florası üzerine en ayrıntılı kitaplardan biri olan Fauna und Flora des Mittelmeeres’de, Akdeniz’de 4 tür deniz kaplumbağası yaşadığından söz edilir. Bunlar Caretta caretta, Chelonia mydas, Dermochelys coriacea ve Eretmochelys imbricata türleri. İzmit Körfezi’nde karaya vuran deniz kaplumbağasının türünün C. caretta olduğunu düşünüyorum. FAO tarafından 1990 yılında yayımlanan Sea Turtles of the World (Dünyanın Deniz Kaplumbağaları) kitabına göre, C. caretta’nın gözlerinin arasında, alın üzerinde ikişer tane ince kabuk bulunuyor. C. mydasta ise bu kabuklardan birer tane var. Ayrıca C. mydas’ın kafası üstten bakınca daha sivri hatlara sahip. Körfezde kıyıya vuran tür ise C. caretta’nın tanımına daha çok uyuyor.

***

Türü her ne olursa olsun, Marmara’da hâlâ deniz kaplumbağası yaşadığı ortada. Gerçi bu canlılar Marmara’nın yerlisi mi, yoksa gelip geçiciler mi, şu an için kesin bir şey söylemek zor. Bu soruyu cevaplamak için modern izleme teknolojilerini kullanarak peşlerine düşmek gerek. Deniz kaplumbağaları mavi dünyanın göçebeleri olarak tanınırlar. Yumurtadan çıktıkları kumsala kendi yumurtalarını bırakmak için geri döndükleri ve bunu yaparken binlerce kilometreyi sabırla aştıkları biliniyor. Talihsiz dostumuz, geçerken Marmara’ya da uğramak istemiş bir yolcuydu belki.

Kıyıda yatan cansız beden körfezde ne arıyordu? Kim bilir; ancak, şunu çok iyi anlamalıyız ki Marmara’daki yaşamı korumak için artık bir nedenimiz daha var! Üstelik bunu yaşamı pahasına hatırlattı bize.

7 Ağustos 2011 Pazar

OHA BE! SADECE OHA...

Milyonluk bir kent bozuğunun kıyısında olmanın bir deniz için bedeli çok ağır olabiliyor. Bu kentin yaşayanları çoğunlukla denizle fazla içli dışlı olmayan, denizi temiz tutmak gibi kaygıları bulumayan insanlarsa, bu bedelin ağırlığı tarifsiz boyutlara varıyor. Denize kıyısı olan, ama deniz kenti olamamış yerleşimlerin talihsizliğidir zamanla bir çöplüğe, lağım çukuruna dönüşmek. Mahallenin çöpleri dipsiz gibi görünen denize dökülür. Kanalizasyonların son durağı yine denizdir. Karada bir yer kazılır, çıkan moloz denizi bulandırır. Denize attıklarımız her gün gözümüzün önünden akar gider. Falanca kıyıdan dökülenler filanca kıyıda karaya vurur.

Hem suçlu hem de güçlü davranırız; kirleten biz olduğumuz halde suçu yine ona atarız. Dibi yosun bağladı diye suçlarız onu, mide bulandıran kokunun suçunu ona atarken de düşünmeyiz duru maviliği bok çukuruna çevirenin kendimiz olduğunu.

***

Bu sabah Ahırkapı’da dalarken yine A’dan Z’ye çöplerimizle doluydu her yer. Şişeden kamyon lastiğine varana kadar her cins pislik vardı dipte. Sualtı Temizlik Hareketi’nin (STH) yaratıcısı değerli dostum Hakan Tiryaki, her yıl belirli zamanlarda bir avuç gönüllü ile bu pisliğin birazını da olsa dipten toplayıp karaya çıkartıyor. Çöplüğün envanterinde neler var neler. Elimize geçen her şeyi Marmara’ya sokmuşuz umursamadan! Neyse...

Saat 9’a geliyordu daldığımızda. Cenk (Özen) ve Serdar’la (Özaltın) 50 küsür dakika dipte dolandık. Her bira şişesinin içinden bir tane kafa çıkıyordu. Horozbinalar buldukları beleş yuvalardan memnun olsalar da, çöplerin dipteki varlığını haklı göstermeye yetmiyor. Dalışın sonuna doğru bizim kafadarları, kıyı duvarının yakınında parlak bir zımbırtıyı incelerken buldum. Başta dikkat etmemiştim ama telaşla gelmemi işaret ettiklerinde fark ettim dipte yatanın yepyeni bir çöp konteyneri olduğunu.

Üzeri yosun bağlamış eğik bir rampanın bitiminden en az 3 m uzakta ve yaklaşık 5 m derindeydi. Balıkçı teknelerinin çekek yeri olan rampa, normalde konteyner konulan bir yer değildir. Belli ki birileri tekerlekli metal kutuyu bilerek kıyıya getirmiş ve denize atmıştı. Çöp konteynerini kim ne diye denize atar? Oha be! Sadece, oha...

Bu arada, girizgâhtaki kentin neresi olduğunu çaktınız mı?