16 Temmuz 2011 Cumartesi

BOĞAZ'IN KALLAVİ ISTAKOZU...

Bir zamanlar balık sofralarının vazgeçilmez mezesiydi ıstakoz. Boğaz’da, Marmara’da bol bol avlardı balıkçılar. Kanlıca’nın, Aşiyan’ın, Yeniköy’ün, Beykoz’un, Adalar’ın derin taşları, irili ufaklı batıklar ıstakoz yuvalarıyla doluydu eskiden. Kalınca bir halata sırayla bağlanan hamal küfelerinin içi balık artıklarıyla, işkembeyle yemlenir, sonra yuvaların bulunduğu kayalıkların yakınına bırakılırdı. Leşlerin kokusunu alan ıstakozlar küfelere girerdi. Sonrasında balıkçıya halatı çekmek ve küfenin içindeki kolay ziyafetin kurbanı olan ıstakozu öldürmeden tezgâha yatırmak kalırdı.

Çavaleyi dolduran beş kiloluk kuzu gibi ıstakozlar şimdi hayal gibi geliyor. Hele de İstanbul’un kıyılarında...

***

Geçenlerde Darıca’da dalarken 7 m derindeki bir kovukta, aşağı yukarı 2 kiloluk bir ıstakoza denk gelince, keyiften ağzım kulaklarıma varmıştı. Yıllar önce Yassıada’da “27 taşı”nın dibindeki bir kovuktan da bir çift anten çıkardı. Yassının gediklisi dalgıçların başlıca keyiflerindendi kovuğun sadık bekçisini izlemek. Ara sıra beslediğimiz de olurdu kendisini. Elbirliği ile korurduk “27 taşı”nın ıstakozunu. Bir gün yine halini hatırını sormak için kovuğuna gittik ama o yerinde yoktu. Önce kötüye yormadık yokluğunu. Istakozlar ara sıra kovuk değiştirirler ya da beslenmek için yuvalarını kısa süreliğine terk ederler. Bizimki de ya yerini değiştirdi ya da lokma peşine düştü diye düşündük. Bir gün bir hafta oldu, bir hafta bir ay, ama “27 taşı”nın ıstakozu bir daha kovuğuna geri dönmedi. Civarda yerleşebileceği tüm kovukları araştırdık, ama bizim kabuklu kuzudan eser yoktu. İnsanlara alışmanın bedelini galiba canıyla ödemişti. Kim bilir kimin sofrasını süsledi?

Darıca’nın ıstakozu içime biraz olsun su serpti serpmesine ya “27 taşı”nın bekçisi bambaşkaydı. Yaşını tahmin edemem, ama kabuğu yosun tutmuş, midye bağlamıştı. Marmara’nın eski kallavi ıstakozlarından mirastı. Epey tuttum yasını...

Birkaç hafta önce Boğaz’ın girişine yakın bir mevkiide bir başka iri kıyım ıstakoza rastladım. Her pazar sabahı yaptığım kıyı dalışlarından birinde dipte gezinirken, daha önce belki de defalarca üstünden geçtiğim bir batığın kalıntıları çıktı yoluma. Batığın üst yapısı yıllar önce kesilip alınmıştı ve geride omurgası kalmıştı. Sağa sola bakınıp birkaç fotoğraf çektikten sonra tam oradan ayrılacaktım ki omurganın altına doğru uzanan bir kum oyuğundan çıkan bir çift antenle burun buruna geldim. “27 taşı”nın yerinde yeller esen ıstakozuna denk bir başka ıstakoz, omurganın altındaki yuvada yaşıyordu. Fenerimin güçlü ışığına ürkek tepkiler verdi, kaçmadı ama yine de beni uzaktan izlemekle yetindi. Yerini benden başkasının bildiğini sanmıyorum yoksa çoktan o da bir sofraya meze olurdu.

Ara sıra onu görmeye gidiyorum. Haftalardır süren flörtümüze rağmen bana karşı hâlâ çok tedbirli davranıyor. Kaçmadan ama çok da yaklaşmadan birbirimizi izlemekle yetiniyoruz. O beni inceliyor ben de onu. Anlayacağınız düzeyli bir ilişkimiz var. Onu ziyaret etmek ve her seferinde onu canlı görmek beni rahatlatıyor. Marmara’nın giderek daha fazla canlandığının kanlı canlı kanıtı o!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder