9 Aralık 2012 Pazar

İKİ DENİZİN TADI...


Ürkek olduğu kadar meraklıdır istavrit. Burnunuzun dibine kadar girer, yaptıklarınızı ilgiyle izler. Çevrenizde gezinir, tanımaya çalışır. Size alıştığını düşündüğünüzde yanıldığınızı anlarsınız. Birden hareketlenir, az önceki sakinliğinden eser kalmaz. Yanınızdan uzaklaşır, gözden kaybolur.

Onu ürküten sebep her neyse ortadan kalkınca yeniden yanınıza gelir ama tedbiri de elden bırakmaz. Hemen kaçmaya hazırdır yine...

***

Bu pazar sabahı Kanlıca Koyu’nda daldık Ulaş’la. Sahil yolundan devam edip Anadolu Hisarını geçtikten sonra Kanlıca’ya gelmeden önce küçük bir koydur burası.

Çevresinde eski ve yeni yalıların sıralandığı koya “körfez” dendiği de olur. Zaten koyun kıyısındaki otobüs durağında da bu isim yazılıdır.

***

Yolun kara tarafındaki boş araziye park ettiğimizde saat 7 olmuştu. Ara sıra gelip geçen bir otobüsü, yolu süpüren çöpçüyü saymazsanız tam çın sabahta bir sessizlik vardı.

Lodosun önüne katıp boğazın üstüne yığdığı gri bulutlarda kurşuniye dönmüş gökyüzü, tepelerde gücünü yitiren fırtınadan arta kalan serin esinti...

Mutlak sessizliği bıçak gibi kesen tiz bir düdük sesi... Belli ki uzaklardaki bir gemide vardiya değişiyor ya da yol üzerindeki bir sandala verip veriştiriyor kaptan...

Fırtınanın uğultusuna karışan gemi düdükleri, martı çığlıkları ve gelip geçen büyük bir geminin ardından kıyıya vuran küçük dalgaların şıpırtısı...

Koyun kıyısında sabah çayımızı yudumlarken haftanın dertlerinden eser kalmamıştı...

***

Haritaya göre koyun ağzında derinlik hemen hemen 25 m’ydi. Denge yeleklerini söndürdükten sonra palete kuvvet bu sınıra ulaşmamız nerdeyse 5 dakika sürdü. Karşımızda derinlere doğru giden tek parça bir kaya duvarı bulmuştuk...

Batık bir duba, halat kalıntıları, bolca bira ve başka içki şişeleri...

Hayret etrafta hiç tekerler yok! Oysa boğazda dibin vazgeçilmez aksesuarlarıdırlar!

Onun yarine birkaç tane usturmaça şamandırasına rastladık; hani teknelerin yan tarafına asılan büyük toplar vardır ya, işte onlardan...

***

Kanlıca Koyu’nun ilk metrelerinde peşimize takılan meraklı istavrit hemcinslerinin ürkekliği ile ilgili olarak anlatılanları yalancı çıkarmak ister gibi sokulgandı. Derindeki kayalığa kadar bizi izledi ve orada başkaları da aramıza katıldı.

Ben, Ulaş ve çok kalabalık olmayan bir grup istavritle derin kanala doğru giderken, karşı kıyıya kadar devam ettiğini tahmin ettiğim kalın bir kablo çifti bize yol gösteriyordu.

***

Boğazda dalarken derinlik değiştikçe denizin tadı da değişir. Yüzeyde Karadeniz’in ne tatlı ne de tuzlu olmayan buruk suyunun yerini derinde Akdeniz’in kendine has tuzlu lezzeti alır.

İki deniz arasında gidip gelen boğaz istavritleri belki de bu yüzden çok lezzetlidirler. İki denizin tadı istavritin etinde kaynaşmış gibidir...

***

Kabloyu izleyerek derine giderken birkaç tane istavritin Ulaş’ın gövdesine sığındıkları dikkatimi çekti. O durunca onlarda duruyor ve akıntıya karşı yüzmeye çalışıyorlardı. Fırsat bu fırsat hemen kamerama davrandım. Yıllardır defalarca deneyip bir türlü beceremediğim istavrit fotoğraflarını çekmek Kanlıca Koyu’na kısmetmiş.

Sırtımızda sadece 15 litrelik tüplerimiz vardı. 43 m’de istavrit fotoğrafı çekmek için 10 dakikaya yakın oyalanmıştık. Dönüş vakti gelmişti. Kabloyu izleyerek geri döndük. Koyun ağzındaki kayalığın çevresinde birkaç dakika daha oyalandık.

Derin kovuklarla, uzunlamasına yarıklarla lime lime olmuştu. Rengârenk süngerlerin kapladığı, her kovuğunda ayrı bir balığın yuvalandığı kayalık, koyun ağzında küçük bir resif yaratmıştı.

Acaba kaç kişinin haberi vardı bu saklı cennetten?

***

Burayı çok sevdik. Ulaşımı kolay, evlerimize yakın, güzel derinleşiyor ve derine gidiş gelişte izlenebilecek güvenli bir hat var.

Fakat bu dalışı asıl unutulmaz kılansa dost canlısı istavritlerdi. Sokulgan, samimi, meraklı tavırlarıyla bu dalışın tadına tat kattılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder