15 Ağustos 2013 Perşembe

DERİNLERDE TARİH DERSİ...

Boğazda dalmak İstanbul’un geçmişini anlatan bir kitabı ağır ağır okumak gibi. Her dalışta kentin geçmişinden
bir sayfa daha açılır ve çoktan unutulmuş bir hikâyenin derinliklerinde yol alırsınız. Yukarıdakiler bugünü yaşarken diptekiler geçmişin içine dalıp giderler.

İstanbul derinliklerine ne zaman dalıp gitsem kadim kente dair bir şey daha öğrenirim. Duvarların arasına hapsolmayı gerektirmeyen, sınav korkusu ve not kaygısı olmayan bir tarih dersini dipte gezinirken dinlemenin keyfini varın siz düşünün...

***

Birkaç yıl önce yine bir kış sabahı Ahırkapı’da sahilin az açığında geziniyordum. Oldukça uzun bir dalışın sonlarıydı. Önce açıktaki bayırın eteklerinde dolaşmıştım. Bilgisayarın gösterdiği birkaç dakikalık deko beklemesi, derin dalışlarımla kıyaslandığında beklemeden bile sayılmazdı. Üç beş dakika beklemenin lafı mı olur? Az buçuk tanıdınız artık beni eğer eski yazıları da okuduysanız.

Fileye tıkıştırdığım şişeleri kırmamaya çalışırken 5-6 metre derinde dibi eşelemeye de devam ediyordum bir yandan. Son ana kadar aramaya devam etmeli! Bazen turnayı gözünden vurmak son dakikaya kısmet olur, tıpkı bu dalışta olduğu gibi...

Astigmattan az buçuk nasibini almış miyop olmama rağmen dibin keşmekeşine karışmış ıvır zıvırı bulmakta üzerime yoktur. Dalış maskeme numaralı cam dahi takılı değildir. Bu yaşa kadar ihtiyaç duymadım bundan sonra da Allah kerim...

Önce kararmış bir metal parçası gibi görünmüştü gözüme. Fakat düzgün geometrisiyle etrafındaki deniz
kabuklarından kolayca ayırdedilebiliyordu. Uzanıp aldım. Biraz kurcalayınca hafifçe büküldü ama sonra hemen düzeldi eski haline geri döndü. Lastikten yapılmıştı. Parmağımı üzerinde şöyle bir gezdirince kabartmaları olduğunu farkettim. Ne yazdığını o an okuyamamış olsam da belli ki damga ya da mühür gibi bir şey bulmuştum.

***

Osmanlı zamanında çoğu Avrupa ülkesi imparatorluk sınırları içinde ve dışında kendi postalarını taşıma imtiyazına sahiplerdi. Bu iş için Osmanlı topraklarında postaneler açmış olan devletlerden birisi de Alman İmparatorluğu’ydu.

Alman Kraliyet Posta İdaresi’nin (Reichpost ya da Kaiserlich Deutsche Post) üçü İstanbul’da olmak üzere
Beyrut, Hayfa, Kudüs ve İzmir’de de birer şubesi vardı ki  ilk postane 1 Mart 1870’de İstanbul’da açılmıştı. Alman Kraliyet Posta İdaresi’nin Osmanlı topraklarındaki varlığı Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasını takiben 30 Eylül 1914’de sona erdi. Büyük ihtimalle pul ve posta tarihi meraklılarının hatıralarında kalan bu hikâyeyi öğrenmek de yine bir Ahırkapı dalışına kısmetmiş...

***

Damgayı fileye koyduktan sonra fazla oyalanmadan çıkmıştım sudan. Lastiği kaplayan tortu zamanla
kabartmaların arasını iyice doldurduğundan başta ne yazdığı tam okunmuyordu. Yarı yarıya sulandırılmış sirkeyle ve yumuşak bir diş fırçasıyla tortuları iyice temizledikten sonra, neredeyse bir asırdır denizin dibinde kalmış olan lastiğin emdiği tuzu uzaklaştırmak için ılık tatlı suda birkaç hafta bekletmiştim. Temizlik bittiğinde yazı nihayet okunur hale gelmişti. Tersten basılmış kabartma harflerle “Kaiserlich Deutsches Postampt CONSTANTINOPEL” yazılıydı siyah lastiğin üzerinde. Alman Kraliyet Posta İdaresi’nin İstanbul çıkış damgasını bulmuştum şehrin kıyısında gezinirken.


Bir zamanlar İstanbul’dan Almanya’ya yollanmış nice mektubun, kartpostalın, kolinin, bilumum zarfın üzerine basılmıştı ve şubesi kapanmış olsa da o gitmemiş, burada kalmıştı.

1 yorum: