21 Kasım 2010 Pazar

ALACAKARANLIKTA GEZİNMEK

Yaşım ilerledikçe derin suları rüyamda daha az görür oldum. Oysa çocukken ne zaman gözümü yumsam, derin karanlıkta bulurdum kendimi. Henüz kapı eşiğinde beklediğim bir dünyanın hayal meyal görüntüleriyle avunmak zorundaydım. Bir gün keyifli gezintiler yapmayı umduğum alacakaranlık derinliklerin henüz yabancısıydım. Azotla uyuşmaya yazgılı bir aklın hayalleriydi, çocukluk düşlerimi dolduran renkler.

En derin okyanus çukurlarını araştırmaya yıllar önce başlamış olsak da, 30 m'den başlayıp 100 m derine kadar uzanan mezofotik kuşak, ne gariptir ki, denizin en az tanıdığımız bölgesi. Bir deniz biyoloğu olarak burayı mezofotik kuşak olarak adlandırmak zorunda olsam da, burası, güneş ışığının belirgin olarak seyreldiği, gölgeyle gerçeğin zaman zaman birbirine karıştığı, hemen her şeyin bir görünmezlik perdesi arkasına gizlendiği ve ancak yeteri kadar yaklaşıldığında görünür olduğu bir alacakaranlık kuşağı benim için. Derinlerin çekimine kapılmış diğer teknik dalgıçların da bu adlandırmaya itiraz edeceklerini düşünmüyorum.

Çok yakın bir geçmişe kadar burası, aletli dalışın güvenli olarak görülen sınırları dışında kabul ediliyordu. Dalmak için, özellikle hava ile yapılan dalışlar için, fazlasıyla derindi. Sualtı robotu gibi pahalı teknolojileri kullanmaya değmeyecek kadar da sığdı alacakaranlık kuşağı. Gerçi teknoloji geliştikçe ucuzladığından mıdır nedir, mezofotik kuşak araştırmalarında sualtı robotları artık daha fazla kullanılıyor olsa da, bu araçlar insanın el becerisinden hâlâ çok uzakta olduklarından, çok yakın vadede dalgıçların yerini almaları beklenmemeli.

Alacakaranlık kuşağı, uzun yıllar hakkında çok az şey bilinen bir boşluk olarak kaldı. Bugüne kadar mercan resifleri hakkında yayımlanan binlerce makalenin, çoğunlukla 20 m'den daha sığ sularda yapılan araştırmaların sonuçlarını içermesi, resif biliminin yıllarca 20 m'den daha derine inemediğini gösteriyor. Derin resifler hakkında bildiklerimiz, sığ resiflere ilişkin bilgilerin bir genellemesinden ibaretti. Bu durum uzun yıllar değişmedi. Oysa hayatın alışılmış sınırları aştığı, bilinen biçimlerle yetinmediği, şaşırtan, ürküten, düşündüren, ama en önemlisi keşif tutkusunu sürekli tazeleyen süprizlerle dolu olduğu bir dünyanın başlangıcı olan alacakaranlık kuşağı, küçümsenmeyecek zenginlikte bir yaşamın beşiği. Burası, sığda yaşayanların inebildikleri azami derinliklerle, derinde yaşayanların tahammül edebildikleri en sığ derinliklerin birbirine girdiği bir karışma bölgesi. Fırlak gözleriyle karanlıkta görmeye çalışan balıklar, kolları kuştüyünü andıran sepet yıldızları, kırmızı sübyeler, ama ille de mercanlar! Alacakaranlığı, yaşamdan yoksun dipsiz bir kuyu olmaktan alıkoyan yaşamlar arasında mercanların ayrıcalıklı bir yeri var.

Yerleştikleri taşları narin birer dantel gibi örten mercanların büyüsüne kapılarak dalmıştım alacakaranlığa. 20'li yaşlarımın başında derinlik korkusunu hiçe saymamın, alacakaranlıkta gezintiye çıkmamın en önemli sebebi onlardı. Doğanın sabır dolu çabasının zaferiydi mercanlar, alacakaranlık gölgelerin arkasında gizlenen hayatın kırılgan delilleriydi. Mercanlar, büyüdükçe daha az gördüğüm düşleri gerçeğe çevirmişlerdi.

Ben çok şanslıyım! Gerçeğe dönüşen çocukluk düşlerinin içinde gezinecek kadar, şanslı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder