23 Nisan 2012 Pazartesi

DERİNLERDE UYUYOR LOK PHARBA...

Derin karanlıkta sessiz sedasız yatan bir batık, ait olduğu zamanla ilgili çok şey anlatabilir. Varış limanına doğru rotasında ilerlerken, acımasız bir fırtınanın ya da keskin bir buzdağının tuzağına düşen, kargosu yanlış yüklendiği için sütliman denizde dengesi bozulan, torpillenen ya da denizin dibinde yaşama yataklık edecek bir vaha yaratmak için bilerek batırılan gemiler, karanlık mezarlarında bitiremedikleri son yolculuğun hüznüyle beklemek zorundalar.

Her gemi, yüküyle yolcularıyla birlikte kendi öyküsünü de taşır. Ufkun ötesine geçmek için dalgalarla yarışan gemiler, battıkları zaman bile hatırlanacak öyküler bırakırlar arkalarında. Denize ve zamana karşı direnişleri, son yolculuklarını bitirmek için birgün yüzeye çıkmayı beklediklerini düşündürür. Geminin içinde kalan herşey –yükler ve cansız bedenler- son durumlarını aldıklarında, batıkta zaman durur.

Rumelihisarı’nın gölgesinde son uykusuna dalan Lok Pharba’nın yolculuğu 27 Aralık 1976’da noktalanmıştı. Osaka’da Sanoyasu tersanesinde 1966’da denize indirilen 9.317 tonluk gemi, 1974’de Bombaylı Mogul Line Ltd. şirketine satılır. Geminin Eastern Glory olan adı Lok Pharba olarak değiştirilir. İnşa edildikten on yıl sonra Rumelihisarı’nın hemen önünde bir başka gemi tarafından ikiye biçilir. Denize atlayan mürettebat hisar halkı tarafından kurtarılır.

***

Lok Pharba’ya dalmayı belki bir yıldır planlıyordum. Rumelihisarı’nın yakınındaki kafelere her gidişimizde, siparişler gelene kadar bir koşu kıyıya gider ve suya göz atardım. Boğaz haritasına göre batık, hisarın büyük burcunun tam önünde, kıyıdan yaklaşık 100 m açıktaydı.

Kağıt üzerinde o kadar kolay görünüyorduki ona ulaşmak... Suya gir, yamacı takip ederek açıl, akıntıya aldırma ama tedbiri de elden bırakma; taş çatlasın 5 dakika sonra batığın yanındasın...

Boğazda o kadar dalıştan sonra, İstanbul’u ikiye bölen deniz yolu arka bahçem gibi geliyor artık...

***

Pazar sabahı (22 Nisan 2012) erkenden düştük yola Ulaş’la (Oyal). Hisarın önündeki otoparka girdiğimizde saat 7 olmamıştı. Hızlı bir kahvaltının ardından vakit geçirmeden hazırlandık. Bu bir keşif dalışı olacağı için şartları zorlamak niyetinde değildim. Batığın ilk parçasına ulaştıktan sonra, sağa sola bakınıp geri dönecektik.

Ağır yükümüzle kıyıdaki çekeğin kaygan tahtalarından inmek kolay olmadı. Ulaş’la işaretleştik ve yeşil yosunların kadife bir örtü gibi kapladığı dik yamacı izleyerek inmeye başladık. 30 m’yi bulmamız bir dakika bile sürmedi. Güneydoğu yönünde ilerlemeye başladık..

***

Devrilmiş ulu bir ağacı andıran vinç kulesini bulduğumuzda derinlik saatim 47 m’yi gösteriyordu. Aradığımızı bulmuştuk. Beyaz kumlarla lekelenen gri deniz tabanı üzerinde son uykusundaydı.

Dipte hafif bir akıntı vardı. Görüş netti. Yukarısı Karadeniz, aşağısı Akdeniz ve tamamı boğaz. Asırlardır gelip geçen ve burada noktalanan bir sürü hikâye. Gelde dalma İstanbul’da...

Belgeleme amacıyla kısa bir görüntülemenin ardından dönmeye başladık. Akıntının gücüne bakılırsa Aşiyan burnuna yaklaşmış olmalıyız. Yamaca ulaştıktan sonra deko duraklarına kadar uzun ve eğimli bir profil izlemeye başladık. İyiki de izlemişiz...

Kayalara dolanmış hayalet ağlarda can çekişen bir gelincikle iskorpiti kurtarmak için bol bol vaktimiz vardı. Bunlar görebildiklerimizdi. Ya göremediklerimiz. Dipte unutulan her ağ deniz yaşamının kefeni oluyor eninde sonunda...

***

Lok Pharba’yı daha çok ziyaret edeceğiz. Uzaklarda başlayan ve boğazda noktalanan son yolculuğun hikayesine şahit olmak için tek dalış yetmez. Eve dönüş yolunda köprüden geçerken kaleye takılıyor gözüm. Daha demin oradaydık. Onun gölgesinde dinleyicilerini bekleyen bir hikayenin sayfalarını aralıyorduk.

İstanbul’da dalmak, hele boğazın batıklarına dalmak uyanıkken düş görmek gibi. İnsanı günlük yaşamın dertlerinden daha iyi ne arındırabilir ki?

***

Lok Pharba keşif dalışının kısa filmi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder