13 Kasım 2012 Salı

ASIRLARDIR DEĞİŞMEYEN ALIŞKANLIK...


Geçen hafta çok güzel bir mürekkep şişesi buldum boğazda bir yalının eteğinde gezinirken.

Eğer dipten bir karış yukarıda dolanıyor olmasaydım, deniz kurtlarının kalın beyaz boruları andıran kabuklarıyla kapladığı avuçiçi kadar şişeyi büyük ihtimalle görmeden geçip giderdim.

Deniz onu gizlemek için çok cömert davranmış olsa da, keskin açılı köşeleri ve narin boynu, doğal olmayan, insan elinden çıkma bir nesnenin sinyallerini vermeye yeterliydi...

***

İnsanın keyif aldığı işlerle yaşamak için yapmak zorunda olduğu işlerin günün birinde bir şekilde kesişmesi çok keyif veren bir tesadüf.

Bana sonsuz mutluluk veren belki de tek uğraş olan derin gezintilerle, yaşamak için yapmak zorunda olduğum işin, reklam metin yazarlığının buluşma noktası da, bir süreliğine derinlerdeki yaşamın izleriyle kaplanmış olan bu mürekkep şişesiydi işte...

***

Derinlerde bulduklarım, insanoğlunun zaman geçse de asla değişmeyen bir alışkanlığına işaret ediyor...

Elimize ne geçerse denize atıyoruz, hem de asırlardır!

Deniz kıyısında dolaşırken denize bir şeyler fırlatıp atma huyumuz nesillerdir değişmeden devam ediyor anlaşılan. Bir an önce kurtulmak istediğimiz çöplerin, işe yaramaz gözüyle bakılan hemen herşeyin de adresi eninde sonunda yine aynı...

Aslında denize bir şey düşürdüğümüzde, bizden sonra gelenlere bizi anlatan bir öykü bırakıyoruz derinlere. Eşyanın ait olduğu zamana ait olan bu öykü yaşam şeklimizi de tarif ediyor.

Şimdilerde bir çağanozun yuvalandığı asırlık şarap şişesi kırığı, acaba hangi efkârlı hikâyenin ardından kendisini denizde bulmuştu?

Horozbinaların sığınağına dönen bira şişeleri dünden bugüne uzanan akıl almaz bir marka zenginliği yaratıyor boğazın derin karanlığında.

Bir zamanlar İstanbul’da Liesing marka Avusturya birasının satıldığını, yine derinlerdeki bir gezintinin ardından öğrenmiştim...

Tıpasının üzerinde tamı tamına “Brauerei Liesing” yazan o şişeyi belki kalpkırıklığından deliye dönmüş bir aşık fırlatmıştı boğazın akan sularına, belki çakır keyif bir balıkçı, belki de...

Geçmişin seçeneklerini sıralamak için insanların bugünkü alışkanlıklarına şöyle bir bakmak yeterli...

***

Yaşamı yazı yoluyla anlatma çabamızın yakıtı olan mürekkebin atası sayılabilecek bazı boyalar bile bir zamanlar deniz canlılarından çıkarılırmış.

Sıradan bir boğaz dalışının anısı olan şişeyi incelerken okuduğum, mürekkebin tarihini anlatan çeşitli kaynaklarda, Akdeniz’in kadim denizcileri Fenikeliler’in çeşitli deniz salyangozlarının bazı dokularını mor boya yapmak için kullandıkları yazıyor.

Muricidae ailesinin Akdeniz’de bolca bulunan Bolinus brandaris, Murex trunculus ve Thais haemastoma türü deniz salyangozları, kadim üreticilerin mor renk için tercih ettikleri başlıca boya hammaddeleri olarak sayılıyor aynı kaynaklarda.

Bu canlılardan elde edilen morla Mısır firavunlarının saltanat kayıklarının yelkenleri boyanırmış. Boyayı satın alabilecek kadar varlıklı olmak bir güç göstergesiymiş. Morun asaletin rengi sayılması binlerce yıl önceye, kökleri derinlere uzanan bir gelenek.

Hâlâ dolmakalemle müsvette tutan ve inatla mor mürekkep kullanan bir metin yazarı olmamın bilinçaltı nedenlerinden biri, bu rengin ilk kez deniz salyangozlarından üretilmiş olması belki...

***

Üzerini kaplayan görünmezlik örtüsü temizlenince ortaya çıkan zarif mürekkep şişesi kimbilir kaç yıl önce denize atılmıştı?

Özenle temizlediğim mürekkep şişesini derinlerde geçen güzel bir günün keyifli hatırası olarak saklıyorum.
Denizden çıktığı andaki halinin artık sadece fotoğrafı var elimde.

Derinlerde varolmaktan tarifsiz bir mutluluk duyan bir metin yazarı için, aynı derinliklerden çıkarılmış bir mürekkep şişesinden daha anlamlı bir anı olabilir mi?

1 yorum: