Kayalık kıyı, insanın başını döndüren neredeyse dike yakın bir eğimle derinlerde kayboluyordu. Kıyıdan bir kaç kulaç uzakta dip hayal meyal seçiliyordu. Bu hızlı kayboluşun sebebi ne Marmara'nın artık aşina olduğumuz yüzey bulanıklığıydı, ne de hemen yakındaki çimento fabrikasından denize savrulan tozlardı. Yelkenkaya'nın yanı başında deniz adamakıllı derindi ve bu bize çılgınca bir keyif veriyordu.
Darıca'da, daha doğrusu Yelkenkaya'da dalmaya, Burak'la (Demircan) her zaman yaptığımız kısa harita incelemesiyle karar vermiştik. Ortalama 50 m derine inmek için kıyıdan en fazla 100 m açılmamızın yeterli olduğu herhangi bir yer bizim için ideal dalış yeridir. Suyun kalitesi, yolun durumu vs. konular sadece teferruattır. Hava ve deniz durumu uygunsa dalış yapılır. Yelkenkaya burnu da bu koşullara fazlasıyla uyan umut verici bir derin dalış noktası olarak haritadan bize göz kırpıyordu. Derin kayaların çekimine hemen kapıldık ve davetlerini geri çevirmedik. Tek sorun, Yelkenkaya fenerine giden yolun trafiğe kapalı olmasıydı. (Gerçi dalıştan sonra sohbet ettiğimiz iki balıkçı yolun trafiğe açık olduğunu söylediğinde iş işten geçmişti.) Bu civarda yaptığımız dalışlarda nedense ilk seferde yolu bulamamak gibi bir sorunumuz var. Mesela, geçenlerde Tuzla'daki dalış noktasını ancak üçüncü denemede keşfedebilmiştik. Bu seferde aynı şey olmuştu. Planladığımız dalış noktası yine başka bir pazara kalmıştı.

Dalış arkadaşınızla yüzeyde yaptığınız karşılıklı kontroller şüphesiz çok önemli, ancak teknik derin dalışta yüzey kontrolüne, 5 m derinde yapılan "valve drill - sızıntı kontrolü" de eklenir. Dalış arkadaşınızla karşılıklı olarak orta suda bekler ve yatay konumda sırayla kendi etrafınızda dönerek sızıntı olup olmadığını, vanaların rahat açılıp kapandığını kontrol edersiniz. Sızıntı kontrolünde sorun çıkmazsa dalış devam eder, aksi halde 5 m'den geri dönersiniz. Bu işin şakası yok ve bir sorun varsa yol yakınken dalışı iptal etmek en hayırlısı. Bu dalışa bir haftadır hazırlanıyorduk. Kağıt üzerinde defalarca daldıktan sonra iş uygulamaya gelmişti. Sızıntı kontrolü de sorunsuzdu ve derinlerde kaybolan dibi izleyerek kıyıyı arkamızda bıraktık.
Kayalık ve kumluğun birleştiği, balıkçıların "etek" dedikleri buluşma hattına ulaşmamız, sızıntı kontrolünden sonra bir dakika bile sürmemişti. Böyle giderse beş dakika geçmeden 50 m'ye ulaşırız diye aklımdan geçirirken, dibin eğimi biraz düzleşti. Pusulam olmasına rağmen dibi bulandırmamaya özen gösteriyordum. Burak da aynı şekilde dibi bulandırmamak için azami gayret gösteriyordu. Teknik derin dalışın bir başka kuralı daha: dipten 1 ya da 2 m yukarıda, feneri aşağıya ve öne doğru tutarak dibi takip et! Böylece suyu bulandırmadan 40 m'yi de geride bıraktık. Şimdiden beş dakika geçmişti. Fotoğraf çekimi ve çıkış hazırlığı için geriye onüç dakikamız kalmıştı.
İnanılmaz ama su pırıl pırıldı! Yüzeyin kabul edilebilir bulanıklığı kristalin altına inecek gücü bulamamıştı. Günlerdir devam eden poyrazın da etkisiyle su daha da durulmuştu. Feneri kapattığım zaman suya koyu bir karanlık hakim oluyordu. Bu karanlığı siyah ya da katran karası diyerek tanımlayamazsınız. Gözlerinizi sıkıca kapatmanız bile bu karanlığı anlamaya yetmez. Simsiyah bir hiçlik ya da kapkaranlık bir hiçlik... Işığın anlamını yitirdiği karanlık bir boşluk... Birbirlerini aydınlatan iki dalgıcın fenerlerinden çıkan parlak hüzmeler, bu derinlikte ve insan aklını zorlayan koşullarda bir hayat bağına dönüşüyor. Karanlığın içinde genişleyerek yayılan bu bembeyaz aydınlık, ince uzun kırbaçları andıran deniz kalemleri (Funiculina) öbeğini aydınlattığında 50 m'ye ulaşmıştık. Geriye sadece on dakikamız kalmıştı. 50 m derinde geniş açı fotoğraf çekmek kılı kırk yarmayı gerektirdiğinden bu değerli vakti onların fotoğraflarını çekmek için harcamadım. Artık bir dahaki sefere...

50 m derinde 20 dakika geçirmek... Karanlığa alışmak... Karanlıkta gizlenen yaşamları aramak... Kısa bir süre için başka bir dünyanın insanı olmak...


Kronometrede zaman bu sefer su gibi akıp geçmiyor. Dekompresyon bitmek bilmedi ama nihayet sonuna yaklaştık. Kayaları ağ gibi saran yeşil Ulva yosunlarının üzeri deniz tavşanı yumurtaları ile dolu. Yeşil örtülerin üzerine, tabiat ananın nakış nakış işlediği dantelleri andıran pembe, sarı, turuncu yumurta paketleri... Aralarında bazıları tanıdık, ama şu pembe olanlar sanki diğerlerinden farklı. Dalışın bitmesine 3 dakika kala yeşil yosunların üzerinde kıpırtısız duran pembe bir kabarıklık dikkatimi çekiyor. Yakından bakıyorum; bir deniz tavşanı, daha önce görmediğim bir tür. Fotoğrafını çekiyorum. Dalış bitti. Yavaşça yükseliyoruz. Yorulmuşuz. Malzemeleri çıkarıyoruz. Bol bol su içiyorum. Su, dalışı izleyen kritik 24 saatte, dokulardaki kalıntı azot gazının atımını kolaylaştırıyor. Bu akşam sıcak banyo YOK. Gazlı meşrubat içmek YOK. Hafif bir yemek ve sonrasında dinlenme...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder