12 Ocak 2012 Perşembe

EN GÜZEL ZAMANLARIM...

İlk dalışımdan yıllar önce başladım dalgıç saati takmaya. Aslını sorarsanız, ilk saatlerime pek dalgıç saati denemezdi bugün sahip olduklarımla kıyaslayınca. Casio’nun 200 metreye testli, ki kasasının üzerinde bu derinlikte su geçirmediği yazıyordu, oldukça basit bir modelini satın almak için, lise son sınıfta tam iki ay para biriktirmiştim.


Uğruna öğle yemeklerinden vazgeçtiğim, karnımın gurultusunu duymazdan geldiğim ilk dalgıç saatimin derinlerdeki dünyayı hiç görmemiş olması çok acıdır. Onunla bir fotoğrafım bile yok. Neye benzediğini hayal meyal hatırlıyorum. Ancak bileğime ilk kez taktığımda hissettiğim sevinç hâlâ tazeliğini koruyor. Dijital ekranında yanıp sönen rakamlardan fazlasını görmüştüm sanki. Dalgaların altında geçireceğim nice keyifli zamanların ipuçları gibiydi dijital rakamlar...

***

Derin karanlığın zorlayıcı şartları, burada bulunmaya cesaret eden her şeyin çok dayanıklı olmasını şart koşuyor. Dalgıç için vazgeçilmez olan bu kural, saati için de geçerli. Sualtında geçen zamanı hatasız olarak bilmenin hayati önemi var. Dalgıcın saati her koşulda mükemmel çalışmayı sürdürmeli.

Amaca uygun olarak üretilmiş ilk gerçek dalgıç saatimi 1989’da aldım. Casio G-Shock’u fakülteden arkadaşım Nazım Ulucan önermişti. “Dayanıklı mı?” diye sormuştum. Cevap vermeden bileğindeki saatini hızla masaya vurmuştu. Plastik çerçevenin bir milimetre altındaki camı değil kırmak, çizmeye bile yetmemişti bu sert darbe. Sorumun cevabını almıştım. Sonraki 3 yıl boyunca karanlık diplerde geçirdiğim zamanları hep onun ekranında izledim. Az kahrımı çekmedi. Derken bir gün ayrılık vakti geldi. Yıllarca birlikte daldığım bir arkadaşıma hediye ettim onu. Hiç görmediğim sulara, Hazar Denizi’ne, Basra Körfezi’ne gitti Anagelich’in (Babaey) kolunda. Kimbilir şimdi ne haldedir?

***

Casio G-Shock’umdan ayrılmama yıllardır hayalini kurduğum bir başka dalgıç saati neden olmuştu. Seiko Diver’s 200 modeli, kuartz mekanizmalı analog bir saattir. 200 metre derinliğe testli saatin kalın safir camla korunan siyah kadranı hemen dikkat çeker. “Neden kolunda küçük bir duvar saati taşıyorsun?” diye sormuştu bir seferinde bir arkadaşım. Gülüp geçmiştim...

Annemle babamın fakülteden mezuniyet hediyesi ilk Seiko’mu 10 yıla yakın bir süreyle kullandım. Büyük Okyanus’a bile daldık birlikte. Yıllık bakımları haricinde kolumdan pek çıkarmazdım; o kadar bağlıydım Seiko’ma...

Beraber yaşadığımız onca maceranın basıncıyla o da yoruldu sonunda. Camı çizildi, zaman çemberi yıprandı... Günün birinde onun yerini, titanyum kasalı, güneş enerjisiyle çalışan bir Citizen EcoDrive aldı. Seiko’ma ne mi oldu? Deniz kabuklarımı ve bir yığın ıvır zıvırı sergilediğim vitrinde emekliliğin tadını çıkarıyor.

***

Her nedense Citizen EcoDrive’a bir türlü alışamadım. Oysa, Japonya’daki aylık bursumun beşte biri olan 30.000 Yen’i, sırf bu saati almak için harcamıştım. 2005’de Kızıl Deniz’de dalarken de kolumda o vardı. Tropikal cennetti birlikte dolaşmıştık. Olmayınca olmuyor. Yine de kıyamadım ona. Bir çekmecenin karanlığında unutulup gitmesine gönlüm razı olmadı. Bir başkasının kolunda bile olsa deniz suyuyla ıslanmalıydı. Islanıyor da...

Çok sevdiğim bir başka arkadaşıma, “zıpkıncı” Emin’e (Yiğitler) hediye ettim onu. Artık bir başka deniz kurdu için derinlerde akıp giden zamanı gösteriyor.

***

İkinci Seiko’mu 2007’de aldım. Takan kişinin kol hareketleriyle otomatik şarj olan, elektro-mekanik bir saatti. Mucitleri, kristal cam, paslanmaz çelik ve karmaşık bir mekanizmadan yarattıkları bu şahesere Seiko Kinetic adını vermişler. Zamana adanmış kusursuz bir makinedir o. Güvenilir bir dost, sadık bir dalış arkadaşıdır. Saniye şaştığını hatırlamıyorum.

Casio firması 2008’de G-Shock’un 25. yıldönümü anısına DW-5000 modelini, şık bir teneke kutuda yeniden piyasaya sürdü. Dayanamadım ve hemen bir tane aldım. İlk G-Shock’umdan farklı olarak, ikincisinin arka kapağı gövdeye kendiliğinden vidalanıyor. Açmak için özel bir anahtar kullanmak şart. Kronometresinin rahatlığını özlemişim. Onca yıldan sonra, derin dalışlarda yine kolumda. Onunla dalmak eski bir dostla buluşmak gibi...

***

Geçtiğimiz Ekim ayında eşim Özgür, güzelliğini tanımlamakta zorlandığım şahane bir dalgıç saati hediye etti bana. Yine kol hareketleriyle otomatik olarak kurulan, 300 metre testli mekanik bir Oris. Lacivert kadranı dalga çizgileriyle süslenmiş. Sürekli beni çağıran derinlikleri görür gibiyim kadrandaki dalgaların altında. Çoğu zaman saatin kaç olduğunu öğrenmek için değil, kendimi iyi hissetmek için bakıyorum ona. Belki bir gün oğlum Derin takar koluna...

Kaybettiğim, hediye ettiğim ya da elimde kalan tüm dalgıç saatlerim, sıradan bir zaman göstergesinden daima daha fazlasını ifade ettiler bana. Onları kolumda taşımaktan, onlara bakmaktan hiç bıkmadım, bıkmam da. Çünkü onlar en güzel zamanlarımın tanıkları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder