8 Ocak 2012 Pazar

ZEHİRLİ Mİ ZEHİRLİ!..

Makbul sayılmayan balıklardandır trakonya. Çarşıda, pazarda hemen hiç görmezsiniz onu. Zaten tanıyan da, pişirmeyi bilen de pek yoktur. Balıkçıların çekindiği mahlukatlardandır. Cüssesine aldanıp adam yerine koymayan acemilerin vay haline! Trakonya en acılı dersle öğretir kendisiyle şaka yapılmaması gerektiğini...


Öyle çok büyük bir balık değildir, boyu yarım metreyi bile bulmaz. Ağzındaki belli belirsiz dişler de insanın etine geçmez. Gelin görün ki ustası da acemisi de çekinir, ağa veya oltaya takılmış trakonyaya dokunmaya. Güçsüz de olsa, çelimsiz de olsa, deniz insanları arasında namı almış yürümüştür, “aman ha dikkatli dokun, hatta iyisi mi ez kafasını, kaldır at denize” diye! Ne de olsa çok zehirlidir trakonya; denizin en güçlü zehirlerinden birini taşır bedeninde. İnsanı sokmaya görsün, acıdan kıvrandırır, perişan eder...

***

Geçen gece yine Beykoz’da aldık soluğu. Aslında bir hafta geçti bu hikâyenin üzerinden, ama bir türlü elim varıp da yazamadım. İş güç...

Bu sefer uzun bir dalış yapmak niyetindeydik. O yüzden birer tane de deko tüpü almıştık yanımıza. Kıyıdan kanalın eteğine gidip gelmek, akıntıda 20 dakikayı buluyor. Buna bir o kadar da dip zamanı eklenince, 30-35 m’de 40 dakikalık bir dalış görünüyordu bize.

Gece, akıntı, navigasyon ve toplam 40 dakika dekompresyon... Bir geceye ancak bu kadar macera sığdırılabilir. Fazlası bünyeye zarar; mazallah dalıştan soğutur adamı...

***

Çekek yerindeki sayısız tahta iskelede, boğazın emektar sandalları günün yorgunluğunu atarken aralarından geçiyoruz. Malzemeyle birlikte ağırlığım 100 kilodan fazla. Teoman’la Ulaş da benden aşşağı kalmazlar. İskeleler hiç emniyetli görünmüyor. Birini seçip üzerinde ilerliyoruz. Deniz yorgunu tahtalar attığımız her adımda esniyor. Bir yerimizi kırmadan suya girmek için harcadığımız çaba cambazları kıskandırır.

Suya girmemle birlikte sağ ayağıma, topuğun biraz üstünden ince bir serinlik yayılıyor. Onca dalışın ardından kuru elbisem artık su sızdırmaya başladı. Allah’tan çok fazla değil; sağ ayağımdaki ıslak serinlik pek rahatsız etmiyor. Kış dalışında olur böyle şeyler...

Akıntıyla tatlı tatlı sürüklenirken karşılaştığımız çöplerin bazıları, koyda nesillerdir süren balıkçılık telaşının öyküsünü anlatıyor. Yosun bağlamış palamar halatları, lime lime olmuş gırgır yakaları, olta kurşunları, örümcek ağını andıran misina yığınları...

Denizden bir parça koparmaya çalışırken denizin el koyduğu nesnelerin arasında can çekişen pavuryalar, balıklar var. Dipte unuttuklarımız, denizden can alan bir tuzağa dönüşüyor.

***

Balıkçıların dokunmaya çekindiği trakonya da bu tuzaklardan birinin yakınında uyukluyordu. Güçlü ışıklarımız belli ki uykusunu kaçırmıştı. Denizin güçlü zehrini taşıyan kalın dikenli kara yüzgecini tehditkâr bir ifadeyle açmakta gecikmedi. “Dokunmayın” der gibiydi gözleri.

Dokunmadık... Birkaç poz fotoğrafını çektik ve onu canlı görmüş olduğumuz için şanslı saydık kendimizi. Yine de insan kendine sormaktan alamıyor, acaba gelecek sefer yine burada karşılaşacak mıyız onunla diye. Etrafta o kadar çok tuzak var ki onun ve onun gibi nicelerinin canını almak için bekleyen...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder