22 Ocak 2012 Pazar

ORTAKÖY’ÜN DERİNLERİNDE UNUTULMUŞ BİR HİKÂYE...


Yıllar önce dinlemiştim bu batığın hikâyesini. İlk kimden duymuştum, artık hatırlamıyorum. “Ortaköy Cami’nin önünden suya gir, bayırdan dümdüz ilerle; 25 bilemedin 30 metrede tavasını görürsün... Dikkat et, fena akar orası! Dipten fazla yükselme, ilişken ağlara, misinalara dikkat et... Zamanında dinamitle patlattılar, parça parça çıkardılar, ama kalıntısında bol balık var...”

Ne zaman eski tüfeklerle biraraya gelsek, sohbet döner dolaşır boğazın batıklarına, ama ille de Ortaköy’deki sac batığa gelirdi. Çok iyi bilirlerdi bu batığı, hurdasından da balığından da az ekmek yememişlerdi. Başı sıkışan dalgıcın ekmek teknesiymiş, zamanın paslandırdığı iskeleti. Hele boğazdaki her kovukta irili ufaklı ıstakozların yuvalandığı devirlerde, dalgıçların gözünde bir nevi banka kasasıymış. Paran mı bitti? Gel ve ihtiyaç duyduğun kadar çek!

Böyle bir cevhermiş zamanında Ortaköy batığı...

***

En az 20 yıldır hikâyelerini dinlediğim batığa, nihayet bu pazar sabahı dalmak nasip oldu. Epeydir yeni bir yer arıyordum dalmak için. Artık zamanı geldi dedim kendi kendime ve şansımı Ortaköy’de denemeye karar verdim. Teoman’la (Naskali) Ulaş (Oyal), dünden hevesliydiler zaten böyle bir dalışa. Perşembe’den sözünü kestik ve Pazar sabahı 6 buçukta, Ortaköy’deki kilisenin hemen yanındaki otoparkta aldık soluğu. Malum, Ortaköy’ün hafta sonu geleni gideni çok olur; ortalık kalabalık olmadan suya girip çıkmakta fayda var. Sabahın köründe suya girince bizim derin batık dalışı iyice tadından yenmez oldu...

***

Saat 07:30’da kafelerin hemen önündeki İDO iskelesinin yanındaki iskelecikten suya giriyoruz. Yamaç neredeyse dikine derinleşiyor. Daha bir dakika geçmeden 20 metredeyiz. Tekirler, çinekoplar, gümüş balıkları çevremizde cirit atıyor. Hem balıkları seyrediyoruz, hem de çevreyi dinliyoruz. Batığın çevresi balıkçıların gözde avlaklarından. Geceden bırakılan ağlara çapariz olmamak için pür dikkat etrafı kolaçan ediyoruz. Lodos nedeniyle yüzey akıntısı yok denecek kadar azalmış. Dibe doğru başlayan hafif ters akıntıya ise, yukarıdan basan lodosun dipte yarattığı anafor yol açıyor. Normalde kristalin altında akıntının Karadeniz’e doğru olması gerekirken, bu sabah dip akıntısı tersine dönmüş. Ancak akıntıdaki bölgesel anormalliklere aldanmamak şart, yoksa kendinizi bir anda kanala doğru sürüklenirken bulabilirsiniz.

***

Önce birkaç tane kamyon lastiği çıkıyor yolumuza, sonra birkaç tane daha... İnsanların yükünü taşıyan lastikler, derinlerde sakin ve gözlerden uzakta bir emeklilik sürüyorlar. Tek ziyaretçileri balıklar ve çağanozlar; bir de biz çıkageldik bu sabah. Zararsız varlığımız kimseyi tedirgin etmiyor.

Yıllardır dinlediğim hikâye 37 metrede gerçeğe dönüşüyor. Ortaköy batığının paslı kalıntısı gri kumun üzerinde öylece yatıyor. Üst yapısından eser kalmamış; bir zamanlar batığı sökenler, güvertenin üzerinde ne varsa ustaca kesip almışlar. Parlak ışıklarımız deniz yaşamına teslim olmuş gövdeden yansıyor. Yıllar sonra gördüğü ilk ışık belki de bizim ışığımızdı...

***

Denizin donattığı kostüm yetmemiş olmalı ki batığın üzeri metrelerce halat ve ağ ile kaplanmış. Hayalet ağlara takılıp can veren, kıvranan ya da çoktan çürüyüp gitmiş onlarca balık var. Ağ ve halattan dokunmuş bir kefen giymek, galiba her batığın ortak kaderi. Batıklar balık yuvasıdır; balıkçılar bunu iyi bilir ve buralara ağ atarlar. Dostlarının canına kıyılmasının öcünü, ağı paramparça ederek alır batıklar. Ancak geride kalan salkım saçak ağ kalıntıları yine de can almaya devam eder. Buradaki hayaletin tanık olduğumuz kurbanları, dipte gümüş ışıltıları saçan çinekoplardı...

Eşkinalar ve iskorpitler enkazın kurdu olmuşlar. Bir zamanlar insanların gezindiği metallerin üzerinde artık onların saltanatı sürüyor. Saklanabilecekleri o kadar çok yer var ki...

Fotoğraf çekerken bir yandan Teoman’la Ulaş’ı izliyorum. Herbiri batığın ayrı bir köşesinde kendi keşfinin peşine düşmüş. Uzun zamandır yaptığımız en keyifli dalışlardan biri, memnuniyetleri yüzlerinden okunuyor.

***

42 metre derinde iniş dahil 22 dakikayı geride bıraktık. Dalış bilgisayarları çoktan “ne haliniz varsa görün...” durumuna geçtiler. Yamacı takip ederek yavaşça yükselirken yukarıdan gelen sesleri de dinliyorum. Vapurlar ve yolcu motorları mesaiye başlamış olmalılar.

Deko durakları birer birer geride kalıyor. Nihayet 6 metrede 20 dakikalık son ve en uzun beklemeye sıra geliyor. Ulaş poz verirken, dik yamaca tutunarak konumunu korumaya çalışıyor. Tam bir denge sınavı. Dipte suyun sıcaklığı 14 dereceydi, yüzeyde ise 8’e düştü. Soğuk kendisini hissettiriyor. Kuru elbise sadece ıslanmaktan korur, üşümekten değil...

Vakit çabuk geçsin diye kovuklara bakınırken, en güzel lapin balıklardan biri olan “göz benekli lapin” ile yüzyüze geliyorum. Normalde hemen kaçıp giderler, ama buradakiler insanı tanımıyor galiba; fotoğrafını çekerken uzunca bir süre istifini bozmuyor. Gaz atım beklemesinin son dakikaları fotoğraf telaşıyla geçip gidiyor farkına varmadan. Güzel bir dalış yapmış olmanın keyifli yorgunluğuyla kıyıya geliyoruz. Yıllar önce batmış bir gemiden arta kalanlara tanık olarak güne başlamanın neşesi bu, ona ulaşmak için katlandığımız güçlükleri hoş görmemizi sağlayan benzersiz bir keyif.

***

Yazarın notu: Bu yazıya eşlik eden fotoğrafların, Ortaköy’ün derinlerindeki hikâyeyi tam olarak yansıtmadığının farkındayım. Ancak fotoğraf makinem sadece bu kadarına izin veriyor. Gelecek sefer sizlere bu batığın daha iyi görüntülerini sunabilmeyi umuyorum.

4 yorum:

  1. boğaz da böyle bi dalış için her hangi bir yere baş vurmak gerekiyor mu ??

    YanıtlaSil
  2. yani izin almak gerekli mi ??

    YanıtlaSil
  3. izninizle makalenizi http://www.SCUBATR.com da yayınlamak isterim. Güzel yazı :-) Sitemize beklerim..

    YanıtlaSil
  4. Elinize yüreğinize sağlık.Ben de eski Ortaköy 'lüyüm. Mimarlık YL öğrencisiyim Makalenizi Kaynaça da kullanabilir miyim?

    YanıtlaSil