29 Ocak 2009 Perşembe

BALIKHANEDE GECE VARDİYASI

Burada sadece bozcamgözlerden bahsetmeye karar vermiştim önce.
Ama daha üçüncü yazıda biraz esnek olmam gerektiğini gördüm. Kıyıma uğrayan sadece bozcamgöz değil. Zaman zaman diğer kıyımları da anlatmalıyım. İki gece önce dört kafadar balıkhanenin yolunu tuttuk. Çamlıca, Beşiktaş, Galata Köprüsü, derken Kumkapı... Balıkhanede büyük köpekbalığı avı 20 yıldır tekrarlayan bir rutin benim için. Balıkçılar değişti, eşlik eden dostlarım değişti, balıkhanenin taşları bile değişti, ama ben nedense değişmedim. Balıkhanenin ve balıkların yıllar içinde değişen manzarası, denizleri nasıl kemirdiğimizi anlatan ağır çekim bir film gibiydi. Dikenli camgözler, Squalus acanthias ve S. blainvillei, bu filmin iki önemli oyuncusu. Bir zamanlar iri yarı cüsseleriyle dikkat çekerlerdi, ama son zamanlarda iyice küçüldüler. En son balıkhane seferinde gördüklerimi tanımlayan tek bir kelime var: "bebek..."
Saat 12 gibi balıkhanedeydik. Gerçi Ege ve Akdeniz'de süren fırtına, bu gecenin verimsiz geçebileceğini daha sabahtan ima etmişti, ama bu önemsizdi. Balık ve deniz kokan her yer evim sayılır. Kumkapı'da bu atmosfere, mazotun ve yıllanmış pisliğin yapışkan kokusu da eklenir eklenmesine, ama dedim ya, balık ve deniz kokan her yeri evim gibi benimserim.
İyi ki baba yadigârı büyük termosumu getirmişim. Çelikten gövdesinde kuruyan deniz tuzunu, eve her dönüşte istemeye istemeye temizlerim. Neyse... Mis gibi sıcak kahveyle gecenin ayazında tazelenip, koşar adım mezat alanına girdik. Bomboştu! "Birkaç saat içinde dolmaya başlar burası, zaten büyük balıklar gece 2 gibi gelir..." demişti Ünsal. "İyi o zaman, gidip çay içelim..." Kahvenin etkisi daha 20 dakika geçmeden geçmiş olmalıydı ki çay teklifim çocuklara ilaç gibi geldi. Balıkçı kahvesine dar attık kendimizi.
...

İnce belliler çabuk bitti ve yeniden mezat alanına döndük.
Fırtınadan dolayı av çok verimsizdi. Taşlığın nispeten kuytu bir köşesine doğru ilerledik. "Vatozlar ve köpekbalıkları buraya yığılır..." diyen Ünsal, sanki örtbas edilmek istenen bir suç mahallini tanımlamıştı sözleriyle. Özensizce istiflenmiş birkaç kasadan sarkan dikenli kuyrukları görmekte gecikmedim. Limon kasasına sıkıştırılmış yarım düzine dikenli vatozun (Raja clavata) ağırlığı 10 kilo yoktu belki. Hepsini toplasanız erişkin bir dikenli vatoz etmezlerdi. Yandaki kasalarda da durum pek farklı değildi. Dikenli camgözlerle, dişsiz camgözler (Mustelus mustelus) altlı üstlü kasalarda neden daha yavruyken avlandıklarından habersiz yatmaktaydılar. Yaşam onlar için çok erken sonlanmıştı.
İki gece önce balıkhanede gördüğüm kıkırdaklı balıkların hepsi de yavru bireylerdi! Avlanmaması gereken canlılar avlanmıştı!
...
Kıkırdaklı balıklar -köpekbalıkları ve vatozlar- uzun ömürlü olan, yavaş büyüyen, cinsel olgunluğa geç ulaşan ve az sayıda yavru üreten canlılardır. Bırakın aşırı avlamayı, normal balıkçılık nedeniyle bile nesillerinin devamı sekteye uğrayabilir. Bugün okyanuslarda yaklaşık 1000 tane kıkırdaklı balık türü yaşıyor. Geçmişte değer vermediğimiz ve bu nedenle araştırmak zahmetine katlanmadığımız bu türlerin hemen hepsi kırmızı listeye girmeye aday. Bir kısmı daha şimdiden kırmızı listeye girmiş durumda.
Balıkhanede gördüğüm topu topu üç kasa yavru köpekbalığı ve vatoz, kimi nasıl zengin eder ya da bu nasıl bir para kazanma hırsıdır, bunu anlamakta zorlanıyorum. Kabullenmemse mümkün değil.

25 Ocak 2009 Pazar

MARMARA’NIN BOZCAMGÖZLERİ

Bozcamgözün (Hexanchus griseus) Marmara Denizi’ndeki güncel durumu, Türk Sularında Yaşayan Köpekbalıklarının Tesbiti (KANIT) Projesi'nde cevap aranan en önemli sorular arasındaydı. Türün Marmara’daki varlığına ilişkin kayıtların geçmişi, 20. yüzyılın başına tarihlenmesine rağmen, bozcamgöz nüfusunun içdenizdeki durumuna daima belirsizlikler hakimdi. Açık konuşmak gerekirse, Marmara’da yakalanan hemen her büyük köpekbalığı, buraya ait olmayan gelip geçici konuklardı. Çoğu balık biyoloğuna göre içdenizde yerleşik bir bozcamgöz nüfusundan söz etmek mümkün değildi. H. griseus’un ilk Marmara kayıtlarını kaleme alan Deveciyan ve Ninni’den, türün güncel kayıtlarını duyuran çalışmalara kadar geçen yaklaşık 80 yıl içinde gözlenen derin suskunluk, bozcamgözü Marmara’nın hafızasından sanki silip atmıştı.

İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu (İAT) tarafından 2000 yılında başlatılan KANIT Projesi kapsamında yapılan araştırmalar, H. griseus’un Marmara’da hâlâ yaşadığını ve büyük olasılıkla içdenizde yerleşik bir nüfus oluşturduğunu ortaya koydu. 2000-2008 yılları arasında yürütülen bozcamgöz araştırmasında, türün eski ve yeni Marmara kayıtları günışığına çıkarıldı. En küçüğü 1.2 m ve en büyüğü 6 m uzunluğunda olan 50 tane bozcamgöze ilişkin bilgiler, türün Marmara Denizi’nin özellikle kuzey kıta sahanlığında yaygın olarak yaşadığını göstermişti. Çalışma sırasında kaydedilen bireylerin %78’i, Marmara Denizi’nde doğu-batı yönünde uzanan ve derinlikleri 1000 m’yi geçen üç tane çukurun (Çınarcık, Tekirdağ ve Ganoz Çukurları) kıta yamacında ve sığlıklarında yakalanmışlardı.

Gırgır avcılığı, Marmaralı bozcamgözlerin başlıca ölüm nedeniydi. Tam 31 tane bozcamgöz, ki bu sayı incelenen bireylerin %60’ına karşılık gelmektedir, gırgır ağlarına yakalanmıştı. Türk sularında 1 Eylül-1 Mayıs tarihleri arasında devam eden balıkçılık mevsimi dışında kalan yasak dönemde de bozcamgöz yakalanmış olması, Marmaralı bozcamgözleri yıl boyunca tehdit eden bir balıkçılık baskısı olduğunu kanıtlamaktaydı. Marmara Denizi önemli bir balıkçılık alanı ve içdenizde balıkçılarla bozcamgözlerin karşılaşması kaçınılmaz bir durum. Büyük köpekbalıklarına karşı yazılı ve sözlü basının gösterdiği yoğun ilgi, ayrıca bir türlü unutmaya yanaşmadığımız JAWS fobisi, denizin çaresiz devlerinin yakalanarak kıyıya getirilip sirk hayvanları gibi teşhir edilmeleri için sözde haklı nedenler yaratıyor. Ancak bozcamgöz “k-seçimli” bir tür; yani uzun ömürlü olan, cinsel olgunluğa geç ulaşan, uzun bir hamileliğin ardından az sayıda yavru doğuran bir köpekbalığı türü. Bu nedenle, bırakın aşırı avlamayı, yasalara uygun olarak yürütülen sorumlu balıkçılık bile H. griseus nüfusunda kapanmayacak yaralar açabilir. Hatta Marmaralı bozcamgözleri içdenizden tamamen kazıyıp atabilir.

Marmara Denizi, dip yapısıyla, derinliğiyle, özellikle derin katmanlarındaki dengeli su koşullarıyla, bozcamgöze ideal bir yuva sunuyor. Akustik izleme cihazlarıyla yapılan araştırmalar, bozcamgözlerin gündüz 600 ila 1100 m arasında kalan derinliklerde ve en fazla 10 km çapında bir alanda gezindiğini gösteriyor. “Acaba bu haftasonu ne yapsam?” sıkıntısıyla kıvranan düşüncesiz maceraperestlerin sarkıttıkları oltalar sayesinde, bozcamgözün derin Marmara’da huzuru kalmadı. Balıkçıların ifadeleri ağa takılan bozcamgözlerin güvertede yaklaşık 20 dakika, hatta bazen daha uzun süre canlı kaldıklarını gösteriyor. Adı “Kırmızı Bülten”de geçen ve tüm Akdeniz’de nesli tehlike altında olan bozcamgöz için Marmara Denizi’ni güvenli bir sığınak haline getirmek bizim elimizde. Bir zamanlar güvenle yüzdüğü derin karanlıkta bozcamgözü bugün belirsiz bir gelecek bekliyor. Tükenişi önlemek için denizi gerçek sahipleriyle paylaşmak zorundayız.

20 Ocak 2009 Salı

BOZCAMGÖZÜN İZİNDE

"Bakırköylü Balıkçı Kenan'da dev köpekbalığı sergileniyor..." Gazetede bu haberi okuduğumda 18 yaşındaydım. O günkü heyecanımı daha dün gibi hatırlıyorum. Fotoğraf makinemi kaptığım gibi soluğu Bakırköy'deki balık pazarında almıştım. Kasım ayında hava buz gibi soğuktu soğuk olmasına, fakat Balıkçı Kenan'ın tezgâhının önü mahşer yeri gibi kalabalıktı. 4.5 m uzunluğunda, kurşuni gri, kocaman bir köpekbalığıydı tezgâhın önünde boylu boyunca yatan. Alışveriş için çarşıya inmiş olan, gazetede haberi okuyup sırf merakını gidermek için pazara gelen ya da yolu oradan geçen onlarca insan, aç bir merakla doldurmuşlardı balıkçının dükkânını. Bozcamgözün fotoğrafını çekmeye çalışırken, balıkçı yaklaşıp "hangi gazeteden?" diye sormuştu usulca. Gazete mi? Belli ki benden önce de gelenler olmuştu, derinlerden gelen yabancının fotoğrafını çekmek, balıkçıyla iki çift laf etmek için. Bozmadım bu oyunu. Zaten köpekbalığını görmeye gelenler sayesinde, son birkaç gündür iyi satış yapmıştı balıkçı. Keyfi yerindeydi. Ayaküstü lafladık. Marmara'da Tuzla açıklarında yakalanmıştı bu dişi. İstavritle dolu bir gırgır ağının içinde hapsolmuş, Marmara'nın karanlık sularında başlayan yaşamı, balıkçı teknesinin güvertesinde sona ermişti. Şimdi tezgâhta istavritle palamuttan başka balık görmeyen İstanbul halkına, giderayak son bir gösteri yapıyordu, denizin derin karanlığında da bir yaşam olduğunu sessizce haykırarak.

Balık pazarından ayrılmadan önce, bozcamgözün birkaç kare
fotoğrafını çektim ve dişlerinden birkaç tane alıp alamayacağımı sordum. "Ne yapacaksın dişleri?" diye sormuştu Balıkçı Kenan. Masum yalanıma artık son vermeliydim. "Balıkçılık okulunda öğrenciyim ve köpekbalıklarını incelemeyi seviyorum..." demiştim. Neyse ki kızmadı. Bozcamgözün alameti farikası, tarak şeklindeki alt çene dişlerinden birkaçını söküp vermişti. Balıkçıyla vedalaştık, ama bu onunla son görüşmemiz olmadı. Bozcamgözün peşinde yıllardır sürdürdüğüm derin takip, 1988'de işte böyle başladı.