14 Kasım 2011 Pazartesi

DERİN MARMARA YAŞIYOR

Dışarıdan bakınca bazı deniz hayvanlarını kolayca bitkiye benzetebilirsiniz. Eğer karada yetişselerdi hiç tereddüt etmeden evinizin başköşesine yerleştirirdiniz onları. Darıca’da 55 m derinde küçük bir taş parçasına tutunarak yaşamını sürdüren sepet yıldızı da (Antedon mediterranea), ilk bakışta insanı kolayca kandırabilen bir yaşam biçimi. Ortak bir gövdeden çıkan ince kolları, simetrik olarak dizilmiş narin tüycüklerle süslenmiş. Dipteki zayıf akıntının etkisiyle tüycükler belli belirsiz hareket etseler de, kollarda kıpırtıdan eser yok. Fakat bu aldatıcı bir durgunluk. Akıntıyla gelen bir nesnenin sepet yıldızına dokunması, kollarını içeriye doğru kapatarak sıkı bir yumruk oluşturması için yeterli bir uyarı. Korunma içgüdüsüyle kapanan kollar kısa bir süre sonra yeniden açılıyor ve sepet yıldızı arkasında şu soruyu bırakarak eski halini alıyor: Bu nasıl bir canlı, bitki mi, yoksa hayvan mı?

Şekliyle narin bir çiçekten farkı olmayan sepet yıldızı, aslında omurgasız bir deniz canlısıdır. Hayvanlar aleminin derisidikenliler (echinodermata) şubesinde sınıflandırılan sepet yıldızı, Marmara’nın derin karanlığında gezintiye çıkan bir dalgıcın rastlayabileceği sıradışı yaşam biçimlerinden sadece biri. Bu küçük içdenizin derinlerinde var olmaya çabalayan yaşam, renk, şekil ve çeşitlilik açısından bakıldığında kara insanlarının hayal gücüne sığmayacak zenginlikte...

Dalış kariyerimin başladığı Marmara Denizi, dünyanın en özel sucul ekosistemlerinden birine ev sahipliği yapıyor. Artık binlerle ifade ettiğim dalışlarımın çoğunu Marmara’da yapmış olmamdan dolayı, ona karşı derin bir sevgi beslediğimi inkâr edemem. Ancak, içdenizi dünyanın sayılı sucul ekosistemlerinden biri olarak değerlendirmemin temelinde şahsi duygulardan fazlası var.

Akdeniz’in ve Karadeniz’in Marmara’da karşılaşan suları, kendi ekosistemlerinde var olan canlıları da beraberlerinde getirir. Aslında Marmara’ya akan iki denizin sularından fazlasıdır. Arkası kesilmeyen iki taraflı bir yaşam akışıdır içdenizi besleyen. Türlerin Akdeniz’e ya da Karadeniz’e geçişlerine izin veren ya da engelleyen ekolojik koşullarıyla, boyutlarından beklenmeyen bir güce sahiptir. Suyla gelen her canlıyla Marmara’nın dip yaşamı daha da zenginleşir, renklenir.

17 Ağustos 1999’da Marmara’yı sarsan ve arkasında korkunç bir yıkım bırakan deprem, gözümüzü içdenizin en derin noktalarına çevirmemize neden oldu. Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın deniz altında ilerleyen bölümlerini incelemek amacıyla derin karanlığa gönderilen sualtı araçlarının kameraları, içdenizin dibinde faydan daha fazlası olduğunu ortaya çıkardığında, Marmara’daki dip yaşamının derin deniz çukurlarına kadar yayıldığı görüldü. Tekirdağ çukurunun 1000 m’yi aşan derinliğinde görüntülenen çivili köpekbalığı (Echinorhinus brucus) ve makrurid balıklar (Macruridae sp.), derin Marmara’da objektiflere takılan yaşamlardan sadece birkaç örnekti. Her fırsatta öldüğünden söz edilen içdeniz, yüzeyinden en dibine kadar yaşamla doluydu. Bu zenginliğin çoğunu görmek için öyle çok derinlere inmeye de gerek yok; bir maske bir de şnorkel yeterli bu dünyaya ilk adımı atmak için.

En güzel dalışlarımın çoğunu Marmara’da yaptığımı söylediğimde, dinleyenlerin yüzünde genellikle şaşkınlık ve inanmazlık arasında gidip gelen bir ifade belirir. Marmara’nın ölü bir deniz olduğu, derinlerinde zengin bir canlı yaşamı bulmanın mümkün olmadığı düşüncesi günümüzde çok kabul gören bir ezber. İç denizin capcanlı, cıvıl cıvıl geçmişini hatırlayanlar birer ikişer hayata veda ettikçe, Marmara’nın derinlerinde yaşam barınmadığı ezberi de toplumda giderek yaygınlaşıyor. Beni dinleyenlerin yüzlerindeki inanmaz ifadenin altında çoğunlukla bu yanlış algı yatıyor.

Marmara, tümüyle bize ait olan bir içdeniz. Onu korumak için, kurukuruya sahiplenmekten daha fazlasını yapmamız gerektiği açıkça görülüyor. Marmara’nın dibindeki yaşam ilgiyi fazlasıyla hakediyor. Çöple, kanalizasyonla, molozla kirlettiğimiz, plansız kentleşmenin yol açtığı arazi gereksinimini karşılamak için düşünmeden doldurduğumuz Marmara’nın binlerce yılda dokunmuş bir yaşam örgüsü olduğu, insani çıkarlar söz konusu olduğunda nedense hiç aklımıza gelmiyor.

Doğal yaşamı önemsemeden attığımız kentsel ve endüstriyel adımlarla Marmara’yı defalarca ölümün eşiğine getirdiğimizi kabul ediyorum. Ancak o bulduğu her fırsatta yeniden dirilmeyi başardı. Ona yapılanları hafızasından silerek derinlerde yeni bir yaşamı ateşleyecek gücü buldu kendisinde. Olanca ilgisizliğimize, ona karşı meraksızlığımıza ve merhametsizliğimize rağmen hem de. Derinlerde gizlenen yaşamları tanımak için, artık Marmara’nın dibine daha çok bakmalıyız. Çünkü onu koruma hevesimizi artıracak tek motivasyon, derinlerde gizlenen yaşamın zenginliği.