24 Mart 2010 Çarşamba

AT DENİZE UNUT GİTSİN

Neden denizi istemediği şeyleri sahiplenmeye zorluyoruz? Boyutuna, rengine, içeriğine bakmadan, elimize geçen her şeyi neden ısrarla denize atıyoruz? Sesi çıkmadığı, tepki vermediği, her gün kimbilir kaç kez tekrarlanan pis bir oldu bittiyi sürekli sessiz sedasız kabullendiği için olabilir mi? Siz bu soruya nasıl bir açıklama getirirsiniz bilmiyorum, ancak bana sorarsanız bunun tek bir izahı var: saygısızız! Dalgalara karşı saygısızız... Tuz kokan, iyot kokan maviye saygısızız... Lapinin beneklerine, mercanın kırmızısına, iskorpitin kahverengili grili kırçıllarına, karidesin pembesine, yani denizde yaşayan tüm renklere karşı saygısızız... Vapurların peşinde fırdönen bıçkın martılara, denize cesaretle çivileme dalan gözüpek karabataklara saygısızız... Balıkçılara, ekmeğini denizden çıkaran oltacılara, sepetçilere, volicilere saygısızız... Denizde sürüp giden hayata saygısızız, çünkü hayata karşı duyarsızız... Çoğumuz derinlerde bir yerde bir yaşam olduğunun farkında bile değiliz; işte bu nedenle derinlerdeki hayata karşı saygısız ve duyarsızız; bu nedenle elimize geçen hemen her şeyi düşünmeden atıyoruz denize. Gözümüzün önünden gitsin de ne olursa olsun. At denize unut gitsin. Hem balık falan girer, yuvalanır o bira şişesinin içinde. Yazık değil mi o sevimli horozbinaya? Onun da bir evi olsa fena mı olur? Deniz nasılsa iki günde kendine benzetir, saklayıverir o şişeyi cama yapıştırdığı midyelerle, yosunlarla, türlü türlü kekamozla. Bir de horozbina koyduk mu içine al sana mini minnacık bir yapay resif... Kim demiş denize karışan şişe zararlı diye?

Keşke bu kadar basit olsaydı! Keşke deniz, ona zorla kabul ettirdiğimiz her şeyi zarar görmeden zararsız hale getirebilseydi.

Pisliğimizi kapatmak için, deniz elinden geleni yapıyor yapmasına da, peki biz deniz için ne yapıyoruz? Dalgaların altında süren yaşamın farkına varmanın zamanı geldi de geçiyor. Acaba bunun farkında mıyız?

3 Mart 2010 Çarşamba

SİZ HÂLÂ ÖLMEDİNİZ Mİ?

Birileri tarafından acımasızca hırpalandığınızı hayal edin! Şiddeti giderek artan bir öfkenin hedefi haline geldiğinizi; aldığınız her darbenin bir öncekinden daha sert olduğunu; başta hafif hafif sızan kanın, göz yaşlarınıza her an daha fazla karıştığını hayal edin… Evet! Sizden düpedüz dayak yediğinizi, gözü dönmüş kişiler tarafından merhametsizce darp edildiğinizi hayal etmenizi istiyorum!
Çok mu sert geldi? Düşüncesi bile kötü mü dayak yemenin? Pataklanmayı kim ister ki?
“Hadi birilerini marizlediğinizi hayal edin…” deseydim, aklınıza kim bilir ne fantaziler gelirdi. Artık uçan tekmelerle, karna diz atmalarla ve daha nice imkansız vuruşlarla içten içe sarsılırdı beynin hayal kurma merkezi. Haksız sayılmam… Ne dersiniz?
Eğer yeterince dövüldüğünüzü düşünüyorsanız, hasımlarınızın sizi bıraktıklarını hayal ederek bu sanal acıyı hemen sonlandırın. Gerçek hayatta bu dayağı yemiş olsaydınız, muhtemelen yere yığılır kalırdınız. Ayağa kalkmak şöyle dursun, parmağınızı bile kıpırdatmaya mecaliniz kalmayacaktı belki de… Kırık kemikler, patlamış dudaklar, yarılmış bir kaş, üst baş perişan; yara bere içinde kalan bedeninize, sarsıntıyla bulanan beyninizi de ekleyin ve tekrar ayağa kalkmayı deneyin. Nasıl, beceremediniz mi? Çalınmadıysa hemen cep telefonunuzu çıkarın ve artık akraba, arkadaş, ambulans nereyi düşürebilirseniz hemen arayın. Eğer birileri gelip sizi bu bataktan çıkarmazsa ölmeniz işten bile değil. Aa, pardon söylemeyi unutmuşum; belki de çoktan öldünüz. Serserilerden biri yumrukla, muştayla tatmin olmadı ve cebinden ayırmadığı sustalı çakıyı size birkaç kez sapladı. Hâlâ kusmadıysanız, lütfen bunu da hayalinize ekleyin.
***
Eskiden köpekbalıklarını denize geri bırakmanın, onları yaşatmak için yeterli olduğunu düşünürdüm. Üstelik böyle düşünenlerden sadece biridiydim… Köpekbalıklarının yanı sıra, hedef dışı avlanan diğer deniz canlılarını denize fırlatıp atmak yeterli bir çözüm gibi görülürdü bir zamanlar. Ağa köpekbalığı mı takılmış? Oltanın iğnesini köpekbalığı mı yutmuş? Sorun değil! O mendeburlara hiçbir şey olmaz ki…
Hemen ağdan çıkarıverin, oltanın iğnesinden kurtarın… Canım, öyle kibar davranmanıza gerek yok! Adı üstünde köpekbalığı, bir şey olmaz ona. Ağ zarar görmesin yeter. Haa, unutmadan, elini kaptırmamaya bak; durup dururken bir de sen iş açma başımıza!
Nasıl, çıkartamadınız mı ağdan şu koca gövdeyi? Amaaan… Uğraşmayın o zaman; getir bakayım şu kakıcı… Kakıç dedim, kakıç; hani ucunda kasap çengeli gibi kocaman bir kanca takılı uzun sopa var ya, işte ona kakıç denir. Getir bakayım onu… Şöyle iki kişi tutun ucundan, kancayı da mendeburun ağzına taktırın… Oldu mu? Çekin şimdi teknenin arkasına, sallayın gitsin denize…
“Yazık, yaralandı hayvan…” mı dedi biriniz? Canım ufacık iki yara ne yapar o kocaman canavara! Sinek ısırığı gibi gelir ona; iki günde iyileşir, kabuk bağlar onun yaraları. Hem sana ne! Elini koparsa daha mı iyi olurdu?
***
Yıllarca böyle düşündüler köpekbalıklarını denize geri bırakmadan önce. Ufak tefek yaraların denizde mikrop kapabildiğini; yırtılan yüzgeçlerin kaynamadığını; hele kopan yüzgeçlerin yerine asla yenisinin çıkmadığını bilmeden, karga tulumba denize geri attılar köpekbalıklarını. Bazen o kadar ileri gittiler ki, “bir daha karşımıza çıkmasın, ağımızı yırtmasın, balığımızı çalmasın” diyerek denize bırakmadan önce karınlarını deştiler, kafalarını ezdiler güvertede.
Takıldığı ağdan ya da oltadan kurtulmak için umutsuzca çırpınan bir köpekbalığının dokularında stres hormonlarının düzeyi o kadar yükselir ki, bir süre sonra köpekbalığı yorgun düşer, katılır kalır. Özgürce yüzemediği için solungaçlarındaki su dolaşımının kesintiye uğraması sonucu solunum neredeyse durma noktasına gelir. Köpekbalıklarında tükenme sürecinin fizyolojisini ele alan araştırmalarda ulaşılan sonuçları kabaca böyle özetlemek mümkün. Kendinizden pay çıkarın: onun yerinde olsaydınız mücadeleye daha ne kadar devam edebilirdiniz?
Tükenmiş halde güverteye çıkarılan bir köpekbalığı bir süre daha yaşamaya devam eder. Ancak suyun dışında geçirdiği her saniye onu ölüme daha da yaklaştırır. İrili ufaklı yaralar, deniz suyunda bulunan mikroplar için açık birer kapıdır. Köpekbalığı kan kaybettikçe gücü tükenir. Bu haldeyken denize geri bırakılan bir köpekbalığı için ölüm kaçınılmaz bir sondur. Yara bere içinde kalan her köpekbalığını, gözden uzakta ‘gizli’ bir ölüm bekler.
***
Hâlâ hayattaysanız çok geç olmadan birilerini arayın ya da etraftakilerden yardım isteyin lütfen. Yoksa kan kaybından, maazallah… Şanslıydınız; ölüm meleğinin tırpanı bu sefer sizi teğet geçti. Ha bir eksik, ha bir fazla… Derinlerde her gün sayısız ‘gizli’ ölümün yaşandığı bir dünyada ne fark eder ki?