28 Eylül 2009 Pazartesi

DERİNDEN GELEN

Domuz köpekbalığı 600 m derine inebilen bir tür olsa da, günün ilerleyen saatlerinde sığ sulara kısa ziyaretler yapar. Kumluğu kolaçan eden bu dişiyi Büyükada'nın güneydoğusunda, Neandros adasında görüntüledik. Taner ışık tuttu, ben videoya kaydettim. Zararsız, son derece oyuncu, alabildiğine ürkek... Ne bir canavar, ne de bir insan avcısı. Üstelik soyu tükenme tehlikesi altında! Umarım ağa takılarak ölmez.

***

Eğer keskin gözlere sahip değilseniz, domuz köpekbalığının kül rengi bedenini boz bulanık kumda fark etmeden geçip gitmeniz işten bile değil. Üstelik insanın çevresinde fırdönen meraklı (!) köpekbalığı türlerinin aksine domuz köpekbalığı kolayca ürker. Gözleri derin karanlığa alışkın bu tür için güçlü bir ışık kaynağının varlığı onu daha da ürkütmekten başka bir işe yaramaz. Neandros adasının yanıbaşındaki derin uçurumdan -ki burası Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın Marmara'nın derinlerinde ilerleyen bölümüdür ve yer yer derinliği 1000 m'yi aşan bir dipsiz kuyu gibidir- adanın eteklerine kısa bir ziyaret yapan sevimli dişiyi fark edecek kadar şanslıydık. Öğle saatlerinde bile insanı ürperten, ama bir o kadar da kendine çeken bir loşluğun hakim olduğu derin Marmara'da saatler ilerledikçe suya alacakaranlık çöker. Sular karardıkça gece avcıları derin yuvalarından sığlıktaki avlaklarına doğru yola çıkarlar. Domuz köpekbalığının yamaç boyunca derinden sığa yaptığı kısa gezintilerin başlıca amacı ise beslenme.

Hidrodinamik vücut yapılarıyla suyu bir zıpkın gibi yaran süratli köpekbalıklarının aksine domuz köpekbalığı ya da Oxynotus centrina oldukça hantal görünüşlü bir türdür. Eğer süratli avcıları kusursuz bir torpile benzetirsek, domuz köpekbalığı iki tane kocaman yelken takmış şişman karınlı bir mavnayla eşleştirilebilir. Tüm squaliform köpekbalıklarında olduğu gibi Oxynotus centrina da bir anüs (anal) yüzgecinden yoksundur. Sırt yüzgeçlerinin orta kısımlarından çıkıntı yapan sivri dikenler, çoğu squliform türün ortak özelliğidir. Beş çift, küçük solungaç yarığı başın her iki yanında göze çarpar. Gözlerin hemen arka taraflarında yer alan ve "spirakulum" denilen kocaman birer delik, zaman zaman dipte yatan bu köpekbalığının solungaç yarıklarına su pompaladığı yedek girişlerdir. Başın hemen altında bulunan küçük ağız hemen göze çarpmasa da çoğu hemcinsi gibi keskin dişlerle silahlandırılmıştır. Dipte yatarken yabancı maddeleri yutmamak için domuz köpekbalığı ağız yerine spirakulumdan su çeker ve solungaçlarına pompalar. Enine kesiti kabaca üçgene benzer ve bu üçgenin alt köşelerine denk gelen deri kalınlaşmış ve vücudun iki yanında birer bıçak sırtı gibi uzanan çıkıntılar (karina) oluşturmuştur. İşlevleri tam olarak anlaşılamamış olan bu karinaların, tıpkı teknelerde olduğu gibi, denge sağlanmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Kitaplarda domuz köpekbalığının azami uzunluğu 1.5 m olarak geçse de bugüne kadar 70 cm'den daha uzun olanına rastlamadım; Neandroslunun uzunluğu ise kabaca 60 cm'ydi.

Domuz köpekbalığı canlı doğuran bir tür. Üreme biyolojisine ilişkin bilgilerimiz oldukça kısıtlı. Kalabalık sürüler oluşturmayan ve genelde tek başına yaşayan bu türü çok fazla tanıdığımız söylenemez. Dişiler yaklaşık 60 cm'den itibaren cinsel olgunluğa ulaşır. 1999 yılı Şubat ayında Ege Denizi'nde yakalanan hamile bir dişinin karnından 15 tane embriyon çıktığını okumuştum. Uzunluğu 69 cm olan annenin doğma şansı bulamayan yavrularının uzunlukları ise 9'la 11 cm arasındaymış.

Oxynotus centrina çoğunlukla dip canlılarıyla beslenen bir tür. Tüplü kurtlar, deniz çıyanları, çeşitli kabuklular türün başlıca besinini oluşturuyor. Ancak derin suda rastladığı myctophidae türleri gibi küçük balıklara da hayır demiyor. İspanya kıyılarında yakalanan iki tane domuz köpekbalığının midelerinden çıkan kedi balığı (Scyliorhinus canicula) yavruları ve yumurtaları, bu ürkek gölgenin mecbur kalırsa fırsatçı bir avcıya dönüşebildiğini gösteriyor.

Güncel Kırmızı Liste'de adı geçen köpekbalığı türleri arasında Oxynotus centrina'da var. Derin deniz türlerini hedefleyen av aletleri karşısında tamamen çaresiz olan domuz köpekbalığı için, diğer derin su köpekbalıkların da olduğu gibi alarm zilleri çalmaya başladı. Neyse ki ürkek gölgenin yuvası çoğu dalgıcın ulaşamayacağı kadar derinde. Akdeniz genelinde "avcılıktan zarar görebilir" uyarısıyla değerlendirilen domuz köpekbalığı için Neandros Adası (belki de tüm Marmara) güvenli bir sığınak olabilir.

11 Eylül 2009 Cuma

BU CENGÂVERLİĞİ AKLIM ALMIYOR!

Av yasağının kalkmasıyla birlikte Marmara’da yine bozcamgözün kanı aktı. Denize ilk ağın atılmasının üzerinden daha bir hafta bile geçmeden, her yıl yinelenen bozcamgöz katliamının başlama vuruşu Gürpınar açıklarında yapıldı. 6 Eylül akşamı Beylikdüzü Kültür ve Sanat Festivali’nde teşhir edilmek üzere Gürpınar’da karaya çıkarılan 5 m’lik dişi, Balıkçı Kenan için artık avlamaya alıştığı bir köpekbalığıydı. Eti beş para etmese de kanlı dramın devasa oyuncusu tezgâha iyi müşteri çekiyordu. Üstelik sahnede fazla rol yapması da gerekmiyordu; ölü (!) gibi yatması yeterliydi yerde. Balıkçılar bozcamgöze bu oyunda tek bir rol vermişlerdi; o, hep ölü canavarı oynamak zorundaydı. Uzunluğu, ağırlığı, cinsiyeti ne olursa olsun bozcamgöze sadece ölüm yaraşırdı. Ne de olsa o insan kanına susamış bir canavardı, tüm karakteri ölüm ve öldürmek üzerine kuruluydu bozcamgözün; hiçbir iyi özelliği olamazdı.

İlginç haber arayışındaki basın mensupları hemen çevresinde toplandılar sahnedeki ölünün. Yaşarken istese bu kadar çok seyirciyi çekemezdi kendisine bozcamgöz. Kim kana susamış bir insan katilinin yakınında olmak isterdi ki? Her yıl olanlar tekrar etti Beylikdüzü’ndeki bozcamgözün çevresinde: cep telefonlarıyla canavarın fotoğrafları çekildi, uzatılan mikrofonlara basmakalıp sözler söylendi. Klişeler tekrarlandı ezberden; “canavar” “daha bunlardan çok var” “neyse ki biz varız” “yaza kadar geri kalanı tek tek yakalarız” “içiniz rahat olsun yaza bir tane bile bırakmayız ve rahat rahat girersiniz yine denize” vs. vs.

“Denizde bu canavarla karşılaşsan ne yaparsın?” sorusuna verilen cevapsa inanılmazdı; “gerekirse kaçarım, gerekirse savaşırım?” Bu kelimeleri sadece sıradan insanlar söylemiş olsalar umursamam. Fakat yıllar önce, yine Beylikdüzü’nde sergilenen bir başka bozcamgöz için bir akademisyenin “iki tokat atarsın gider…” gibi bir laf etmiş olması sabrımı taşırıyor. Köpekbalığı kıyımını haklı çıkarmaya çalışan bu ve benzeri sözlerin, toplumun her düzeyinde bir salgın gibi yayılması beni ürkütüyor. Ya günün birinde yetkililer, sırf yarattıkları sözde tehlikeyi bahane ederek büyük köpekbalığı avcılığının önünü açan kararlar alırlarsa? Üstelik bu kararlara gerekçe olarak, yaşamlarında bir kez olsun büyük köpekbalığı türlerinin yaşam öykülerine kulak vermemiş, masa başına demir atmış akademisyenlerin sözlerini kanıt gösterirlerse? Bu olasılık, köpekbalıklarının yarattıkları iddia edilen tehlikeden daha büyük bir tehlike! Aklımın almadığı bu cengâverlik, doğada hoşumuza gitmeyen, tehdit olarak algıladığımız her canlıyı yok etme hakkına zemin yaratmaya başladı. İnsan dışındaki hemen her canlının yaşama hakkını hiçe sayan bu acınası durum beni ürkütmekten öte dehşete düşürüyor.

10 Eylül 2009 Perşembe

BOZCAMGÖZÜN HUZURU KALMADI

Hexanchus griseus’un (bozcamgöz) Marmara Denizi’ndeki güncel durumu, KANIT (Türk Sulanda Yaşayan Köpekbalıklarının Tesbiti) Projesi'nde cevap aranan en önemli sorular arasındaydı. Türün Marmara’daki varlığına ilişkin kayıtların geçmişi 20. yüzyılın başına tarihlenmesine rağmen, bozcamgöz nüfusunun içdenizdeki durumuna daima belirsizlikler hakimdi. Açık konuşmak gerekirse, eski kaynakların çoğuna göre Marmara’da yakalanan bozcamgözler, buraya ait olmayan gelip geçici konuklardı; içdenizde yerleşik bir bozcamgöz nüfusundan söz etmek mümkün değildi. H. griseus’un ilk Marmara kayıtlarını kaleme alan Karekin Deveciyan ve Emilio Ninni’den, türün güncel kayıtlarını duyuran çalışmalara kadar geçen yaklaşık 80 yıl içinde gözlenen derin suskunluk, bozcamgözü Marmara’nın hafızasından sanki silip atmıştı.

İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu (İAT) tarafından 2000 yılında başlatılan KANIT Projesi kapsamında yapılan araştırmalar, H. griseus’un Marmara’da hâlâ yaşadığını ve büyük olasılıkla içdenizde yerleşik bir nüfus oluşturduğunu ortaya koydu. 2000-2009 yılları arasında yürütülen bozcamgöz araştırmasında, türün eski ve yeni Marmara kayıtları günışığına çıkarıldı. En küçüğü 1.2 m ve en büyüğü 6 m uzunluğunda olan 54 tane bozcamgöze ilişkin bilgiler, türün Marmara Denizi’nin özellikle kuzey kıta sahanlığında yaygın olarak yaşadığını gösteriyor. İncelenen bozcamgözlerin %78’i, Marmara Denizi’nde doğu-batı yönünde uzanan ve derinlikleri 1000 m’yi geçen üç tane çukurun (Çınarcık, Tekirdağ ve Ganoz Çukurları) kıta yamacında ve sığlıklarında yakalanmıştı.

Peki, Marmaralı bozcamgözlerin ölümüne yol açan başlıca av aleti neydi? Tam 31 tane bozcamgöz, ki bu sayı incelenen bireylerin %60’ına karşılık gelmektedir, gırgır tekneleri tarafından yakalanmıştı. Türk sularında 1 Eylül-1 Mayıs tarihleri arasında devam eden balıkçılık mevsimi dışında kalan yasak dönemde de bozcamgöz yakalanmış olması, Marmaralı bozcamgözleri yıl boyunca tehdit eden bir balıkçılık baskısı olduğunu kanıtlıyor. Marmara Denizi önemli bir balıkçılık alanı ve içdenizde balıkçılarla bozcamgözlerin karşılaşması kaçınılmaz bir durum. Büyük köpekbalıklarına karşı yazılı ve sözlü basının gösterdiği yoğun ilgi, ayrıca bir türlü unutmaya yanaşmadığımız JAWS fobisi, denizin çaresiz devlerinin yakalanarak kıyıya getirilip sirk hayvanları gibi teşhir edilmeleri için sözde haklı nedenler yaratıyor. Ancak bozcamgöz “k-seçimli” bir tür; yani uzun ömürlü olan, cinsel olgunluğa geç ulaşan, uzun bir hamileliğin ardından az sayıda yavru doğuran bir köpekbalığı türü. Bu nedenle, bırakın aşırı avlamayı, yasalara uygun olarak yürütülen sorumlu balıkçılık bile bozcamgöz nüfusunda kapanmayacak yaralar açabilir. Hatta Marmaralı bozcamgözleri içdenizden tamamen kazıyıp atabilir.

Marmara Denizi, dip yapısıyla, derinliğiyle, özellikle derin katmanlarındaki dengeli su koşullarıyla, bozcamgöze ideal bir yuva sunuyor. Akustik izleme cihazlarıyla yapılan araştırmalar, bozcamgözlerin gündüz 600 ila 1100 m arasında kalan derinliklerde ve en fazla 10 km çapında bir alanda gezindiğini gösterdi. Bu nedenle Marmara Denizi’nin özellikle derin çukurlarında yürütülecek ister ticari, isterse sportif herhangi bir balıkçılık aktivitesi, soyu tehlike altında olan bozcamgözün üzerindeki balıkçılık baskısını daha da artıracaktır. 1000 m derine olta sarkıtmak kulağa imkansız gibi gelebilir; ancak, sportif olta donanımlarındaki gelişmelerle, derin suda olta balıkçılığı yapmak artık mümkün. Bu gibi donanımlara sahip olan ve “acaba bu haftasonu ne yapsam?” sıkıntısıyla kıvranan düşüncesiz maceraperestlerin sarkıttıkları oltalar sayesinde, bozcamgözün derin Marmara’da huzuru kalmadı. Balıkçıların ifadeleri ağa takılan bozcamgözlerin güvertede yaklaşık 20 dakika, hatta bazen daha uzun süre canlı kaldıklarını gösteriyor. Güvertede can çekişen bozcamgözleri yaşatmak mümkün olabilir. Bunun için öncelikle bozcamgözü yok edilmesi gereken bir canavar ya da gazetelerdeki kanlı haberlerin baş rol oyuncusu olarak görme önyargısından vazgeçmeliyiz. Adı “Kırmızı Bülten”de geçen ve tüm Akdeniz’de nesli tehlike altında olan bozcamgöz için Marmara Denizi’ni güvenli bir sığınak haline getirmek bizim elimizde. Bir zamanlar güvenle yüzdüğü derin karanlıkta bozcamgözü bugün belirsiz bir gelecek bekliyor. Tükenişi önlemek için denizi gerçek sahipleriyle paylaşmak zorundayız. Bozcamgöz bu paylaşımı fazlasıyla hak ediyor.