Kartal sürprizlerle dolu. İlk kez iki yıl önce eylül ayında dalmıştım burada. Dalış defterine baksam tam tarihini ve saatini de söylerdim ama, yerimden kalkıp arka odaya gitmeye fena üşendim. Daha ilk dalışta tepsi gibi bir kalkan balığı, kumun üzerinde tüp anemonları falan derken, Kartal'daki deniz yaşamı epey hoşuma gitmişti. Bir zamanlar kum gemilerinin yanaştığı, şimdilerde oltacıların tüneği haline gelmiş eski iskelenin dibinden başlayıp, gemilerin alargada bekledikleri, kıyıdan 150 bilemediniz 200 m açıktaki kumluğa kadar, yaz kış, gece gündüz, soğuk sıcak demeden yaptığımız her dalışta cıvıl cıvıl bir deniz yaşamı görmedik desem yalan olur.
Tamam, formalı dalgıçlar zamanından gelen kıdemli abilerimizin ya da onların tornasından çıkmış daha az kıdemli abilerimizin gördükleri yanında bizim Marmara deneyimlerimiz bulanık suda balık avlamaya çalışmaktan farksız olsa da, ara sıra keyifli bir sürpriz yaşamıyor değiliz.
Geçen çarşamba akşamı tası tarağı topladık ve Teoman'la (Naskali) Kartal'a gece dalışına gittik. İskeleye geldiğimizde saat 11'e geliyordu. Tuhaftır, iskelenin müdavimi biracılardan bu sefer eser yoktu. Artık Ramazan'dayız diye mi nedir, anlamadım, ama iyi oldu. İlk defa sessiz sedasız, sakince hazırlandık. Takım taklavatı kuşandıktan sonra, kayaların üzerindeki kısa denge oyunu ve ardından cup suyun içindeyiz. Bu arada saati neredeyse 12 etmişiz ki bu saatte çoktan evlere dönmüş olmayı umuyorduk. Karım ne söylese haklı! (Allah'tan bir şey söylemiyor.) Milletin evinde, yatağında olduğu saatlerde ben denizin dibinde balıklarla oynuyorum. Hal böyle olunca, her dalışta farklı bir sürpriz yapan Marmara, zahmetimin karşılığını fazlasıyla ödüyor...
Peki bu gecenin karşılığı neydi? Marmara bu dalışta nasıl bir sürpriz yapmıştı?
Dalışı bitirmeden önce, iskelenin balıkçı barınağı tarafında kalan kayalıkların çevresinde son bir tur atıyorduk. Dönüş yolunda bir tane kırlangıç, bol miktarda Pachycerianthus anemonu, yeni yeni büyüyen Sagartia anemonları ve tek tük tarak midyeleriyle keyifli bir Kartal gecesiydi. Kayalığın eteğinde uyuklayan bir iskorpitle oynarken, Teoman'ın OMS feneri dipte mekik dokuyan, antenli boğum boğum bir yaratığı aydınlattı. Bir an istakoz yavrusu sandım ve hemen kamerayı hazırladım. Fenerin ışığından ürkünce kaçacak delik arayan kabuklu yaratık, en yakındaki yosun öbeğinin yolunu tuttu. Marulların arasına girince artık kendisini güvende mi hissetti nedir, sakinleşti, durakladı. Fırsat bu fırsat hemen iki kare fotoğrafını çektim ve başladım incelemeye...
Marmara'da jumbo karides olur mu? Olur... Madem olurmuş, peki Kartal gibi milletin eline ne geçerse denize fırlatıp attığı bir yerde olur mu? Valla o da oluyormuş, onu da bu dalışta gördük.
Bu sefer eve o kadar yorgun dönmüştüm ki, fotoğrafı inceleyip tür tayini yapmak, sonra da yazısını yazmak bugüne kaldı. Gördüğümüz dev karides aslında Marmara'nın yabancısı değil. Muzaffer Demir hocanının "Adalar ve Boğaz Sahillerinin Omurgasız Dip Hayvanları" kitabında da bahsettiği Penaeus kerathurus türü bir jumbo karidesmiş o gece gördüğümüz. Gerçi Muzaffer hoca kitabında türü Penaeus trisulcatus olarak adlandırmış, ama bu isim artık kullanılmıyor. Türün güncel ismi Penaeus kerathurus. Kitapta yazdığına göre 1950'lerde bile Marmara'da ender rastlanan bir türmüş. Tek tük görülürmüş.
İşte böyle... Senelerdir İstanbul'da balıkçı tezgâhlarında görmeye alıştığım jumbo karidesi, bu sefer kendi doğal ortamında görmüştüm Marmara'da. Gecenin bir yarısı Kartal yine keyifli bir sürpriz yapmış ve içdenizde artık yaşayıp yaşamadığını bilmediğim bir türü, uykusuzluğun ödülü olarak karşıma çıkarmıştı.
17 Ağustos 2010 Salı
11 Ağustos 2010 Çarşamba
UNUTMAK KOLAYIMIZA GELİYOR
Acaba denizin hafızası var mı? Ona yapılan iyilikleri ve kötülükleri zamanla unutur mu? Ya da ona karşı yapılanları - iyi ya da kötü - içinde biriktirerek, zamanı geldiğinde karşılığını vermek için sabırla bekler mi?
Denizin hafızası olmadığını, ona yapılanları unuttuğunu düşünmüyorum. Başına gelen - çoğu insan elinden çıkma - felaketlerin ardından hemen karşılık vermemesi, denizin 'unutkan' olduğu gibi tehlikeli bir yanılgıya zemin hazırlıyor. Denize boşalttığımız çöplerin, arkası kesilmeyen kanalizasyon sellerinin nedeni hep bu yanılgıydı. Deniz biter mi be? Deniz dolar mı be? Korkma canım, deniz kendisini temizler! Ne atarsan at, göz açıp kapayana kadar yutar, yok eder...
Düşünmeden kaldırıp attığımız milyon kere milyon ton atığı hemen yuttu, ama yok edemedi deniz. Pisliğimiz midesine çok fena oturdu.
Yaptıklarımızı unutmadı ama hemen karşılık vermedi, bekledi. Çünkü 'kindar' değildi! Kökleri kendisine kadar uzanan bir yaşam biçiminin - insanın - kendi varlığının kaynağına karşı takındığı tahripkâr, acımasız, vurdumduymaz ve duygusuz tavrın değişmesini umutla bekleyecek kadar sabırlı ve insaflıydı...
Denizin sabrını daha ne kadar zorlayabiliriz? Bu engin hoşgörü daha ne kadar devam edebilir? Belki de sınırı çoktan aştık ve açgözlülüğün karattığı gözlerimiz, derindeki 'sabır taşı'nın çatladığını görmezden geliyor.
Evet, denizin 'ekolojik' bir hafızası var! Yeryüzünün dörtte üçünü kaplayan, en küçük koylardan uçsuz bucaksız okyanuslara kadar tüm dünyaya yayılan bu hafıza, herşeyi hatırlıyor. Elli yıl önce boşaltılan zehirli atıklara maruz kalmış deniz canlıları, genetik kusurlar taşıyan sakatlanmış nesilleri geleceğe miras bırakabiliyor. 1950'lerde ve 60'larda Mariana Çukuru'na atılan 'sinir gazı' dolu varillerin, tam 10.000 yıl boyunca parçalanmadan kalacağı iddia edilmişti. Peki ya 10.000 yıl sonra ne olacak? Bir damlası bile onlarca canlıyı kolayca öldürebilen bu zehirli mirası hak etmek için, henüz yaşamaya başlamamış - üstelik bu gidişle yaşayıp yaşamayacağı bile belli olmayan - nesiller ne yapmış olabilirler ki? Örnekleri çoğaltmak zor değil. Çünkü doymak bilmeyen açgözlülüğümüz her an bir yenisini yaratıyor.
Meksika Körfezi'ni petrole bulayan sondaj kazasının denizin hafızasından silinmesi sizce ne kadar sürer? Bana kalırsa o kaza denizin belleğinden kolayca silinmeyecek izler bıraktı. Buna rağmen unutmaya hazırız. Çünkü unutmaya alışkınız! Denize çektirdiğimiz acıları geçmişte kolayca unuttuk. Çünkü unutmak kolayımıza geliyor.
Denizin hafızası olmadığını, ona yapılanları unuttuğunu düşünmüyorum. Başına gelen - çoğu insan elinden çıkma - felaketlerin ardından hemen karşılık vermemesi, denizin 'unutkan' olduğu gibi tehlikeli bir yanılgıya zemin hazırlıyor. Denize boşalttığımız çöplerin, arkası kesilmeyen kanalizasyon sellerinin nedeni hep bu yanılgıydı. Deniz biter mi be? Deniz dolar mı be? Korkma canım, deniz kendisini temizler! Ne atarsan at, göz açıp kapayana kadar yutar, yok eder...
Düşünmeden kaldırıp attığımız milyon kere milyon ton atığı hemen yuttu, ama yok edemedi deniz. Pisliğimiz midesine çok fena oturdu.
Yaptıklarımızı unutmadı ama hemen karşılık vermedi, bekledi. Çünkü 'kindar' değildi! Kökleri kendisine kadar uzanan bir yaşam biçiminin - insanın - kendi varlığının kaynağına karşı takındığı tahripkâr, acımasız, vurdumduymaz ve duygusuz tavrın değişmesini umutla bekleyecek kadar sabırlı ve insaflıydı...
Denizin sabrını daha ne kadar zorlayabiliriz? Bu engin hoşgörü daha ne kadar devam edebilir? Belki de sınırı çoktan aştık ve açgözlülüğün karattığı gözlerimiz, derindeki 'sabır taşı'nın çatladığını görmezden geliyor.
Evet, denizin 'ekolojik' bir hafızası var! Yeryüzünün dörtte üçünü kaplayan, en küçük koylardan uçsuz bucaksız okyanuslara kadar tüm dünyaya yayılan bu hafıza, herşeyi hatırlıyor. Elli yıl önce boşaltılan zehirli atıklara maruz kalmış deniz canlıları, genetik kusurlar taşıyan sakatlanmış nesilleri geleceğe miras bırakabiliyor. 1950'lerde ve 60'larda Mariana Çukuru'na atılan 'sinir gazı' dolu varillerin, tam 10.000 yıl boyunca parçalanmadan kalacağı iddia edilmişti. Peki ya 10.000 yıl sonra ne olacak? Bir damlası bile onlarca canlıyı kolayca öldürebilen bu zehirli mirası hak etmek için, henüz yaşamaya başlamamış - üstelik bu gidişle yaşayıp yaşamayacağı bile belli olmayan - nesiller ne yapmış olabilirler ki? Örnekleri çoğaltmak zor değil. Çünkü doymak bilmeyen açgözlülüğümüz her an bir yenisini yaratıyor.
Meksika Körfezi'ni petrole bulayan sondaj kazasının denizin hafızasından silinmesi sizce ne kadar sürer? Bana kalırsa o kaza denizin belleğinden kolayca silinmeyecek izler bıraktı. Buna rağmen unutmaya hazırız. Çünkü unutmaya alışkınız! Denize çektirdiğimiz acıları geçmişte kolayca unuttuk. Çünkü unutmak kolayımıza geliyor.
Etiketler:
DENİZ KİRLİLİĞİ KİRLİLİK UNUTMAK HAFIZA
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)