Çocukluğumun bir ayrıcalığıydı gazoz içmek. Aklıma her
estiğinde içemezdim o köpüklü neşeyi, mutlaka özel bir şeyler olması
gerekliydi. Aile boyu şişe genelde haftasonları alınırdı ve hakkınız genelde
bir bardaktan fazla olmazdı, hemen bitmesin diye ağır ağır yudumlanırdı. “Aman
şekerli, aman çok içmesin yoksa şişmanlar!” diye telaşa kapılmazdı büyükler;
zira, sabahtan akşama kadar sokakta dört dönen bizler için bir bardak gazozun
şekerini yakmak işten bile değildi.
Sokakta, sinemada, sahilde gazoz içmenin, gazozuna maç
yapmanın keyfi başkaydı. Her bahar baştan tamir edilen Alaman malı bisikletimle
mahallede iki tur atmanın bedeli ise bir şişe buz gibi Elvan ya da Çamlıca’ydı...
***
İlkokula başladığım gün annemle babam ilk okul harçlığım
olarak bir buçuk lira vermişlerdi. Avucumda ışıldayan üç tane 50 kuruşa
bakarken, “acaba bununla ne alınır?” diye iştahla düşünüyordum. Aklımda varsa
yoksa gazoz vardı, acaba kaç paraydı?
Bostancı İlkokulu’nun kantininden aldığım ilk şey bir şişe
Çamlıca gazozuydu. Bir elimde gazoz şişesi, öbür elimde harçlığımdan arta
kalan, bahçedeki merdivenlere oturup neşeyle içmiştim gazozumu. Kendi paramla ilk gazozumu almanın sevinciyle kantinciden gazoz kapağını istemeyi unutmuştum, ağaç dalından yaptığım okun ucuna takmak için.
Fırlamalıkta sınır tanımayan bir çocuğun elinde gazoz kapağı şekilden şekile
girer...
***
Bende güzel anıları olan gazozun tarihini araştırmaya kafayı
taktım yıllar önce, artık nerden aklıma geldiyse. Acaba bizden önceki çocuklar
nasıl gazozlar içerlerdi? Memlekette ilk gazozu kim yapmıştı? Böyle bir sürü soru
vardı kafamda kabarcıklanan. Araya iş güç girdi ve tam istediğim gibi
araştıramadım köpüklü neşenin geçmişini. Ta ki bir gün yine Boğaz’daki bir
dalışta çok değişik bir şişe bulana kadar...
Gazoz icat olalı beri çocukların severek içtikleri bir
meşrubat olmakla kalmadı, aynı zamanda oyunlarına da alet oldu. Bizler şişe
kapaklarından neler yapmadık ki; ok uçları, derme çatma oyuncak arabanın
tekerleği, hatta minyatür kale futbolda top yerine bile geçerdi. Bizim nesilde
durum böyleydi, fakat bizlerden çoook önceki çocuklar için gazoz içmek misket
oynamak demekmiş.
Boğaz’da bulduğum o şişenin üzerinde HASSAN BEY yazıyordu.
Boğum yerinden kırıktı ve camı çok kalındı. Marka bilgilerinin Osmanlıca ve
Fransızca yazdığı bu kırık şişeyi aslında almazdım, lakin bu çift lisanlı durum
ilgimi çekti, araştırmaya değerdi.
***
Londralı mucit Hiram Codd 1872 yılında, eşi benzeri
bulunmayan bir şişe icat eder. Gazlı meşrubatların doldurulması için kullanılan
Codd şişesinin içinde sızdırmazlığı sağlamak için bir tane cam bilya ve şişe
ağzının iç tarafında da lastik conta vardır. Codd şişesi baş aşağı doldurulur
ve şişeye basılan gazlı içeceğin basıncıyla cam bilya contaya baskı yapar,
böylece sızdırmazlık sağlanırmış. Şişeyi açmak için ise bilyayı aşağı doğru bastırmak
gerekirmiş.
Codd şişesindeki gazozu lıkır lıkır içen yumurcağın bir
sonraki hamlesi ise, bilyayı –misket- almak için şişeyi boğum yerinden
usturuplu bir şekilde kırmak olurmuş. Codd şişesindeki gazozlara bizde “bilyalı
gazoz” denmesinin hikâyesi özetle böyle.
Geçen yıllarda Boğaz’da bulduğum onlarca bilyalı gazoz
şişesinin neden boğum yerlerinden kırık olduklarını öğrendiğimde, gazozun her
devirde şekli değişen bir oyun aracı olduğunu tebessümle öğrenmiştim. Bizlerden
önceki çocuklarda gazozla serinlemenin yanı sıra oyun oynamanın da bir yolunu
bulmuşlardı.
Gel zaman git zaman HASSAN BEY’den başka markalar da çıkmaya
başlayınca bilyalı gazozlarımızın tarihi her yeni markayla biraz daha
zenginleşti. Bunlardan birisi MISIRLIOĞLU gazozuydu. Aslen Niğdeli bir Rum olan
Aleksandr Mısırlıoğlu ve ortakları Ligor Bazlamacı ve Leon Schor ile birlikte
MISIRLIOĞLU gazozlarını 1800’lerin sonlarında Karaköy’de kurmuşlar. Amblem
olarak seçtikleri iki ayağı üzerine kalkmış aslan kabartması zamana inatla
direnmiş. Boğaz’ın güneyinde bulduğum bu şişe, aslında bizde gazoz üretiminin
miladını da temsil ediyor. Ulaştığım kaynaklar, MISIRLIOĞLU’nun ilk gazoz
markamız olduğuna işaret ediyor.
Dipte kurşun araken karşıma en fazla HASSAN BEY gazozunun
kırık şişeleri çıkar. Sapasağlamını bir kez buldum. Bu şişeyi, Boğaz’ın namlı
kurşuncularından Cem’e öyle güzel bir paraya satmıştım ki, ailecek çıktığımız
kısa bir tatilde cep harçlığımız olmuştu. 1908’de üretime başlayan HASSAN BEY’i,
1917’de NEPTUNE gazozu izler. Bolşevik Devrimi’nden kaçarak İstanbul’a gelen
Beyaz Ruslar’ın çıkardığı bu gazozun daha doğrusu şişesinin en ilginç özelliği markanın
Osmanlıca, Ermenice, Rusça ve Fransızca yazılmış olması. Şişenin dört yüzünde
dört dilde aynı marka okunuyor. Bugüne kadar NEPTUNE gazozunu iki kez buldum.
Sağlama yakın olan şişe bende, diğerini ise bir arkadaşa hediye ettiğim kalmış
aklımda.
20. yüzyılın başındaki bilyalı gazoz furyasına Tatavlalı –Kurtuluş-
Rumlar da katılırlar. Ürettikleri gazoza her nedense yerel gazeteleri PROODOS’un
adını verirler. “Terakki ya da kalkınma” anlamına gelen PROODOS kelimesinin,
bilyalı gazoz üretiminde nasıl bir gelişmeyi temsil ettiğini öğrenememiş olsam
da, Tatavlalı tulumbacıların 1918 yılındaki karnavallarında şampanya yerine
bolca bu gazozdan tüketildiği aynı isimli gazetede aktarılıyor.
Hazır söz PROODOS gazozundan açılmışken belirtmeliyim ki bu
marka az daha karambolde kaybolup gidecekti. Boğaz’da ara sıra birlikte
kurşunculuk yaptığım ahiretliğim dalgıç Mustafa’ya bu şişeyi gösterince, “bi’moka
yaramaz, HASSAN BEY’in farklı bir şekli” diye kestirip atmıştı. Şişenin
fotoğrafını sosyal medyada paylaşmamın üzerinden daha bir saat geçmemişti ki
şimdilerde Atina’da yaşayan Bozcaadalı Panayot (Pano), şişenin üzerindeki
Yunanca yazıyı okuyunca PROODOS gazozu olduğu ortaya çıktı. Bu nadir şişenin
hikâyesi Tatavla’da başlamış ve Boğaz’ın kuzeyinde sonlanmıştı. Adını koyan
yardım eli ise Atina’dan uzanmıştı.
Eskilerin içtiği bir başka gazoz markası ise, 1800’lerin
sonlarında üretim yapan KADIKÖY BİRLEŞİK GAZOZ FABRİKASI. Soğuk bir kış günü
yine Boğaz’ın kuzeyinde dipte kurşun arıyordum. Taşları yerlerinden oynatmak
için tırmıkla dibi eşelerken, kafa fenerimin parlak ışığı dipten aynı
parlaklıkla yansıyınca bi’an mücevher bulduğumu sandım. Anlık mutluluklar ve
hayal kırıklıkları dipte birbirlerini kovalar. Bu da öyle oldu. Kumdan çıkan
nesnenin etrafını kazınca elimdekinin bilyalı gazoz şişesi olduğunu anlamakta
gecikmedim. Kabartma marka var mı yok mu diye şişenin yüzeyinde elimi
gezdirdim, markalı olduğunu anlayınca doğru torbaya...
Kabasakal Koleksiyonu’nundaki bilyalı gazozların biri hariç
hepsinin markasını ve az çok tarihlerini bilmek, bir gazoz düşkünü olarak
damağımda keyifli bir tat bırakıyor. Sarayburnu açıklarında bulduğum kahverengi
bilyalı gazozun markasını ise henüz öğrenemedim. Gösterişli puntolarla “SB”
harflerinin süslediği, “tescilli marka” cümlesinin Osmanlıca ve İngilizce
yazılı olduğu bu şişenin markasını bilen biri çıkar da bana bildirir umarım.
***
Bugün bile iflah olmaz bir gazoz düşkünüyüm. Artık eski
günlerin alışkanlığı mıdır nedir, o kadar sevmeme rağmen hâlâ her aklıma
geldiğinde gazoz içmem, mutlaka güzel bir sebep yaratmaya çalışırım. Boğaz’ın
karanlık diplerinde dünün ve bugünün gazoz şişeleri zamana meydan okuyan bir
karmaşa yaratıyor. Benim gibi bi’avuç eski marka meraklısı bu şişeleri
buldukça, İstanbul’un unutulmuş gazozları Boğaz’ın karanlığından gün ışığına
çıkıyor. Koleksiyonumdaki bilyalı gazoz şişelerini seyretmek buz gibi bir
gazozu yudumlamak kadar keyif veriyor bana. Onlara bakarken, bir zamanlar
kafasına diktiği şişedeki gazozu son damlasına kadar içen ve sonra şişeyi kırıp
içindeki misketi alan fırlamanın zamana karışan gülümsemesini görür gibiyim. Fakat
bu bakışma gazozun köpüğü gibi kısa sürüyor. Vaktiyle “kapağı üstünde kalsın
bakkal amca, okumun ucuna takıcam” diyen kır saçlı dalgıca sanki bir selam
çakıp hemen arkadaşlarının yanına koşuyor.