17 Eylül 2011 Cumartesi

SABAH SABAH BOZCAMGÖZ...

Onunla böyle karşılaşmayı hayal etmemiştim. Issız, karanlık ve derin bir yamacın sonunda çıkmalıydı karşıma. Gidişin hızlı, dönüşün alabildiğine yavaş olduğu, insanın yüreğini ağzına getiren, derin karanlığın yüreğinde gizlenen bir çukurun dibinde görmeliydim onu. Önce bir gölge gibi belirmeliydi. Güneşin gücünü yitirdiği, ışığın hükmedemediği bir evrende, düşle gerçek arası bir yaratık gibi gezinmeliydi. Yanına yaklaştıkça yavaşça gerçeğe dönüşmeli, varlığıyla beni hem ürkütmeli hem de meraklandırmalıydı.

Bozcamgözle ilk karşılaşmamız hiç de beklediğim gibi olmadı...

Karanlığın içinde bozcamgözle karşılaşma ihtimali, yıllardır derinlerde korkuyu hiçe sayarak gezinmemin başlıca sebeplerinden biri oldu. Uzun zamandır peşinde koştuğum bozcamgöz, kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir yerde, boğazda kıyının birkaç kulaç açığında çıktı karşıma. Hani yerde ararken gökte rastlamak diye bir değim vardır ya, işte tam onun gibi bir karşılaşma oldu bizimkisi sabah sabah...

Ne tehditkar bakışlar atarak üzerime geldi, ne de dişlerini göstererek çevremde daireler çizdi. Saldırmak şöyle dursun, kıpırdayacak hali bile kalmamıştı zavallının. Dipte ters dönmüş yatarken, başı neredeyse kuyruğuna değecek kadar kıvrılmıştı. Gelip geçen teknelerin yarattığı anaforlarla yavaşça dalgalanıyordu bedeni.

İlk anlardaki şaşkınlığım geçer geçmez kamerama gitti elim. Keşke geçen gece üşenmeyip pili şarj etseydim. Allah’tan pilin dibinde kalan enerji kırıntıları birkaç kare fotoğrafla, iki dakika video çekimine yetti de, bu seneki katliam mevsiminin ilk kurbanını kendi evinde görüntüleyebildim.

Karın yüzgeçlerinin gerisindeki bir çift uzantı, uzunluğu 3 m’den fazla olan bozcamgözün, olgunlaşmış bir erkek olduğunun işaretiydi. Biraz aralanmış ağzında görülen tarak şeklindeki dişleri de, türünü yanılma payı bırakmadan ele veren bir başka ipucuydu.

Bozcamgözler derin su canlılarıdır ve gündüzü genelde 1000 m’yi aşan derinliklerde geçirir ve günbatımıyla birlikte sığlıklara yaklaşırlar. Bu şanssız bozcamgöz muhtemelen derin suya ağ bırakan balıkçılar tarafından yakalandı ve daha sonra işe yaramaz diye denize geri atıldı. Boğazının etrafına düğümlenmiş kalın ip ise, son saatlerinde çektiğini düşündüğüm işkenceden arta kalan tek kanıt.

Marmara’da bir katliam mevsimi daha başladı. Soyları hızla tükenmenin eşiğine gelen bozcamgözlerden bakalım bu sene kaçı bu katliamın kurbanı olacak?

4 Eylül 2011 Pazar

SIRADIŞI BİR BALIK: DENİZATI

Nicedir denizatı görmemiştim İstanbul kıyılarında. Bu sabah Ahırkapı'da onu da görmek varmış kısmetimizde. Dibi marul tarlası gibi örten Ulva yosunlarının arasında gizlenirken karşılaştık limon sarısı sevimli yaratıkla. Alabildiğine dost canlısıydı, ama yine de tedirginliği elden bırakmıyordu binbir nazla poz verirken. Etrafındaki zerzevatı temizlerken pek ses etmedi fakat tedbiri de elden bırakmadı devamlı fokurdayıp duran, siyahlar giymiş yabancının karşısında.

***

Denizatı, sessiz dünyada karşılaşabileceğiniz en garip balıklardan biridir. Bilimsel adı çok afilidir: Hipocampus hipocampus... Genellikle zeytin yeşili, hatta siyah renkli olurlar; sarı olanlarına daha seyrek rastlanır. Yeşil yosunların üzerine denk geldiği zaman fazlasıyla yakışıklı görünür sapsarı kostümüyle. Tek tuhaflığı şekli değildir denizatının. Doğada erkeği doğuran belki de tek balık türüdür! Dişinin döllenmiş yumurtaları erkeğin karnında gelişir. Gebeliğin bütün sıkıntısını erkek denizatı çeker.

***

Uluslararası Türleri Koruma Birliği (IUCN) tarafından hazırlanan Kırmızı Liste'de adı geçen denizatları, Akdeniz'de koruma altındalar. Nesli tehlike altında olan bu sıradışı balıklara boğazda, Marmara'da  eskiden çok rastlanırdı. En son 10 yıl önce Riva'da denk gelmiştim kalabalık bir gruba. Kalabalık dediysem öyle binlerce falan değil; bir yosun öbeğinin üzerine tünemiş halde onbeş yirmi taneydiler. Kıyasıya topladılar, kuruttular onları takı, aksesuar, vb. yapmak için. Şimdi yosunların arasında birine rastlayınca bayram ediyoruz.