“İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman,
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne Lestrigonlardan kork,
ne Kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon’dan.
Bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer...”
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne Lestrigonlardan kork,
ne Kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon’dan.
Bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer...”
Kavafis’in İthaka şiirini çok severim. Buraya ilk birkaç
mısrasını alıntıladığım İthaka, dilimize Cevat Çapan’ın kazandırdığı, yola,
yolculuğa, yolda öğrenerek bilgeleşmeye dair bir güzellemedir.
***
Denizin üzerinde yol almayı da çok severim ama dipte
geçirdiğim uzun zamanların, soluk soluğa aştığım yolların gözümde ayrı bir
değeri var. Annem arada sırada şaka yollu takılır “sen hiç toprak insanı olamadın...” diye. “Onlardan çok var be anne...” derim, “biri eksik olsa ne fark eder ki...”
O kadar uzun zaman oldu ki bu yola çıkalı. Hani elde küçük
bir çanta, içinde üç beş parça eşya ama
bir dünya hayalle çıkılan, sonu pek
düşünülmeyen uzun yolculuklar vardır ya, dalışa öyle başlamıştım. Gerçi
regülatörden ilk nefesi aldığım yer, pisliğiyle, kokusuyla, çamur rengi suyuyla
dalgıçlığa heveslenen birinin hayallerini daha en başında kıracak bir yerdi ya
varsın olsun, nasılsa başka yerler de vardı, hele şu yola bir çıkayım gerisi
kolaydı. Zamanla yolum nasılsa oralara da düşerdi.
Rumelifeneri’nde Roket Taşı’nın hemen gerisine düşen balıkçı
barınağında, derinliğin taş çatlasın 5 m olduğu liman suyundaki acemi
nefeslerin üzerinden çeyrek asır geldi geçti. Geriye kalansa binlerce dalış ve
dipteki uzun yolda geçen binlerce saat...
***
Dipte uzun zaman geçirince ister istemez aştığınız yol da
uzuyor. Beykoz’da Hünkâr Kasrı’ndan girip
meydanda Onçeşme’ye uzanan
gezintilerde dipte iki saatten fazla kalıp iki kilometreye yakın yol yaptığım
çok olmuştur. Bu gezintiler sırasında derinlik bazen 30 metreyi aşar. Eğer
rotam İDO iskelesinin önündeki çukurluktan geçiyorsa yolun önemli bir bölümü
derin suda devam eder. Dalış bilgisayarının ekranında dekompresyon tavanı
giderek derinleşir. Zaman geçer, yol uzar, torbam şişeyle, kameram görüntüyle
dolar. Tek tük kırlangıçla kalkan ve bolca tekir çıkar karçıma. Onçeşme’nin
yakınındaki yalıların önüne geldiğimi eşkina taşından bilirim. Gözenekli
haliyle kömür cürufuna benzeyen bu kocaman kayalığın içindeki eşkinalar belki
de Paşabahçe Koyu’nun ve de Beykoz’un son eşkinalarıdır.
Eşkina taşını bulunca ağır ağır yükselmeye başlarım. Burada
da tek tük şişe bulduğum olur. Son zamanlarda torbamı kurşunla da doldurmaya
başladım. Dibe takılıp kalmış ağ leşlerinin yaka kurşunları, oltaların
iskandilleri de iyi kötü para ediyor. Hem öğrenir hem de fazladan birkaç kuruş
kazanırım Beykoz’un dibinde gezinirken.
Ahırkapı’da da durum değişmez. Çekek yerinin hemen önünden
dalıp teknelerin açıkta demir
üzerinde bekledikleri alarga yerine doğru
giderken deniz tabanı dakikalar boyunca derinleşmemekte inat eder. Suya
girdiğim yerde derinlik taş çatlasın 6 metredir, sonra nazlana nazlana 12-13
metreyi bulur. Buraya ulaşana kadar hiç olmazsa 10 dakika geçer. Eğer şişe
bulmak ya da yol üzerindeki enkazda yuvalanan istakoz hazretlerine bir selam
çakıp iki satır muhabbet için oyalandıysam bu süre daha da uzar. Derken
düzlüğün yerini dik bir eğim alır. Ahırkapı sığlığı nihayet sona erer ve
derindeki şişe ocağına giden kısa iniş başlar.
Hava lodos esmediğinde burada su berraktır. Karadeniz’in
burukluğundan kurtulan su gerçek bir
deniz olur ağzınızda tuz tadı bırakır. Dipteki
her türlü pisliğin üzerini adeta ayıbımızı gizlemek ister gibi örten yumuşak
mercanlar ve deniz şakayıkları, insan hayalinin ötesinde bir güzellikte olan derin
bahçeler yaratırlar Ahırkapı’da ve boğazın birçok başka yerinde.
Sadece toplamak için inmem dibe, gördüklerimi kaydederim,
not alırım, görüntülerim. Toprak insanlarının da hemen yanıbaşlarında gözlerden
uzak başka bir dünya olduğunu öğrenmelerini isterim. O dünyayı onlara daha iyi
anlatmak için daha fazla öğrenmeye zorlarım kendimi. Haliyle yol da zaman da
uzar gider bu sonsuz öğrenme anlarında. Denizin öğrencilerine bıkkınlık
yakışmaz.
Sabırla yol aldıkça daha çok öğrenirsiniz denizden ve
derinlerden. Dalışın bitmesi öğrenmenin de bittiği anlamına gelmez. Sonsuz
öğrenme fırsatları sunan derinlere bir sonraki yolculukta ders kaldığı yerden
devam eder.