27 Mart 2011 Pazar

TÜRK SULARINDA KÖPEKBALIKLARI

Yirmi yıldan fazla oldu bu hayali kuralı. İlk yazıları, ilk şekilleri iyi niyetli acemiliklerle doluydu. Gülüp geçenler de olmuştu, "daha ne biliyorsun ki yazacaksın..." diyenler de... İnat, başarmanın enerjisi. İyi ki inat etmişim, iyi ki vazgeçmemişim Türk Sularında Köpekbalıkları'nı yazmaktan.

26 Mart 2011'de imzaladıklarım bir kitaptan fazlasıydı benim için. Ülkeye, denizlere, yaşamı yanlış anlamalara kurban giden asık suratlı bir yırtıcıya ama en önemlisi kendime hizmetti bu kitap. Kendime hizmet diyorum, çünkü yıllar önce başkalarının sözüne kulak asıp daha başında bu yoldan dönmüş olsaydım eğer, kimbilir daha nelerden vazgeçerdim?

Bu kitaptaki her kelimenin mürekkebi bir damla deniz suyu aslında. Türk Sularında Köpekbalıkları, denizle yazı arasında var olmaya çabalayan bir insanın da örtülü öyküsü...

14 Mart 2011 Pazartesi

ADALAR DENİZİ - FARKLI DÜNYALAR 8

İrina (Dasyatis pastinaca) kumun altına gizlenmek yerine, zarifçe dalgalandırdığı kanatlarıyla dipten kaldırdığı kumları vücudunun üzerine serperek kendisini gizler. Bu kanatlar aslında irinanın göğüs yüzgeçleridir. Bu dalgalanma o kadar güçlüdür ki, irina sadece kendisini gizlemekle kalmaz, örtünün kalkmasıyla açığa çıkan kabuklu canlıları da afiyetle midesine indirir. Oysa irinanın aksine trakonya (Trachinus spp.) ve kurbağa balığı (Uranoscopus scaber), gövdelerini dalgalandırarak kumu kazar ve sadece gözlerini ve kocaman ağızlarını dışarıda bırakarak pusuya yatarlar. Çok obur avcılar olmalarına rağmen bu balıklar, değerli yaşam enerjilerini av peşinde harcamak yerine, avın kendilerine gelmesini beklemeyi tercih ederler. Her iki balığın kocaman ağzı bir kapanı andırır. Çenelere muazzam bir ezme gücü veren kaslarla iyice tombullaşmış olan yanaklar, denizdeki çoğu avcıyı kıskandıracak kadar yoğun bir yakalama ve çiğneme enerjisiyle doludur. Trakonya ya da kurbağa balığı kocaman ağzını hızla açtığında oluşan anlık emmenin yarattığı akım, suyla birlikte avın da bu karanlık boşluğa çekilmesine yol açar. Kumun altında doymak bilmeyen bir açlıkla bekleyen yüzlerce ağız, kendilerine yaklaşmaya cesaret eden hayatları yutmaya her an hazırdır.

Marmara’nın derinlerinde kol gezen avcıların hiçbiri avını bozcamgöz (Hexanchus griseus) kadar korkutamaz. Bozcamgöz derin Marmara’da yaşayan en büyük avcıdır; iç denizde besin piramidinin zirvesine yerleşmiş bir tepe yırtıcıdır; derin karanlıktaki tüm avcıları avlayabilen tek avcıdır. Onun midesinden çıkanlar, zengin bir ziyafetin yemek listesi gibi uzar gider. Küçükken karides, yengeç gibi kabuklularla ve kalamar gibi kafadanbacaklılarla beslendiği halde, büyüdükçe balıkların peşine düşer. Dipte yaşayan tüm balık türleri avcıların avcısına yem olabilir. Kaynakların kısıtlı olduğu derin denizde bozcamgöz, küçük köpekbalıklarını ve vatozları da avlar. Yine de berlam balığının (Merluccius merluccius) ziyafet listesinde özel bir yeri var. Derin sularda kalabalık sürüler oluşturan berlam balığı, bozcamgözün derin Marmara’daki en önemli besin kaynağıdır. Sahip olduğu tüm yırtıcı yeteneklere rağmen derinlerin efendisi de kolay yemek fırsatlarını kaçırmaz. Dibe çökmüş bir yunus leşinin ya da balıkçıların para etmez diyerek denize geri attıkları irili ufaklı balıkların, bozcamgöz için şölen davetiyesinden farkı yoktur. Derin karanlığa sarkıtılmış oltaların ucundaki yemler de bozcamgözün iştahını kabartır. Fakat bu yem kasıtlı olarak köpekbalığı yakalamak için hazırlanmış bir oltanın ucundaysa, bozcamgözün iştahını kabartan et parçası onun son yemeği olur. Tüm avcıların avcısı, adalar denizinin hakimi, sadece insana yenik düşer. (Son)

11 Mart 2011 Cuma

ADALAR DENİZİ - FARKLI DÜNYALAR 7

Kumun altında bir kere gözden kaybolduktan sonra çok fazla hareket etmeyen, hatta hemen hemen hareketsiz bir yaşamın tutsakları olan kum midyesi (Chamelea gallina), sulina (Ensis spp.), deniz faresi (Sphatangus spp.) gibi canlılar için ince kumun kalın örtüsü, gözden uzak, güvenli sığınaklar yaratır. Kumdan süzgecin tabakalarında alıkonan minyatür canlılar –mikrofauna ve meiofauna üyeleri- bu saklı dünyada barınanların başlıca besin kaynağıdır. Deniz faresi beslenirken kum yutar, organik maddeyi özümler ve cansız olan herşeyi dışarı atar. Kum midyesi ve sulinanın kavkıları arasından çıkan sifon, hem besinlerin emilmesi, hem de atıkların boşaltılması için kullanılan ortak bir bacadır. Yine de doğa, durağanlığa mahkûm olan bu dünyada bile yırtıcılar yaratmayı ihmal etmemiştir.

Avla görsel temasın olanaksız olduğu kum denizinde gözler ya yok olmuştur ya da iyice küçülmüştür. Kumda av ararken duymak, koklamak, elektriği algılamak görmekten daha önemlidir. Kum altında gizliden gizliye bir ölüm kalım savaşı devam eder. Avın ve avcının hareket olanaklarını alabildiğine kısıtlayan kum örtüsü, ava saklanmaktan, avcıya sabırla beklemekten ya da uzun arayışlardan başka seçenek bırakmaz. Hücumların hız kestiği kumun derinliklerinde her an ölümcül bir karşılaşma yaşanabilir. Kollarının altındaki yüzlerce küçük parmakla kumun her santimetrekaresini sabırla didikleyen deniz yıldızı ile karşılaşma midye için mutlak ölüm demektir. Deniz yıldızı kollarını kumun derinliklerine uzattığında, midyeyi yırtıcılardan gizleyen koruyucu örtü onun kefeni olur. Deniz yıldızı sabırlı arayışının ödülünü aldığında midyeden geriye bir çift kabuk kalır.

Kumun kırış kırış olmuş yüzeyinin altında saklanan bazı canlılar insanın canını çok yakabilir. Trakonya (Trachinus spp.), kurbağa balığı (Uranoscopus scaber) ve irina balığı (Dasyatis spp.), doğanın en etkili savunma araçlarından biriyle donatılmışlardır. Masum görünüşlü bu balıkların vücutlarındaki dikenlerde taşıdıkları güçlü zehir, onlara cüsselerinden beklenmeyecek kadar etkili bir savunma yeteneği kazandırır. Ne trakonya, ne kurbağa balığı, ne de irina aktif avcı türler değildir. Bunlar avlarını kovalamak yerine kumun altında pusuya yatmayı tercih ederler. (Devamı var)

8 Mart 2011 Salı

ADALAR DENİZİ - FARKLI DÜNYALAR 6

Büyükada, Heybeliada ve karşı sahilde Dragos arasında kalan üçgende, adalar denizinin bir başka biyolojik hazinesi ziyaretçilerini bekler. Pachycerianthus cinsi yüzlerce deniz şakayığının narin dokunaçlarıyla dalgalanan gerçeküstü bir bahçe, “Marmara öldü…” diyenlere nispet edercesine yeşermiştir kuzey kumluğunda. Koyu yeşil suların gizlediği bahçede dalgıçları loşlukla karışık bir dinginlik bekler. Ne zaman bu bahçede gezinsem, kum havuzunda en sevdiği oyuncaklarıyla oynayan bir çocuğun sonsuz neşesini hissederim. Deniz şakayıklarının birkaç metre üzerinde dolaşırken paletlerimin yarattığı su akımı dokunaçları bir an dalgalandırır. Sığlıkta yaşayan ürkek kuzenlerinin aksine, Pachycerianthus şakayıkları, dalgıcın varlığından çok rahatsız olmazlar. Metrekareye birkaç tane deniz şakayığının düştüğü bu sıkışık düzenli bahçede yüzlerce dokunaç birbirine karışır. Burada kum sanki canlı bir örtüyle kaplanmıştır. Kuzey kumluğunun öteki sakinlerini görmek için zemine yaklaşmalı, bu örtünün, hatta kumun altına bakmalısınız. Dibe yaklaştıkça kumluğun sakinleri giderek kalabalıklaşır. Meraklı iki göze karşılık yüzlerce göz gizlenir kumun altında ve üstünde. Pachycerianthus şakayığı gibi bazı deniz omurgasızları göze bile ihtiyaç duymazlar. Dalgıcın suda yarattığı her dalgalanma, bir çift kabuğun kapanması için yeter de artar. İçkabuklu bir karından ayaklı olan Philine aperta’yı bulmak için, kuma kazınmış derin çizgileri izlemeniz yeterlidir. Bu çizgiler, sarımsı beyaz canlının ayak izleridir ve kimi izler güneydeki derin kumluğa gitmektedir.

Anthozoa türlerinin çoğu sert zeminlere tutunarak yaşadıkları halde, Funiculina quadrangularis, Pennatula phosphorea ve Veretillum cynomorium türü deniz kalemleri, çamurlu ya da kumlu zeminlere uyum sağlamış olmalarıyla dikkat çekerler. Uzunluğu 2 m’ye ulaşabilen Funiculina bir kırbacı andırır. Diğer iki türe kıyasla Marmara’da ender rastlanan bir deniz kalemidir. Çamura saplanmış parlak bir kuş tüyüne benzeyen Pennatula’nın boyu yarım metreye ulaşabilir. Adalar denizinde en sık rastlanan deniz kalemi olan Veretillum’un boyu uygun koşullar altında 1 m’ye yaklaşır. Aynı gövdeden çıkan yüzlerce küçük polipin biraraya gelerek şekillendirdikleri kalabalık birer koloni olan deniz kalemleri, güney kumluğunu renklendiren gözalıcı narin canlılardır. (Devamı var)

2 Mart 2011 Çarşamba

ADALAR DENİZİ - FARKLI DÜNYALAR 5

Kayalık yüzeyler yaşama ait tüm birikimlerini cömertçe sergiledikleri halde, kum sakladığı hazineyi kolayca ortaya çıkarmaz. Genellikle tekdüze bir çöl gibi uzayıp giden kumluk alanlar, gözün kolayca odaklanmasına, şekilleri farketmesine izin vermez. Işığın iyice azaldığı derinliklerde biçimler, kumluğun yalınlığında daha da silikleşir, hatta kaybolur. Güçsüz bir kuyruk vuruşuyla bile kolayca havalanan kum dibe çökerken, herşeyin üzerine bir görünmezlik örtüsü yayar. Adalar denizinde derinlere indikçe kayalar giderek silikleşen gölgelere dönüşür. Ara sıra denk gelinen bir enkaz ya da irili ufaklı kaya parçaları, kumluğun tekdüzeliğinde belli belirsiz biçimler, kabartılar yaratsa da, derin diplere kumun yalınlığı hakimdir.

Prens Adaları’nın çevresinde kum zeminin başlangıç derinliği bölgeden bölgeye değişir. İstanbul’a bakan kuzey kıyılarında kumluk genellikle ilk metrelerde hissedilir. Anakarada son yıllarda belediyenin çabalarıyla şekillenen suni kumsallara adalarda pek rastlanmaz. Tabiat adaları inşa ederken çoğunlukla kaya ve taş kullanmış olsa da, ara sıra rastladığı boşluklara bir avuç kum serpip küçük plajlar yaratmayı da ihmal etmemiş. Heybeliada’da Değirmenburnu’ndaki plaj da adaların az sayıdaki kumsallarından biridir. Yüzmek için korunaklı, fazla derin olmayan bir yer arayanların uğrak yeridir Değirmenburnu. Buraya tam olarak kumsal denemez aslında. Dip hem taşlık hem de kumluktur. Derinlik yavaş yavaş artar; ayrıca dipte görülecek çok bir şey yoktur. Meraklısı dışında pek dalgıç göremezsiniz yakınlarda. Rahatsız eden olmadığı için, onbeş yirmi parçalık dikenli camgöz (Squalus acanthias) sürüleri kış başında burnun etrafındaki sığlıklara yaklaşır, korkusuzca dolaşırlar. Ara sıra ağa ya da paraketaya takılan birkaç şanssız gezgin, dikenli camgözlerin hâlâ Değirmenburnu’na uğradıklarını gösteriyor. Ancak kuzey kumluğundaki asıl hazineyi görmek için biraz daha açığa ve derine bakmak gerekir. (Devamı var)

ADALAR DENİZİ - FARKLI DÜNYALAR 4

Kayalık kıyılardaki renk cümbüşünün aksine, adalar denizinin derinlere uzanan düzlüklerine genelde tek bir renk hakimdir. Kayalıktan gri bir çölü andıran kumluğa geçiş, kimi yerde aniden, kimi yerde kademeli olarak gerçekleşir. Adalar denizinin zümrüt yeşili sularına balıklama dalan duvarların bulunduğu Sivri’nin, Yassı’nın ve Balıkçı Adası’nın güney kıyılarında, kayalık ve kumluk arasındaki sınır kalemle çizilmiş gibi belirgindir. Sert ya da yumuşak zeminlerde yaşamaya uyum sağlamış olan türler birbirlerinin yaşam alanlarına genellikle girmediklerinden, bu bölgelerde iki farklı dünyanın canlıları arasında net bir farklılaşma görebilirsiniz. Dil balıkları, vatozlar, üzgün balıkları, kırlangıç balıkları gibi yumuşak zeminlerde yaşamaya uyum sağlamış olan balık türleri duvarın dibine kadar gelir ama daha ileriye gidemezler.

Zeminin eğimle derinleştiği yerlerde kaya ve kum arasındaki sınır belli belirsiz bir geçiş bölgesine dönüşür, hatta tamamen silinir gider. Kayaların önce küçük kayalara, sonra daha küçük kayalara, giderek küçülen taşlara dönüştüğü, nispeten yumuşak bir eğimle derinleşen kıyılarda, kıyıyla kumun arasında iki farklı dünyadan gelen yaşamların karşılaştığı, hatta kalıcı yerleşmelere sahne olan tampon bir bölge oluşur. Prens Adaları’nın derinlerinde böyle tampon bölgeler yaygın olmakla birlikte, hiçbiri Kalpazankaya’nın görkemini sunmaz dalgıçlara.

Burgazada’nın güneyindeki heybetli kaya parçası ve onu kuşatan daha küçük kaya parçaları küçüle küçüle irili ufaklı taşlara dönüşürken, yaklaşık 30 m derinde Kalpazankaya’nın cüssesinden eser kalmaz. Taşlar küçüldükçe araları açılır ve ortaya kumla çamurla dolmaya uygun cepler çıkar. Sığlıktaki alg örtüsü derinde de devam eder; kara midyeler bile bu seyrek taşlıkta boş buldukları yüzeylere tutunmuşlardır. Yüzeye yakın kayalardaki tutunucu canlı yerleşimleri, gelişigüzel atılmış gibi duran taşların üzerinde cılızlaşarak bile olsa devam eder. Seyrek taşlık, Kalpazankaya’nın kumluktaki ileri karakollarıdır. Kaya duvarındaki iskorpiti uzaktan seyreden dilbalığı, tampon bölgede uzak akrabası ile gözgöze gelir. Kalpazankaya’da buluşanlar sadece iskorpit ve dilbalığı değildir. Sagartia anemonu deniz kalemi (Veretillum cynomorium) ile burada karşılaşır. Yılanyıldızlarının (Ophiuroidea) ince uzun kolları kayayla kumu, iki tarafı da kucaklayan bir sahiplenmeyle örter. Kum yatağında uyuyan vatoz balığı bile bazı geceler beslenmek için kayalığın yolunu tutar. Kumluk ıssız bir çöl olmadığını kanıtlamak ister gibi elçiler gönderir kayalığın sakinlerine. Elçilerin taşıdığı mesaj hep aynıdır: kumun altı da üstü de boş değil. (Devamı var)