Dalış çantamı hazırlarken başlarım rahatlamaya. Bilinmeze
yol almazdan önce yapılan hazırlığın her adımı, bu dünyanın kötülüklerinden,
kafa karıştıran ayrıntılarından, insanı yaşamaktan bezdiren curcunasından
kurtulmaya adım adım yaklaştığım kutsal bir arınmadır.
Derinlere olanca arınmış bir ruhla karışmadan önce, karadaki
dünyanın –insanların dünyasının- düşünsel ağırlığından kurtulmam gerekir.
Çantam ağırlaştıkça zihnim hafifler. Karadaki dertleri almam yanıma, dibe
götürmem onları, en azından götürmemeyi denerim.
Her dalış bilinmeze doğru yol almaktır. Avcunuzun içi gibi
bildiğiniz bir yerde bile her dalış bilinmeze yol almanın heyecanını da
beraberinde getirir. Bu heyecan bir duygular eriyiğidir. Arınmışlık,
özgürleşme, kurtulma, rahatlama, coşku, tedirginlik, zaman zaman sebepsiz bir
korkuyla dolup taşan; insana ait tüm hislerin kendisine bir yer bulduğu ama
koşullara bağlı olarak bu duygulardan birinin diğerlerine baskın çıktığı bir duygular
bütünlüğüdür.
***
Dipte çalışırken bazen buz gibi bir ürperti kaplar içimi.
Işıksız derinliklere hızla dalan, belirsizliğin içinden ortaya çıkmak için
adeta pusuda bekleyen bir şeyleri gizlediğini düşündüğüm ıssız yamaçlar, bu
ürpertiyi en fazla hissettiğim yerlerdir. Ara sıra işi gücü bırakır ve o korku
uçurumunun derinlerini görmeye çalışırım umutsuzca. Fenerimle aydınlatmayı
denerim ışığa aç, ışığı emip yutan belirsiz karanlığı.
Basit bir korku diye tarif edemem bu ürpertiyi, aksi halde
kolay kaçmış olurum. Korkusuz bir dalgıç olduğumu iddia etmiyorum. Aksine
korkumu inatla muhafaza ederim! Çünkü dehşete dönüşmeyen ürpertiler iyidir.
İnsanın aklını silip süpüren bir panik fırtınasına dönüşmediği sürece, kontrol
altında tutulabilen ürperti dalgıcı uyanık tutar. Dalgıca birdenbire işini
bıraktıran bu ürperti, çevreyi karanlık bir örtü gibi kuşatan derin suda
duyuları alarma geçirir, en ufak kıpırtıya, en silik gölgeye karşı ani ve keskin
tepkileri tetikler.
***
Ekmeğini denizden kazanan dalgıçların sohbetlerine hakim
olan duygu çoğu zaman tek kelimeyle özetlenebilir: sızlanmak. Mutlulukla,
kahkahayla, sessizlikle karışık temkinli bir dert yanmayı her nedense dilinden
düşürmemeye dikkat eder toplayıcı dalgıçlar. Haksız da değildirler; sevinseler
bir türlü sevinmeseler başka türlü. Bereketli bir dalışın sonrasında dalgıcın
yüzünde okunan keyifli ifadenin ardından hep aynı soru gelir: “nerede bu mera?” Genelde cevaplanmaz bu soru. Çünkü, mera dalgıcın
mahremidir. En yakın arkadaşa çıtlatılırken bile, meranın yeri aşağı yukarı
söylenir.
İster sığda olsun isterse derinde, toplayıcı dalgıç yüzünü
güldüren, torbasını cömertçe dolduran merasının kendisine sunduklarından
olabildiğince hızlı faydalanmak ister. Zira, kendisinin ama titizlikle arayarak
ama tesadüfen keşfettiği bu saklı cenneti günün birinde bir başkası da
keşfedebilir. Sürekli aynı meraya gitmemek, hem mimlenmemek hem de eli boş
dönmemek için gereklidir. Aksi halde merayı başkalarının keşfetmesi ya da
sürekli aynı dibi kazarak toplayıcı dalgıcın kendi merasını kurutması işten
bile değildir.
***
Koşulların rahat olduğu bereketli sığ meralar her dalgıcın
hayalidir. Suya rahatça girilen, emniyetli uzun dip zamanına izin veren, hani
elinizi soksanız dalgıcın sırtını kaşıyabileceğiniz kadar sığ ve bereketli
meralar süsler toplayıcı dalgıçların düşlerini.
Böyle rahat yerlerde çalışırken dalgıcın duyguları da
rahatlar. Derinlik az olduğu için tedirgin değildir, zihni berraktır. Kum
havuzundan kovası küreğiyle oynayan bir çocuk gibi şendir dipte. Hele bir de
torbası bol bol doluyorsa neşeden ağzı kulaklarına varır. Fakat böyle keyifli
ve bereketli dalışlar bazen birden biter bazen de bitmesi biraz zaman alır.
Kendi meramı kuruttuğum çok oldu ki hâlâ da olmaktadır. Zira
çoğu toplayıcı dalgıç gibi ben de sürdürülebilirliğe pek dikkat etmem, edemem.
Su akarken küpünü doldur derim ve sonra bir bakarım ki merada kurşun bitmiş. En
azından sığlıklarda... İşte o zaman hayat memat meselesi o soru gelir çıkar
karşıma: “Daha derine mi inmeli? Derine inmek keyfiyet mi, yoksa mecburiyet mi?”
Sığ sularda başlayan her ekmek arayışı, eninde sonunda daha
derinlerde sürmeye yazgılıdır. Bu hep böyle olmuştur ve toplayıcı dalgıcın
bundan kaçmasının yolu yoktur. Derinlik arttıkça duygularda değişmeye başlar.
Sığ sulardaki rahatlığın yerini almaya başlayan tedirginlik, derinlik artıp
sular karardıkça daha güçlü hissedilir. Zihinsel olarak derin suya hazır
olmayan dalgıçlar için derin suya inme mecburiyeti tarifsiz bir eziyettir. Böyle
anlarda dipten bir şeyler toplamak sadece kazanç kapısı olmakla kalmaz,
dalgıcın aklını meşgul ederek ona korkularını unutturan ya da en azından
korkularını hafifleten bir uğraş olur. Derin suda korku, zihnin kuytularında
pusuya yatar, dalgıcın aklını almak için fırsat kollar. Derin suda toplayıcı
dalgıç olmak ve bunu uzun yıllar sürdürmek herkesin harcı değildir. Derin suda
çalışan hemen her dalgıç adeta kendi zihniyle ve duygularıyla mücadele eder.
Belki de bu yüzden derin karanlıktan aydınlığın selametine geri dönüş her
seferinde yeniden doğmak gibidir.