Gece gündüze dönmek üzere. Deniz akşamdan kalmış, hâlâ
katran karası. Sanki sabahın yaklaştığını
umursamıyor, aydınlanmaya niyeti yok
gibi. Yeni gün boğazın sırtlarını belli belirsiz aydınlatarak haber veriyor
gelişini. Tepeler yavaşça kızarırken hava ha aydınlandı ha aydınlanacak. Deniz
daha sıyrılamamış karanlığından. Şafak vakti sanki geceye dalıyorum boğazın
kıyısında bir yerde.
Boğaz... Denizler içinde en sevdiğim! Evimden uzaktaki
evim...
Her taşı tanıdık. Balığından yengecine, yosunundan midyesine
içinde kim varsa hepsi dost, kardeş bana derinlerde. Yabancısı değilim
buranın. Boğazda her dalış tanıdıkları ziyaretten farksız benim için...
***
Çeyrek asrı geçti boğazda dalmaya başlayalı. Başka yerlere
gittiğim de oldu bu zaman zarfında, ama hep
burayı özledim. Boğazın yeri
başkadır benim için. İçini dışını avcumun içi gibi bilirim onun. Kıyısında
gezerken, üzerinden geçerken, şıpırıtılı sularına bakıp çayımı yudumlarken
yanımdakilere “bak buradan biraz açıkta, şu kadar kulaç derinlikte bu var”
demek çok hoşuma gider. Hemen birisi atlar ve sorar “nereden biliyorsun ki?”
diye:
“Gördüm” derim, “dokundum, etrafında dolaştım, izledim onu”
derim,
artık o an için bahsettiğim her neyse. Bazen bir batıktır anlattığım,
uzun yıllar önce boğazın karanlığında yitip giden; bazen bir deniz şakayığı
veya menevişli bir eşkina balığıdır...
Gün olur çevremi arı sürüsü gibi sarmış istavritleri,
palamutları, izmaritleri, lüferleri anlatırım yanımdakilere.
“Gelincik
balıkları, allı morlu kiklalar, yaldız yakamozlu trakonyalar da var” derim,
sabırsızın biri yine dayanamaz ve sorar yüzünde gizleyemediği hayretle ve çoğu
zaman inanmazlıkla: “Bunların hepsi burada mı yaşar?”
Haklıdır sorusunda, ne de olsa yıllarca öldü, bitti, bok
çukuruna döndü, artık adam olmaz diye fişlenmiş bir denizin kıyısında delinin
biri çıkmış ve ona burasının ölmediğini, bağrındaki türlü çeşit yaşamla inadına
direndiğini, günden güne hayata daha sıkı bağlandığını söylemektedir. Üstelik
bu deli dipten getirdiği yaşam dolu görüntüleri ona gösterip aklını iyice
bulandırmakta, boğazın öldüğünü iddia edenlere olan inancını temellerinden
sarsmaktadır da!
İnanması zordur dibini görmemiş olanlar için, ama gerçek
budur, boğaz inadına yaşamla doludur...
***
Çılgındır boğazın denizi. Çılgın derken abartmıyorum,
boğazın bazı yerleri azgın nehirlerle boy ölçüşebilecek
kadar akıntılıdır da.
Doğrusunu söylemek gerekirse en sakin gibi görünen koylarında bile hafif hafif
akar boğaz. İstanbul’u ayıran denizin karakteridir hiç durmamak, hep akmak.
Üstelik akan sadece su değildir, yaşam da akar boğazın içinden. Boğazdaki hayat
akıntısına karışanlar arasında güleç yüzlü yunuslar vardır. Gemilerin sağında
solunda fırdönerler, boğazın haylaz çocuklarıdır onlar. Karadeniz’den
Marmara’ya ve sonra aksi istikamete giden balık sürüleri boğazdan gelip
geçerken derinlerde gümüş rengi bir ışık akıntısı yaratırlar. Su önce
karanlıktır sonra bir bakarsın gümüş rengi bir ışık seli akmaya başlamıştır
derin karanlıkta.
Bugüne kadar neyi görmek istediysem, neyi hayal ettiysem
cömertçe çıkardı karşıma. Derinlerinde kaybolup
gitmiş nice hikâyeleri paylaştı
benimle asla cimrilik etmeden. Usta nefeslerin üflediği, emek zahmet şekillendirdikleri şişelerini
paylaştı mesela. Şehr-i İstanbul’da ahalinin eskiden nasıl yaşadığına, neler
yiyip içtiklerine, hayat şekillerine, hayatlarına girmiş olan markalara dair
ucundan kıyısından bir fikir sahibi olmamı sağladı.
Akmaktan yorulan suyunu az dinlendirmek için hafifçe dirsek
kırarak şekil verdiği koylarda - Paşabahçe, Kanlıca, Tarabya, İstinye sakinliklerinde-
ne hikâyeler fısıldadı kulağıma bir bilseniz. Ara sıra paylaşıyorum sizlerle
bunları, ama emin olun gençliğimden beri dinlediklerimi anlatmaya ömrüm yetmez.
Coştuğu yerde ayrı, soluklandığı yerde ayrı yaşar boğazın
denizi. Eee ne de olsa zamanın özenle, sabırla
şekillendirdiği bir hayat yolu
burası. Oluşması da yaşamla kalabalıklaşması da binlerce yıl almış. İnsan
sabrının ötesinde bir sabırla yaratılmış, tanrının elinden çıkmış ne de olsa. Az uzağına kazmaya niyetlendikleri boğaz bozuntusu günün birinde hakikaten kazılırsa, gerçeğinin içindeki
hayat akışını bakalım nasıl etkileyecek?