12 Kasım 2013 Salı

BOĞAZ İNADINA YAŞIYOR...

Gece gündüze dönmek üzere. Deniz akşamdan kalmış, hâlâ katran karası. Sanki sabahın yaklaştığını
umursamıyor, aydınlanmaya niyeti yok gibi. Yeni gün boğazın sırtlarını belli belirsiz aydınlatarak haber veriyor gelişini. Tepeler yavaşça kızarırken hava ha aydınlandı ha aydınlanacak. Deniz daha sıyrılamamış karanlığından. Şafak vakti sanki geceye dalıyorum boğazın kıyısında bir yerde.

Boğaz... Denizler içinde en sevdiğim! Evimden uzaktaki evim...

Her taşı tanıdık. Balığından yengecine, yosunundan midyesine içinde kim varsa hepsi dost, kardeş bana derinlerde. Yabancısı değilim buranın. Boğazda her dalış tanıdıkları ziyaretten farksız benim için...

***

Çeyrek asrı geçti boğazda dalmaya başlayalı. Başka yerlere gittiğim de oldu bu zaman zarfında, ama hep
burayı özledim. Boğazın yeri başkadır benim için. İçini dışını avcumun içi gibi bilirim onun. Kıyısında gezerken, üzerinden geçerken, şıpırıtılı sularına bakıp çayımı yudumlarken yanımdakilere “bak buradan biraz açıkta, şu kadar kulaç derinlikte bu var” demek çok hoşuma gider. Hemen birisi atlar ve sorar “nereden biliyorsun ki?” diye:

“Gördüm” derim, “dokundum, etrafında dolaştım, izledim onu” derim,
artık o an için bahsettiğim her neyse. Bazen bir batıktır anlattığım, uzun yıllar önce boğazın karanlığında yitip giden; bazen bir deniz şakayığı veya menevişli bir eşkina balığıdır...

Gün olur çevremi arı sürüsü gibi sarmış istavritleri, palamutları, izmaritleri, lüferleri anlatırım yanımdakilere.
“Gelincik balıkları, allı morlu kiklalar, yaldız yakamozlu trakonyalar da var” derim, sabırsızın biri yine dayanamaz ve sorar yüzünde gizleyemediği hayretle ve çoğu zaman inanmazlıkla: “Bunların hepsi burada mı yaşar?”

Haklıdır sorusunda, ne de olsa yıllarca öldü, bitti, bok çukuruna döndü, artık adam olmaz diye fişlenmiş bir denizin kıyısında delinin biri çıkmış ve ona burasının ölmediğini, bağrındaki türlü çeşit yaşamla inadına direndiğini, günden güne hayata daha sıkı bağlandığını söylemektedir. Üstelik bu deli dipten getirdiği yaşam dolu görüntüleri ona gösterip aklını iyice bulandırmakta, boğazın öldüğünü iddia edenlere olan inancını temellerinden sarsmaktadır da!

İnanması zordur dibini görmemiş olanlar için, ama gerçek budur, boğaz inadına yaşamla doludur...

***

Çılgındır boğazın denizi. Çılgın derken abartmıyorum, boğazın bazı yerleri azgın nehirlerle boy ölçüşebilecek
kadar akıntılıdır da. Doğrusunu söylemek gerekirse en sakin gibi görünen koylarında bile hafif hafif akar boğaz. İstanbul’u ayıran denizin karakteridir hiç durmamak, hep akmak. Üstelik akan sadece su değildir, yaşam da akar boğazın içinden. Boğazdaki hayat akıntısına karışanlar arasında güleç yüzlü yunuslar vardır. Gemilerin sağında solunda fırdönerler, boğazın haylaz çocuklarıdır onlar. Karadeniz’den Marmara’ya ve sonra aksi istikamete giden balık sürüleri boğazdan gelip geçerken derinlerde gümüş rengi bir ışık akıntısı yaratırlar. Su önce karanlıktır sonra bir bakarsın gümüş rengi bir ışık seli akmaya başlamıştır derin karanlıkta.

Bugüne kadar neyi görmek istediysem, neyi hayal ettiysem cömertçe çıkardı karşıma. Derinlerinde kaybolup
gitmiş nice hikâyeleri paylaştı benimle asla cimrilik etmeden. Usta nefeslerin üflediği, emek zahmet şekillendirdikleri şişelerini paylaştı mesela. Şehr-i İstanbul’da ahalinin eskiden nasıl yaşadığına, neler yiyip içtiklerine, hayat şekillerine, hayatlarına girmiş olan markalara dair ucundan kıyısından bir fikir sahibi olmamı sağladı.

Akmaktan yorulan suyunu az dinlendirmek için hafifçe dirsek kırarak şekil verdiği koylarda - Paşabahçe, Kanlıca, Tarabya, İstinye sakinliklerinde- ne hikâyeler fısıldadı kulağıma bir bilseniz. Ara sıra paylaşıyorum sizlerle bunları, ama emin olun gençliğimden beri dinlediklerimi anlatmaya ömrüm yetmez.


Coştuğu yerde ayrı, soluklandığı yerde ayrı yaşar boğazın denizi. Eee ne de olsa zamanın özenle, sabırla
şekillendirdiği bir hayat yolu burası. Oluşması da yaşamla kalabalıklaşması da binlerce yıl almış. İnsan sabrının ötesinde bir sabırla yaratılmış, tanrının elinden çıkmış ne de olsa. Az uzağına kazmaya niyetlendikleri boğaz bozuntusu günün birinde hakikaten kazılırsa, gerçeğinin içindeki hayat akışını bakalım nasıl etkileyecek?