“Ama bunun parçası yok... Bunun kuyruğu kırılmış...”
Geçenlerde oğlum Derin’le televizyonda mantalarla ilgili bir
belgesel seyrederken yumurcak aniden bu tepkiyi
verdi. Haftasonuydu, uykum
kaçınca kendime okkalı bir sabah kahvesi yapmıştım. Kafeinin yardımıyla kendime
gelmeye çalışırken kanaldan kanala atlamayı da ihmal etmiyordum.
Kim kimi aldatmış? Kimin eli kimin cebinde? Falanca
filancayı hangi mekânda kiminle bastı? Klasik haftasonu programları. Denizin
derinine dalmayı seven bendeniz başkalarının mahremine dalmayı çok şükür hiç
sevmedim. Allah’tan belgesel kanalları var...
Digiturk 183’de yayınlanan BBC Science’ı izlemenizi
öneririm. Her programı güzel olmasına güzel, ammavelakin “Okyanuslar” adında
bir belgesel dizi var ki, görüntü ve içerik kalitesiyle benzerlerinden hemen ayrılıyor.
Tabi bu benim fikrim.
Neyse lafı uzatmayayım, işte kanaldan kanala gezerken mavi
dünyada yüzmekten çok kanat çırpan dev
Önce klasik soru: “Baba bu ne?”
Cevap gayet basitti: “Manta balığı oğlum...”
Soruda ve cevapta hiçbir olağanüstülük yoktu ama yumurcağın
takip eden tepkisi şapka çıkarttıracak cinlikteydi: “Ama baba bu balık değil,
bunun parçası yok, kuyruğu kırılmış...”
***
Su Ürünleri Fakültesi’nde balık sistematiği dersi 2. sınıfın
ilk döneminde okutulur. Denizlerimizde yaşayan irili ufaklı yüzlerce balık
türünü dört ay içerisinde ve formaldehit sıvısında rengi solmuş şekli
çarpılmış, kimbilir kaç sene önce toplanıp kavanozlara tıkıştırılmış örneklere
bakarak öğrenmeye çalışırsınız. Benim gibi meraklı olanlar ellerine geçen her
fırsatta olabildiğince canlılarını görmek için Kumkapı balıkhanesiyle denizin
dibi arasında mekik dokurlar.
Sessiz dünyanın tuhaflıklarıyla ilk karşılaşmaların
yaşandığı derslerden birisi de balık sistematiğidir. O
tuhaflıklar arasında
kuyruk yüzgeçleri yok denecek kadar küçülmüş vatozlardan, kırbaç kuyruklu
irinalara ve mantalara kadar çeşitlenen birkaç düzine yassı kıkırdaklı balık da
vardır. Gerçi bu hayvanlara yassı köpekbalıkları diyenler de çıkar zaman zaman,
ancak vatozlarla diğer benzerlerinin, kıkırdaklı balık olmaları haricinde köpekbalıklarıyla uzaktan yakından ilgileri
yoktur. Köpekbalıklarıyla aşağı yukarı aynı dönemde dünya sahnesinde yerlerini
alan vatozlar ve benzerlerinin evrim yolculuğu farklı bir yolda ilerleyerek
günümüze ulaşmış.
Alışılmış balık biçimiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan
vatozları ilk kez balık sistematiği laboratuvarında görünce birçoğumuzun
tepkisi de oğlumunkinden pek farklı değildi: “Bunun kuyruğu yoksa nasıl yüzüyor
peki?”
***
Vatozlar dost canlısı ve zarif yaratıklar. Ancak oldukça
tembel olduklarını da eklemeliyim. Çoğunlukla dipte
yatarlar. Öyle ufak tefek
dürtüklemeler onları yerlerinden kıpırdatmaya yetmez çoğu zaman. Şöyle bir
kıpırdanır ama genelde yerini terketmez, terketse de çok uzaklaşmaz. Yüzmek
doğasında yok zannedebilir onu tanımayanlar. Fakat böyle ağır kanlı bir balığın
bile tahammül sınırı vardır ve nihayet orasının burasının kurcalanmasından
bıktığında etli kanatlar gibi genişlemiş olan göğüs yüzgeçlerini önden arkaya
dalgalandırarak yüzmekten çok uçarak yanınızdan uzaklaşır gider.
Vatozun gidişi hızlı bir kaçıştan çok genellikle zarif bir yer
değiştirmedir. Eğer ille de bulucam derseniz arkasında bıraktığı kum bulutunu izlemeniz yeter. Geçenlerde Darıca Yelkenkaya’da aşırı ilgimizden sıkılan vatoz da böyle kaçıp gitmişti yanımızdan. Karşımıza çıkan vatozun türü Raja radula’ydı. Taner (Aksoy) hayvanı yerinden kıpırdatıcam diye hatırı sayılır bir çaba sarfetmişti. Yelkenkaya’nın az ilerisinde Tuzla’da Mercan diye bir yer vardır. Bahar
aylarında bunların birçoğunu bahsettiğim yerde kıyının yakınlarında gezinirken
görebilirsiniz. Hatırı sayılır bir üreme telaşına denk gelirseniz şaşırmayın.
Karnını doyurmak, soyunu devam ettirmek ve derinlerde keyifle
kanat çırpmak; vatozların yaşam felsefesi böyle özetlenebilir...