20 Ekim 2013 Pazar

PAS TUTMUŞ YAŞAMLAR...

Giderek daha çok bağlanıyorum bu paslı demir yığınına. Ara sıra dalmazsam hemen özlüyorum. Millet
Ortaköy’e iki lokma bir şeyler yiyip üstüne bir de boğaz havası almaya gidedursun, ben yirmi kulaç derinde yan gelip yatan eski bir batıkta ararım huzuru ferahlığı. Yanımda getirdiğim nevaleyi yer yemez cumburlop suya...

Ortaköy batığı caminin az önünde beni bekler...

***

Neyin nesidir bu batık? O kadar araştırmama rağmen bir türlü öğrenemedim hikâyesini. Panayır gemisi
olduğu, sirk hayvanları taşıdığı söylenir. Vaktiyle boğazın namlı dalgıçlarından Şalvarlı Ahmet dinamitle patlatarak sökmüştür kazanını ve sair kıymetli metal aksamını. Para eden kısımları sökülünce geriye pruvasıyla paramparça olmuş pupasından başka bir şey kalmamıştır.

Enkazın ortasındaki büyük boşlukta belki buhar kazanıyla bacası vardı. Kaç tane pervanesi olduğuna dair herhangi bir ize rastlamadım pupasında. Gemiyi patlatırken kıçını fena dağıtmışlar, şaft delikleri kalmış olsaydı pervane sayısını da bilebilirdik...

***

Kıyıya yakınlığı insanı fena aldatır. Göz açıp kapayana kadar gidebileceğinizi zannedersiniz önce, ama poyraz
varsa daha dalışın başında Marmara’ya doğru sürüklenmeye başlarsınız. Lodoslu havalardaysa dip akıntısı iyice azıtır ve sizi batıktan koparıp Karadeniz’e götürmek için vargücüyle zorlar bedeninizi!

Böyle günlerde batığa yakın olmak ve gerektiğinde batıktan destek alarak akıntıya karşı koymaya çalışmak akıllıca bir seçimdir. Fakat paslı enkazı kat kat örten açgözlü ağ kalıntıları bu sefer sizi yakalamak için fırsat kollar.

Akıntıyla sürüklenip gitmememek ve ağ leşlerine yakalanmamak için gözünüzü dört açar palete kuvvet mücadele edersiniz. Yirmi kulaç derinde sürüp giden mücadeleden -denizle insanın kavgasından- kara insanlarının zerre haberleri olmaz. Kahvelerinden bir fırt çekip boğaza karşı iç geçirirken boğazın içinde, karanlığın yüreğinde olup biteni bilmezler.

***

Kumluğun ortasında bir sığınaktır burası. Eşkinalar, lapinler, karagözler, ispariler, hanozlar batığın sabit
yaşayanlarıdır. Kalabalık izmarit ve istavrit sürüleri, mevsiminde çinakoplar ve lüferler, hatta palamutlar boğazdaki gezintileri sırasında buraya uğramayı ihmal etmezler. Batığın çevresinde telaşla gezinirken ara sıra hayalet ağlara yakalandıkları da olur. Ağ leşlerindeki irili ufaklı kılçıklar dibe takılıp kalmış ağların öldürmekten geri kalmadıklarını anlamaya yeter de artar.

Ara sıra bu ağ kalıntılarını temizlediğim de olur. Makasla kıtır kıtır kestikçe ağ örtülerin altından batığın daha
önce hiç görmediğim bir ayrıntısı da ortaya çıkar. Aslında bizim tayfadan “kapalıdevre” Teoman’ın sözünü dinleyip biraz uğraşsak, şu hayalet ağları iyice temizlesek, belki batığın asıl hikâyesi de çıkar o doymak bilmez örtünün altından. Önümüzdeki kış belki bu işin üzerine düşerim.

Sadece balıklar yuvalanmaz paslı demirlerin arasına. Üzerindeki boyası iyice silinip gittiğinden midir nedir,
midyelerin ve tüplü deniz kurtlarının istilasına uğramıştır batığın demirden derisi. Bu canlı örtüyü gemilerden uzak tutmak için teknelerin karinaları -yani su içinde kalan gövdeleri- zehirli boyalarla boyanır. Ortaköy batığı da bir zamanlar bu şekilde boyanmış olsa bile koruyucu boyanın artık hükmü kalmamış olmalı. Paslı demir şimdilerde yaşamla kaplanmış durumda, bir karış boş yer yok. Yapışıcı organizmalar batığı çoktan teslim almışlar, onların yarattığı canlı katmanın üzerine de deniz yıldızları, deniz tavşanları, süngerler ve daha bir dolu canlı yerleşmiş. Ortaköy Cami’nin az açığında alın size yapay bir resif...

Dört bir yanı yaşamla sarılmış paslı demir yığını belki bir gün gerçek öyküsünü de paylaşır benimle.

***

Ortaköy batığı filmini buradan izleyebilirsiniz.

3 Ekim 2013 Perşembe

MACERA DAHA BİTMEDİ...

Beni az koşturmadı peşinden. Gün oldu uzak bir limandan aldım haberini, gün oldu İstanbul’da bir ara
sokakta çıktı karşıma. Yaz kış, soğuk sıcak, uzak yakın demeden buluşurduk.

Sırlarını paylaşırdı benimle sessizce,  ama her şeyini hemen anlatmazdı. Zamana bırakmıştım onu tanımayı, acele etmeden, sabırla, her seferinde biraz daha. Böylece 25 yıl geldi geçti.

***

Evet, tam 25 yıldır bozcamgözün peşinde koşturuyorum. Basit bir merakla başladı bu uzun koşu. Önceleri büyük bir köpekbalığı görmek, denk gelirse birkaç tane de dişini almak, birkaç tane de fotoğrafını çekmekten başka bir amacım yoktu. Derinlerden gelen bu az bilinen yırtıcının hayatını anlamaya pek uğraşmıyordum önceleri.

Zamanla yaşam hikâyesini merak etmeye başladım derinleri mesken tutan bu az bilinen yırtıcının. Bozcamgöz
hakkında giderek daha fazla okumaya başladıkça onun hakkındaki sorularım da artmaya başladı. Daha fazla araştırdıkça bozcamgözün yaşam hikâyesini biraz daha öğreniyordum ya da bana öyle geliyordu. Ancak yazılanlar hep uzak denizlerde yaşayan bozcamgözlere ait ayrıntılardı ve yanı başımızda yaşayanlar hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyordu.

Yıllar geçtikçe hikâyesini dinleme fırsatı bulduğum bozcamgözlerin de sayısı arttı. Üniversitede deniz biyolojisi asistanıyken ara sıra laboratuvara getirdiğim de olurdu onlardan birini. Derken makaleler yazmaya da başladım onlar hakkında. Bizim bozcamgözlerin hikâyeleri de en sonunda yazıya dökülmeye başlamıştı. Türk sularında yaşayan bozcamgözler hakkında yazılmış olanların önemli bir kısmı kalemimin eseri. Bu beni mutlu ediyor. Bir araştırmacının üniversiteden ayrılmış olsa da araştırma yapmaya ve bunların sonuçlarını yayınlamaya devam edebileceğinin delilleri onlar.

***

Çeyrek asırdır aralıksız sürdürdüğüm bozcamgöz koşturmacasında tamı tamına 150 bireyin yaşam
hikâyelerini öğrenme fırsatım oldu. Bedenlerinden örnekler aldım, fotoğraflarını çektim, ölçtüm, biçtim, ben doğmadan önce ağlara takılmış olanların hikâyelerini açığa çıkarmak için arşivlerde gazeteleri satır satır taradım. Akdeniz’den Karadeniz’e kadar takip ettim onları.

Bizim bozcamgözlerimizi tarih sırasına göre aktaran düzenli bir arşiv listesini -bizim bozcamgözlerimizin nüfus kayıtlarını- yayınlamanın vakti gelmişti en sonunda. Slovenya’da yayımlanan ANNALES - Doğa Tarihi Serileri dergisinde bir hafta önce basılan Türkiye Bozcamgözleri Veri Bankası, Türk suları dışında Doğu Akdeniz genelinde şu an için en kapsamlı veri arşivi olarak dikkat çekiyor.

25 yıl önce bozcamgözlerimizi yok denecek kadar az tanıyorduk, şimdi onlar hakkında elle tutulur bilgilere
sahibiz. Ama hâlâ yolun başındaymışım gibi geliyor. Bu kadar zaman geçtikten sonra kafamdaki sorular öğrendiklerimden daha fazla. Bozcamgözün Türk Boğazlar Sistemi -İstanbul ve Çanakkale boğazları ve Marmara Denizi- boyunca hareketlerinin izlenmesi ve anlaşılması şart. 1990’larda Çanakkele Boğazı’nda karaya vuran bozcamgöz, türün boğazın sığ sularından geçebildiği ihtimalini akla getirdi. Diğer yandan Karadeniz’de yakalanan üç tane bozcamgöz, türün aynı yolculuğu İstanbul Boğazı’nda da yapabildiğini düşündürüyor.

Bozcamgöz Türk Boğazlar Sistemi’nde düzenli göçler yapıyor olabilir mi? Karadeniz’deki bozcamgözlerin
kökeni Marmaralı bireyler mi? Acaba bozcamgözün Marmara’da yalıtılmış bir nüfusu mu var? Çoğu zaman topluma bir korku kaynağı, bir ölüm makinesi olarak tanıtılan bozcamgözün neslini korumak mümkün olabilecek mi? Sorular sorular...

Her cevap beraberinde yepyeni sorular getirdi. Galiba bu macera daha bitmedi. Bu ilginç yırtıcının yaşamında daha derinlere dalmanın vakti geldi artık.

***