Giderek daha çok bağlanıyorum bu paslı demir yığınına. Ara
sıra dalmazsam hemen özlüyorum. Millet
Ortaköy’e iki lokma bir şeyler yiyip
üstüne bir de boğaz havası almaya gidedursun, ben yirmi kulaç derinde yan gelip
yatan eski bir batıkta ararım huzuru ferahlığı. Yanımda getirdiğim nevaleyi yer
yemez cumburlop suya...
Ortaköy batığı caminin az önünde beni bekler...
***
Neyin nesidir bu batık? O kadar araştırmama rağmen bir türlü
öğrenemedim hikâyesini. Panayır gemisi
olduğu, sirk hayvanları taşıdığı
söylenir. Vaktiyle boğazın namlı dalgıçlarından Şalvarlı Ahmet dinamitle
patlatarak sökmüştür kazanını ve sair kıymetli metal aksamını. Para eden
kısımları sökülünce geriye pruvasıyla paramparça olmuş pupasından başka bir şey
kalmamıştır.
Enkazın ortasındaki büyük boşlukta belki buhar kazanıyla
bacası vardı. Kaç tane pervanesi olduğuna dair herhangi bir ize rastlamadım
pupasında. Gemiyi patlatırken kıçını fena dağıtmışlar, şaft delikleri kalmış
olsaydı pervane sayısını da bilebilirdik...
***
Kıyıya yakınlığı insanı fena aldatır. Göz açıp kapayana
kadar gidebileceğinizi zannedersiniz önce, ama poyraz
varsa daha dalışın
başında Marmara’ya doğru sürüklenmeye başlarsınız. Lodoslu havalardaysa dip
akıntısı iyice azıtır ve sizi batıktan koparıp Karadeniz’e götürmek için
vargücüyle zorlar bedeninizi!
Böyle günlerde batığa yakın olmak ve gerektiğinde batıktan
destek alarak akıntıya karşı koymaya çalışmak akıllıca bir seçimdir. Fakat
paslı enkazı kat kat örten açgözlü ağ kalıntıları bu sefer sizi yakalamak için
fırsat kollar.
Akıntıyla sürüklenip gitmememek ve ağ leşlerine yakalanmamak
için gözünüzü dört açar palete kuvvet mücadele edersiniz. Yirmi kulaç derinde
sürüp giden mücadeleden -denizle insanın kavgasından- kara insanlarının zerre
haberleri olmaz. Kahvelerinden bir fırt çekip boğaza karşı iç geçirirken
boğazın içinde, karanlığın yüreğinde olup biteni bilmezler.
***
Kumluğun ortasında bir sığınaktır burası. Eşkinalar,
lapinler, karagözler, ispariler, hanozlar batığın sabit
yaşayanlarıdır.
Kalabalık izmarit ve istavrit sürüleri, mevsiminde çinakoplar ve lüferler,
hatta palamutlar boğazdaki gezintileri sırasında buraya uğramayı ihmal
etmezler. Batığın çevresinde telaşla gezinirken ara sıra hayalet ağlara yakalandıkları
da olur. Ağ leşlerindeki irili ufaklı kılçıklar dibe takılıp kalmış ağların
öldürmekten geri kalmadıklarını anlamaya yeter de artar.
Ara sıra bu ağ kalıntılarını temizlediğim de olur. Makasla
kıtır kıtır kestikçe ağ örtülerin altından batığın daha
önce hiç görmediğim bir
ayrıntısı da ortaya çıkar. Aslında bizim tayfadan “kapalıdevre” Teoman’ın
sözünü dinleyip biraz uğraşsak, şu hayalet ağları iyice temizlesek, belki
batığın asıl hikâyesi de çıkar o doymak bilmez örtünün altından. Önümüzdeki kış
belki bu işin üzerine düşerim.
Sadece balıklar yuvalanmaz paslı demirlerin arasına.
Üzerindeki boyası iyice silinip gittiğinden midir nedir,
midyelerin ve tüplü
deniz kurtlarının istilasına uğramıştır batığın demirden derisi. Bu canlı
örtüyü gemilerden uzak tutmak için teknelerin karinaları -yani su içinde kalan
gövdeleri- zehirli boyalarla boyanır. Ortaköy batığı da bir zamanlar bu şekilde
boyanmış olsa bile koruyucu boyanın artık hükmü kalmamış olmalı. Paslı demir
şimdilerde yaşamla kaplanmış durumda, bir karış boş yer yok. Yapışıcı
organizmalar batığı çoktan teslim almışlar, onların yarattığı canlı katmanın
üzerine de deniz yıldızları, deniz tavşanları, süngerler ve daha bir dolu canlı
yerleşmiş. Ortaköy Cami’nin az açığında alın size yapay bir resif...
Dört bir yanı yaşamla sarılmış paslı demir yığını belki bir
gün gerçek öyküsünü de paylaşır benimle.
***