Olsa olsa
kıyıda bir çay içmeyi, sadece yazdan yaza yüzmeyi ya da deniz kıyısına sırf aylak
aylak dolanmak için gitmeyi çok denedim...
Olmadı,
yapamadım şükürler olsun!
***
Hani
pencereleri çatırdatan sert lodoslar vardır ya, ha şimdi ha birazdan camı
çerçeveyi koparıp atacak diye
yüreğini hoplatır insanın...
İşte ben o
havalarda çok tedirgin olurum. Gece boyunca gözüme uyku girmez çoğu zaman ama
sebebi ne cam çerçevedir ne de evin çatısı...
Balıkçıları
düşünürüm, onlar için endişelenirim gece boyunca!
Ekmek
tekneleri ne haldedir? Acımasız dalgaların dövdüğü kıyılarda acaba kaçı geceyi
sapasağlam
atlatabilecektir?
Şimdi
denizde olan var mıdır acaba? Dalgalarla boğuşanların Allah yardımcısı olsun...
Fırtınayla
uğuldayan gecelerde deniz sanki sahili değil evimin duvarlarını döver.
Yatağından taşar ve evimin kıyısına gelir...
Başkalarını
tedirgin eden fırtına bana kim olduğumu hatırlatır!
Çalışmak zorunda
olduğum işin hayatımda sadece gelip geçici bir duraklama olduğunu hatırlatır
tekrar tekrar...
Fırtına
ninni gibi gelir kulağıma. Yatak odası bir zamanlar keyifle deliksiz uykular
çektiğim küf kokan kamara
olur çıkar şafak sökene kadar...
***
Onlarla
tanışalı yıllar oldu. Kimi hâlâ hayatta, kimi çoktan öldü gitti. Hepsinin bende
çok emeği var, hepsinden bir şeyler öğrendim denizi tanımaya, deniz insanı
olmaya çalışırken...
Bana
dalgıçlığın yolunu açan ustam nargileci Adnan (Aşır) yıllar önce basınç odasında
kaybetti hayatını.
Emin
(Yiğitler), Osman (Yazla), Sadi (Tanman) ve Sercan ağabeyler dalgıçlık yolunu
kulaçlarken birlikte yol aldıklarımdan bazıları...
Sonra Minci
Kaptan var, Adem ve Ahmet reisler, Gökçeadalı Hacı ve Ramazan Çavuş
kardeşler... Arar ve Yunus araştırma gemilerinin gözü pek denizcileri var...
Her birinden
balıkçılığa ve denizciliğe dair çok şey öğrendim, her birini minnetle anarım bu
cesur deniz
insanlarının...
İnsanın
etini ve ruhunu kemiren, başarı ve kazanç uğruna her türlü kahpeliğin mubah
sayıldığı iyi niyetin “hıyarlık” olarak görüldüğü iş hayatına katlanmamı
sağlayan anılar hep onların kayıklarında kazındı aklıma ve yüreğime.
***
Vaktiyle
yanında çalıştığım bir kara insanı “senin içindeki balıkçıyı ne yaptıysam
öldüremedim” demişti.
Haksız değildi...
Çakım yine
her gün kemerimdeki kılıfta durur. Uğur saydığım pavurya kıskacı kolyemi de hiç
çıkarmam, tıpkı kolumun ayrılmaz bir parçası haline gelen dalgıç saatim gibi...
Ne zaman
karada kaybolduğumu hissetsem onlara dokunurum, onları hissederim. Geçmişin
tuzlu anıları ve üzerimden asla ayırmadığım birkaç küçük denizci ıvır zıvırı
sayesinde hâlâ dipdiri ve canlı ruhumdaki balıkçı!
Ara sıra o
anılardan birine dalıp gitmesem bunca zaman dayanamazdım bu karaya vurmuşluğa,
hayatımdaki
gelip geçici duraklamaya...
Ben ne kadar
uzaklaşmaya çalışsam da denizin kokusu ve sesi taşar belleğimden. Kendime
getirir beni, gerekirse sert bir tokat atar ve hatırlatır gerçekten kim
olduğumu. Evinin ve ailenin ekmeği için katlanıyorsun bu çileye diye
hatırlatır.
“Sabret” der içimi yatıştırırken, “ekmek teknen şimdilik orası...”
“Vakti gelince yine yaslanırsın küpeşteye,
yine derinlerden çıkarırsın ekmeğini. Belki bu sefer oğlun
Derin de olur
yanında...”
“Şimdi sabret ve sakın unutma gerçekten kim
olduğunu. O gün gelinceye kadar derinlerdeki mutluluk kaynağından, sana kim
olduğunu anımsatmak için her fırtınada evinin duvarlarına vuran mavilikten
sakın vazgeçme!”
“Çünkü vazgeçersen senden bir şey kalmaz
geriye...”