Her gün milyonlarca insanın atıklarını kabullenmek zorunda olan bir denizde hayatta kalmaya çalışmak çok zorlu bir yaşam mücadelesi olmalı. Gelişme uğruna deniz yaşamının gözden çıkarıldığı her kıyı kentinin yakınında bu zorlayıcı yaşam mücadelesi görülebilir. Kaçabilenlerin zaman kaybetmeden kaçtıkları, geride kalanların alışkın oldukları koşullara yabancı bir dünyaya ayak uydurmaya zorlandıkları bu yeni yaşantı, insanın kendi çıkarları uğruna sualtı yaşamına ödettiği acı bir bedel. Boğaziçi ve Marmara’nın boğaz önü sularında yaşayan balıklara, İstanbul’un balıklarına bugüne kadar ödettiğimiz bedelse belki de en ağır olanıydı. Şehir büyüdükçe balıkların ödemek zorunda kaldıkları fatura daha da kabardı.
Deniz tabanına yerleşen tutunucu canlıların aksine balıklar, çevrelerinde meydana gelen değişimlere hızla tepki verirler. Bu nedenle bir bölgedeki balık bolluğu, deniz kirliliğinin bölge üzerindeki etkisini ortaya koyan duyarlı bir değişken ya da gösterge olarak kullanılabilir. Balıkların deniz kirliliğine karşı verdikleri hızlı tepki, daima kaçma ya da uzaklaşma şeklinde gelişmez. Bölge kirlendikçe bazı balık türleri burayı terkederken, diğer bazıları aynı bölgede kalmayı tercih ederler. Deniz suyunun kimyasal özellikleri, dip yapısı, zemin kalitesi, ayrıca av organizmalarının çeşitliliği gibi ortam koşulları insan etkisiyle sil baştan şekillenirken, ortaya çıkan yeni koşullara uyum sağlayabilen balıklar kirlenen bölgede kalabilir ve giderek kalabalıklaşabilirler.
Çoğumuz eti kokuyor diye kefal balığını yemeyi sevmeyiz. Ancak kefalin kokmasına neyin yol açtığını derinlemesine düşünenlerimizin sayısı yok denecek kadar az. Normalde eti beyaz ve çok lezzetli olan kefalden yayılan ağır kokuya, evlerde, fabrikalarda, hatta boğazdan geçen gemilerde başlayan bir kirletme süreci yol açıyor. Yüzbinlerce evin kanalizasyonu… Sanayi atıkları… Gemilerden boşaltılan sintine… Hepsi biraraya geldiğinde ortaya nasıl bir çamur deryası çıktığını hayal etmek zor değil. Zamanla deniz tabanını bütün cıvıklığıyla kaplayan balçık tabakası bir kurbağayı bile tiksindirecek kadar iğrenç. Dip organizmalarıyla beslenen kefal balığı, çoğunlukla kurtçuklar ve küçük kabuklulardan oluşan avlarını yakalarken azar azar çamur da yutar. Dipteki temiz çamuru kirleten zehirli kokteyl zamanla kefalin dokularına işleyerek onun doğal kokusunu yok eder ve geride bozuk balığı aratmayan bir koku bırakır. Kefalin kokusunu da tadını da bozan bizim yarattığımız kirlilik! Gelecek sefer “kefal iğrenç kokar…” demeden önce, lütfen buna neyin sebep olduğunu da düşünün.
Marmara balıkları eski görkemlerinden çok şey yitirmiş olsalar da, çoğumuzun önemsemediği bu sularda hâlâ inatla yaşamaya çalışanlar var. Derinlerin aldatıcı ıssızlığında kocaman açılmış yüzlerce gözün her hareketimi pür dikkat izlediğini bilmek beni sevindiriyor. Gelecek dalışınızda bu gözlerin içine bakmayı, belirsiz bir geleceğin tedirginliğiyle karışmış yaşam parıltısını görmeyi deneyin. Sırf bu parıltıyı korumak için bile olsa çaba harcamaya değer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder