6 Mayıs 2010 Perşembe

RENKLİ VE ZEHİRLİ

Renk derinde hemen göstermez kendisini. Bazen sabırlı ve titiz bir arayışın ödülüdür, bazen şanslı bir tesadüf, beklenmeyen bir karşılaşmadır. Yerine göre yeşil ya da lacivert olan alacakaranlığın içinde yaşamın sıcak renkleriyle burun buruna gelen bir dalgıç için bu karşılaşma, yabancısı olduğu bir dünyada samimi bir hoşgeldin olarak algılanabilir. Hemen her kovuktan ayrı bir gökkuşağının fışkırdığı tropikal denizlerde bu duygu bir süre sonra gücünü yitirir. Renklerin yarattığı coşku tropikal denizlerde aşinalığa yenik düşer, sıradanlaşır. Tabiatın cömertçe boyadığı tropikal resiflerden sonra bizim suların, özellikle Marmara'nın yeşile teslim olmuş derin suları, buraların yabancısı olanlara yavan gelebilir. Oysa içdenizin bazı canlıları, mesela deniz tavşanları, bir renk körünün bile dikkatini çekebilecek kadar süslü ve renklidirler.

Kelimenin tam anlamıyla bir renk arsızı olan deniz tavşanları, neon ışıklarını sönük bırakan sıcak renklerini, evrimin deney tüpünde gerçekleşen bir dizi kayıp ve kazanç reaksiyonu sonrasında kazandılar. Tıpkı deniz salyangozları gibi, kadim deniz tavşanlarının da başlıca savunma hattı, sırtlarında taşıdıkları kalın kabuklarıydı. Ancak günün birinde bu ağır yükten kurtulmak isteyen deniz tavşanları, güvenli sığınaklarının sağladığı aşılmaz korumanın yerini doldurabilecek bir savunma mekanizması geliştirmek zorunda kaldılar. Kabuktan kurtulmak, üretmesi ve bir ömür boyu taşıması çok maliyetli olan bir yaşam şeklinden, daha hafif ve ekonomik bir yaşam şekline geçmek demekti. Deniz tavşanları gardlarını düşürmeden önce, kolay lokma olmalarını önleyecek etkili bir silah bulmak zorundaydılar. İşte tam bu noktada evrimin adım adım ilerleyen süreçleri devreye girdi. Renk arsızı deniz tavşanları sırtlarındaki yükten kurtulmadan önce, evrim okulunda, diğer canlıların özellikle süngerlerin ve mercanların özsularındaki zehirli kimyasal maddeleri vücutlarında depolayarak silah olarak kullanmayı öğrendiler. Bazıları o kadar ileri gitti ki özel keselerde depolanan kimyasal maddelerden zamanla daha güçlü zehirler üretmeyi bile başardılar. Nihayet zehir üretiminde iyice ustalaşan deniz tavşanları günün birinde sırtlarındaki ağır yükü kolayca silkeleyip attılar.

Denizin bombon şekerleri olmaya aday gösterilebilecek kadar renkli deniz tavşanları, bir o kadar tatsız, tuzsuz ve zehirli yaratıklara dönüşmüşlerdi. Yakın plan çekimlerin değişmez baş rol oyuncuları, bugün neredeyse rakipsiz bir yaşamın tadını çıkarıyorlar. Ancak bu ayrıcalığı kolayca kazanmadılar. Kabuklarından kurtulmaya karar verip renkli ve zehirli canlılara dönüşürken şüphesiz onlar da kayıplar vermişlerdi. Fakat sonunda kazanan onlar oldu. Marmara Denizi'nde sıklıkla görülen Dendrodoris limbata türü deniz tavşanının salgıladığı zehrin sadece 100 mikrogramı, çoğu yırtıcı dip balığını kendisinden uzak tutmaya yetiyor. Bu küçük ayrıntı, geçen yıl Aşiyan'da yaklaşık 50 m derinde gördüğüm kocaman iskorpit balığının, ağzının kenarında gezinen etli mi etli deniz tavşanını neden ısrarla yemediğini fazlasıyla açıklıyor. Belki de iskorpit dersini zor yoldan öğrenmişti... Kim bilir? Doğadaki diğer tüm renkli ve zehirli canlılar gibi, deniz tavşanının göz kamaştıran renkleri de çevreye karşı açık bir uyarı: "Beni yeme, yoksa ölürsün!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder