Gece dalışını derin dalışla birleştirmeyi, felakete davetiye çıkarmak olarak görebilirsiniz. Gündüz dalışında bile koşulların yeterince zorlu olduğu bir yamacın derinlerinde gece gezintisine çıkmış bir dalgıç, yaşamını tehlikeye atıyormuş gibi gelebilir. Eğer geceye ve derinlere meydan okunan bu uçurumun yakınlarında, çok yakın bir tarihte, yaklaşık üç metre uzunluğunda bir bozcamgöz köpekbalığı yakalanmışsa, burada dalmayı göze alan dalgıcın mutlaka aklından zoru olmalıdır. Hem, insan gecenin bir vakti sıcak yatağında uyumak yerine, katran karası sulara neden dalar ki, öyle değil mi?
Niyetim, ne felakete davetiye çıkarmaktı, ne de yaşamımı tehlikeye sokmak... Aklımdan zorum da yok, ki hemen her dalışın ardından kaleme aldığım deniz yaşamı yazıları, derinlere her inişimin bir nedeni olduğunu kanıtlamaya yeterli olur diye düşünüyorum. 21 Eylül gecesi Darıca'da derin karanlıkta yol alırken, gündüz vakti keyifle gezdiğim mercan bahçemde, gece neler olup bittiğini görmekten başka niyetim yoktu.
Darıca'da gece dalışı yapmak, uzun zamandır aklımda olan, fakat bir türlü uygulayamadığım bir düşünceydi. Artık avcumun içi gibi bildiğim derin sularda gündüz vakti gördüğüm yaşamın zenginliği, gecenin karanlığında ortaya çıkan daha da zengin bir yaşamı anlatmak ister gibiydi. Dev vatozlar, irinalar; tekir ve gümüş sürüleri; akıl almaz irilikte kiklalar... Uzunluğu yarım metreyi geçen kırlangıçlar, kiloluk haniler ve henüz karşılaşmamış olsam da, uçurumun ötesindeki derin düzlüklerde gezinen bozcamgözler... Burası, kitaplarda ve anılarda kalmış Marmara'dan arta kalanların saklandığı bir vaha benim gözümde. Kuyuya düşmekten farksız bir eğimle derinleşen yamacın derinlerinde gizlenen yaşam, güneş battıktan sonra neye benziyordu? Dipte cevap bekleyen o kadar çok soru var ki...
Şakır şakır yağan yağmurun altında, sentetik elyaftan dokunmuş içliğimi ve kuru elbisemin iç astarını ıslatmadan giymek için fırsat kolluyorum. Aslında o kadar sağnak bir yağış yok. Şiddetli poyrazın etkisiyle savrulan damlalar, değdikleri yerde sağnak etkisi yapıyor. Rüzgarın hafiflemesini beklemek yerine malzememi hazırlıyorum. Gece uzun dekompresyon gerektiren bir dalış yapmaya niyetim yok. Ana planım 30 metreye inmek ve burada en fazla 10 dakika kalmak, ardından yamaçtaki balık yuvalarına baka baka yüzeye çıkmak ve 6 metrede emniyet beklemesiyle dalışı noktalamak. Fakat teknik dalıştan gelen yedekleme takıntısı yakamı bırakmıyor! (İyiki de bırakmıyor...) Huyumun farkındayım, izlemeye değer bir şey görürsem, peşine takılıp daha derine gitmekten çekinmem. Gece keşfinin sürprizlerine uygun iki yedek plan çoktan hazır: 35 m / 10' ve 40 m / 10' tabloları kuru elbisemin bacak cebinde bekliyor. Yedeklemek güzel bir alışkanlık.
Rüzgarın hızını kesmesiyle yağmur kısa bir süre için gücünü yitiriyor. İçliğimi ve kuru elbisemi hızla giyiyorum. Dalış arkadaşım, sırttaki geçirimsiz fermuarı kapatınca, sulak dünyadan yalıtıldığımı hissediyorum. Ana ve yedek fenerlerimi, solunum gereçlerimi teker teker ve birkaç kez kontrol ediyorum. Derin gecede havasız ve ışıksız kalmak... Düşüncesi bile kötü.
Suya giriyoruz. Yüzeyde son kontrolleri yaptıktan sonra, baş parmağımı aşağıya doğru çevirerek, dalış arkadaşıma "dal" işareti veriyorum. Denge yeleğinin tahliyesinden hava boşaldıkça su fokurduyor. Fenerin beyaz ışığı derinlere giden yolu aydınlatıyor. İki yanı sonsuz karanlıkla çevrelenmiş daracık bir aydınlığa sığınarak derin suya doğru ilerliyoruz. Önce kayalık duvar sona eriyor, ardından parça taşlık başlıyor. Kumluğun üzerinde gelişigüzel yayılmış olan kaya blokları, kıyı doldurulurken buraya yuvarlanmış olmalılar. Kayaların üzerindeki ince beyaz dallar, mercan bahçesinin ilk sakinleri. Derinlik arttıkça bahçe daha da sıklaşıyor; en güzel mercanlar en derinde. Acaba geçenlerde yakalanan bozcamgözün ardından başkaları da gelmiş olabilir mi? Gündüz 100 metreden derinde yaşayan bozcamgöz köpekbalığı gece yüzeye gelebilir. Saat gece yarısını çoktan geçti. Karşıma bir tanesi çıkarsa hiç şaşırmam.
Bozcamgöz bu sefer gelmedi ama gece dalışında pompalanan adrenalini artıran tek neden köpekbalığı değil.
Kıvılcım saçarak yüzen gümüş balıkları, karanlığın içinden çıkan denizanaları, bir sürü yanlış alarma neden oluyor. Fenerin parlak ışığının çekimine kapılan gümüş balıklarının vücudunuza çarpmadığı bir an bile yok. Siyahtan daha da siyan bir karanlığın içinde süzülen denizanaları, sanki bu dünyaya ait değiller. Bu gece mercan bahçem bile değişmiş. Gündüz çelimsiz dallar gibi suyun içinde dalgalanan mercanlar gece çiçek açmışlar. Her taşın üzerinde bembeyaz bir çiçek bahçesi var bu gece. Gündüz kapalı olan ya da olabildiğince az açılan polipler bütün güzellikleriyle karşımdalar işte. Her polip beslenme telaşında. Dokunaçlar, en küçük besin kırıntısını yakalamaya hazır. Mercan, yüzlerce polip, bir o kadar ağız ve binlerce dokunaç demek. Bu gece doymayı bekleyen çok ama çok boğaz var mercan bahçemde.
Her mercan dallara takılan hayatlara da ev sahipliği yapıyor. Bu hayatları gündüz pek fark etmemiştim. Aydınlık sayesinde çevrenizi iyi görebilir, büyük ayrıntıları fark edebilirsiniz. Ancak küçük ayrıntılar genelde
gözden kaçar. Görüş alanım daracık bir aydınlıkla sınırlanınca, minik ayrıntıları fark etmeye başlıyorum. Mercan tahtına kurulmuş bir yengeç pür dikkat beni izliyor. Işıktan yolun sonunda onu gördüğümde 30 metre derindeydim. Ona yaklaşmak için ilerledikçe dalış bilgisayarımın ekranındaki derinlik de artıyor. Size söylemiştim, ilginç birşey görürsem peşinden giderim diye. Mercan bahçesinin zırhlı bekçisi 35 metre derinde. Ne yapalım, oldu bir kere. Yaşamın peşine takılarak sınırı ilk kez aşmıyorum ki! Hem, yaşam peşine takılmaya değmez mi? Yaşamın küçük ayrıntılarıyla sizi başka türlü nasıl tanıştırabilirim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder