Dalgıcın kışı mahzun geçer. Yazın hemen her dalışta yüzünü
güldüren, en azından tebessüm ettiren denizana adeta yüz çevirir, küser deniz
emekçisine. Geçinmek için denizin derin karanlığında yorulmak bilmeden
çabalayan, sayılı nefesine aldırmadan dibin her karışını inatla ve umutla
altüst eden deniz emekçisi için kış mevsimi, kırılan umutların, boşa çıkan
hayallerin ve her dalışta kendisini biraz daha belli eden geçim sıkıntısının
mevsimi olur çıkar.
Hava soğur, fırtına ve yağış mevsim normalleridir, güneş
ara sıra yüzünü gösterse bile pek ısıtmaz ne de olsa kış güneşidir. Bazen
havadan daha sıcak olsa da deniz de soğur, hatta soğumakla kalmaz üstüne
bulanır, bulandıkça da kararır. Suyun karanlığı hissedilen, insana yapışan bir
karanlıktır. Eline, yüzüne, tenine değen, her tarafı kuşatan, algıları
körelten, yön duygusunu yok eden, insanı ezen bir karanlık...
Kış karanlığında deniz iyice merhametsizleşir. Dipte rızkını
arayan dalgıcın çabalarını boşa çıkarmaktan, evine eli boş göndermekten sanki
keyif alır. Su berrakken bile derin karanlığa giden yol dikkatli olmayı,
tedbirli davranmayı şart koşar! Deniz karardıkça derinlere giden yol
belirsizleşir, sanki görünmez olur. Yine de her şeyi göze alır kış dalgıcı, “ya
kısmet” diyip yola koyulur; en fazla bir kol boyu mesafeyi aydınlatan fenerinin
ışığına sığınarak, el yordamıyla yolunu bulmaya çalışır. Biraz pusulasını biraz
da içgüdülerine güvenir. Geçmiş kışlarda kazandığı tecrübeler, yaşadığı
sıkıntılar, kılpayı kurtulduğu tehlikeler en güvenilir kılavuzları olur kış
dalgıcının:
-
On kış
önce burada takılmamış mıydım hayalet ağlara?
-
Az
ilerdeki batığın paslı demiri acaba kaç kış önce kesmişti elimi?
-
Burada
kumların altında enkazlar var, pusulayı şaşırtır güvenmemeli! Geçen kış yönümü
şaşırtmıştı bana, tam da burada...
Soğuk ve karanlık kış denizinde yolunu ararken dalgıcın
aklından nice düşünceler gelir geçer. Aslında dipte zihni meşgul etmek iyidir.
Kaygılarla baş etmenin en iyi yoludur zihni meşgul etmek. Karanlık korkusu
bilinçaltında pusuya yatar. Zihninizin kontrolünü kaybetmenizi sabırla bekler,
ortaya çıkması an meselesidir.
***
Emektar kuru elbisem bu kış kelimenin tam anlamıyla su
koyverdi. Engin Yıldırım ve Olgun Malatya elden geldiğince tamir etmişlerdi
sağ olsunlar ama iyice yaşlanmıştı garibim. Bu kış derinlerdeki son kışıymış. 2019’a
doğru geriye sayarken Aralık ayının ortasıydı. Yine boğazın derinlerinde hurda
peşindeydim. Daha ilk dalışta torbamı güzel doldurmuştum doldurmasına ama
gülümseyemiyordum. Üşüyordum! Kuru elbisem sızdırıyordu.
Titreye titreye kıyıya geldim, iskele merdivenine uzandım
sıkıca tutunmak için. Gezi motorlarının dalgaları sırtıma şamar gibi inerken
paletlerimi çıkardım. Malzememi sağlama almadıkça çuvalı çıkarmaya girişmem.
Nasılsa dibe oturdu, emniyet halatı da merdivene bağlı.
Cambaz kıvraklığıyla merdiveni tırmandım, kıyıdaki
banklardan birine çöküp beş dakika soluklandım. Soğuktan uyuşmuşum, parmaklarım
ne açılıyor ne de kapanıyordu. Tanıdık balıkçılardan biri sıcacık çayı
alelacele tutuşturdu elime. Demli ve bol şekerli çaydan birkaç fırt çekince
biraz kendime geldim. Aceleye gerek yok eşşek ölüsü gibi ağırlaşmış çuvalı
çıkarmak için...
***
Elbisemi çıkarınca gördüğüm manzara içler acısıydı. Kuru
elbisenin artık sadece adı kalmıştı. Anorak içliğin çektiği suyu sıkmaya
teşebbüs etmedim bile, ıslak ıslak tıktım çantaya. Kelimenin tam anlamıyla
donuma kadar ıslanmıştım. Kurulanmak ve giyinmek kış ayazında katmerli
eziyettir. Allah’tan karanfilli ve bol şekerli çay termosta hazır vaziyette. Malzemeyi
toparlarken titremem iyice hafifledi, ısınmaya başladım.
Kuru elbisemden arta kalanı emektar düldülümün bagajına
yerleştirdikten sonra soluğu Olgun’un Hasanpaşa’daki tamirhanesinde aldım.
Elbiseye şöyle bir baktı, dışını köpükle kapladı ve şişirdi. Ben kim bilir
kaçıncı çayımı yudumlarken dudağını büzerek yüzüme baktı, kararı kısa ve netti:
-
Adam olmaz
bu, ayvayı yemiş...
Buz gibi suya ıslak elbiseyle dalmak zorundaydım yıllar
sonra yine. Tam zatürre olacakken –ki hafiften olmuştum da- annem Hızır gibi
yetişti imdadıma...
***
Annem tam 25 sene işçi olarak çalıştı Almanya’da. Gurbet
emekçisiydi zamanında, Grundig televizyon fabrikasında. Vaktiyle alın terini
akıttığı bu fabrika, her ay az da olsa bir cep harçlığı gönderirmiş
çalışanlarının emekli maaşlarına katkı olsun diye. Bu ay akşam yemeğiniz
bizden olsun... Çocuğunuzun kışlık botları bizden olsun... Çalışırken
alıştığınız keyiflerden uzak kalmayın... Emekliliğinizi yaşarken çorbada bizim
de tuzumuz olsun...
Kanaatkârdır annem, idarelidir, emekçinin parayı ne
zorluklarla kazandığını iyi bilir. Alın teri dökeni takdir eder. Maaşına ek
gelen bu cep harçlığına dokunmamış, biriktirmiş. Geçenlerde hesabıma durduk
yere para geldi Sevim hanımdan. “Git
kendine yeni bir elbise al...” dedi, “...üşüme,
elin dara düşerse haberim olsun!”
Şimdi kış denizinin soğuğuna anamın aldığı kuru elbiseyle
dayanıyorum. Bu kuru elbise bir başka, sanki sıradan bir elbise değil de anne
sıcaklığı var üzerimde, insanın iliklerini dondurmaya yemin etmiş kış
denizinde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder