1 Mayıs 2011 Pazar

PAZAR HEDİYEMİZ İSTAKOZ

Marmara'da çoook uzun zaman olmuştu istakoz görmeyeli. Artık ümidi kesmiştim kıskaçlı şövalyeye rastlamaktan. Oysa eskiden ne çok çıkarlardı karşıma Yassı'nın, Sivri'nin taşlıklarında. Şöyle özenle düzeltilmiş kumdan bir siper, hemen gerisinde çok yüksek olmayan genişçe bir kovuk, çevreyi kolaçan eden ince uzun iki anten ve her an kapmaya hazır iki güçlü kıskaç. Yuvasında gizlenen istakoz aşağı yukarı böyle bir şeydir ve el değmemiş taşlıklarda alışılmış bir görüntüdür. Gerçi Ege'de ve Akdeniz'de hâlâ çok şanslı olmaya gerek yok istakoz görmek için, çevreye biraz dikkatli bakmanız yeterli. Fakat İstanbul kıyılarında, ama açıktaki adalarda değil anakaranın yanıbaşında, kentin dibinde istakoz görmek biraz zorlama bir hayal. Kolay ulaşılan yuvalardaki istakozların kökü çoktan kurudu, kalanlarsa derinde sağ kalmaya çabalıyor. Gelgelelim bu sabah yine şeytanın bacağını kırdık. Dekompresyonun bitmesine az bir şey kalmıştı ki Darıca yine yaptı sürprizini...

Üç kafadar -ben, Burak Demircan ve Polat İnce- 1 Mayıs sabahı düştük yola, istikamet Darıca. Yer aynı yer, Aslan Çimento'nun biraz berisi. Yükleme iskelesinden uzak durduğumuz sürece ses etmiyorlar fabrikanın yakınlarında dalmamıza. Onlar bize alıştı biz de onlara. Oltacılarsa bir alem, artık dipte nokta sormaya başladılar.

Onca yükle yağmur kanalının beton duvarından inmek hayli zorluyor artık. Biraz ötede düz ayak bir yer bulduk; otur taşa giy paletlerini, ver malzemeye son ayarı, sonra sal kendini suya. İlk metreler bel hizasında sonrası dipsiz bir uçurum sanki. Allah ne verdiyse gidiyor. Aşağısı zifiri karanlık! Fakat siyah değil yeşil bir karanlıktı bu sefer. Böylesini ilk kez gördüm.

Burak'la Polat'ı 30 küsürde bıraktım 40'a doğru sallandım. Karanlık ama bulanık değil, fener yordamıyla birbirimizin farkındayız. Yakındaki kara mercan taşını aradım, ama denk gelmedi. Uzağına düşmüşüz, hafif akıntı da vardı hiç zorlamadım. Bizimkilerin ışığına doğru usul usul geldim, gece bekçisi gibi bekleşiyorlardı eteğin kenarında. Beni beklerken kocaman bir kırlangıç görmüşler. Onun dışında kayda değer balık yoktu bu sefer. Ağır yol yükselmeye başladık. Yanımızda deko tüpleri yok, kasmanın da alemi yok. Pazar keyfini yaptık, ufaktan eve yollanmalı artık...

Gözünü sevdiğimin Suunto'su parmağını suya sokunca bile deko yazıyor mübarek. Neyse ki profil hesaplayacak kadar zeki, fazla yaslamıyor dekoyu. Uzun zik zaklar çizerek çıkınca alet de rahatlıyor haliyle.

Ciiiiikkk 6 m... 3 dakika zorunlu istirahat. Su bulanık, fotoğraf makinesi dursun durduğu yerde. Bu sene bir türlü durulmadı sular diye içimden söylenirken biraz altımdan bir fokurdama geliyor, ardından Polat'tan usturuplu bir el hareketi. İşaret rehberinde karşılığı olmayanlardan, ama birlikte uzun zaman geçirince bunun da bir karşılığı var tabi ki aramızda.

İşaret ettiği kovuğa yanaşıyorum, Burak yanıbaşımda, elinde kamera alesta bekliyor. Önce iki ince uzun anten, turuncuyla ateş kırmızısı arası... Sonra iki güçlü kıskaç, geride fıldır fıldır dönen gözler. Fenerin ışığından ürküyor, ama kaçmıyor da. Hey gözünü sevdiğimin Darıca'sı, sen ne bereketli yermişsin böyle. Giderayak verdi yine pazar hediyesini. Bu seferki baboş bi istakoz. Yeri mi? Olduğu yerde duruyor tabi ki. İki üç kare fotoğrafını çektikten sonra kendi haline bıraktık keratayı.

1 yorum:

  1. Herşeye rağmen Marmara yaşıyor...
    Harikasınız, keyifle sizi takipteyiz...
    Sevgiler

    Emre Corak

    YanıtlaSil